Her insanın, gelişen olaylar, yapılan icraat veya söylenen sözlere karşı, taraf olma, karşı olma veya tarafsızlık gibi bir tepkisi olur. Bu tepki ve tepkinin şiddeti, kişinin inancı ve inandığı değerlere göre değişir.
Mülâkatlarda hak gaspı, liyakat ve performans yerine torpile göre atamalar, ihalelerdeki yolsuzluk ve vurgunlar, “yap-işlet-devret” sistemiyle kamunun parasını yandaş şirketlere peşkeş çekilmesi, ahlâksız yayınlar yapan yandaş TV kanallarının reklamlarla beslenmesi, Mafya babalarıyla kirli ilişkilerin bir bir ortaya dökülmesi…
Adaletsizlik, zulüm, yolsuzluk, hırsızlık, israf, hak gaspı, adam kayırma, rüşvet, torpil, yalan, talan, kandırma, aldatma… gibi ahlâksızlıklar, İslâm’da haramdır ve yasaklanmıştır.
Dolaysıyla Müslümanların şiddetle bu ahlâksızlıklara ve kirli işlere karşı olması ve bunu yapanlardan da uzak durması gerekir. Gerekir, ama maalesef bugün bunu net göremiyoruz.
İktidar cenahında bu saydığımız yasakların işlendiğine dair sayısız örnekleri duyduğu veya gördüğü halde, büyük ekseriyeti AK Parti’ye oy vermiş muhafazakâr ve mütedeyyin Müslüman diye tarif edilen kesimden, iktidar partisi teşkilatından istifa eden veya sesli bir itiraz edeni görmediğimiz gibi, vatandaşa yol gösteren, aydınlatan, önderlik eden, hak, hukuk, ahlâk, haram ve helâlden bahseden imam, vaiz, müftü, İslâmî STK’lar, tarikat veya cemaat liderinden, iktidarın yanlış icraatlarına yüksek sesle karşı çıkanı maalesef duymadık. Söyleyen tek tük çıkarsa da suçlu muamelesi görüyor.
Muhafazakâr ve mütedeyyin Müslümanların gerekçelerine baktığımızda, “Suriye gibi olmayalım”, “vatanın bekası”, “CHP mi gelsin?” “maslahat gereği” “ehveni şer” “alternatif yok” gibi oluşturulan algıya inanmış olmasını görüyoruz. Muhafazakâr ve mütedeyyin Müslümanlar, dinî argümanlar üzerinden, yapılan “kutuplaştırıcı söylemler” şahsî veya parti çıkarlarına “din” veya “ülkenin bekası” ambalajı geçirildiğinde çok kolay inandıklarını görüyoruz.
Bu yanlış algının, ‘Görmedim, duymadım’ sessizliğinin veya umursamazlığın sebebi nedir? Bu bir yozlaşma mı? İslâmî bilgi zayıflığı mı? Otoritenin-iktidarın verdiği korku mu? Çıkar ve menfaat beklentisi mi? Dünyevîleşme mi? Elbette hepsinin ayrı oranlarda etkisi var diyebiliriz.
Aslında hangi sebep olursa olsun bu, günümüz Müslümanlarının büyük bir çoğunda fert, STK ve cemaat olarak çürümüşlüğü, yozlaşmayı ve sisteme entegre oluşlarını göstermektedir. Hatta bu yozlaşma, maalesef bir tekerleme hāline dönüşmüş. “Daha önce mücahit olanlar, dün müteahhit oldular, bugün ise her şeye müsait hāle geldiler.” Bu şekilde tarif edilmek, çok üzücü bir durum. Bir Müslüman, bu tekerlemenin öznesi olmamalıydı. Çünkü Müslüman, ilke ve prensip adamıdır. Bütün işlerinde Kur’ān ve sünneti esas alır. Makam, servet, şehvet ve kulların kulu değil, yalnız Allah’ın kuludur. Menfaat için virgül gibi eğilmez, zulüm ve haksızlığa karşı “dilsiz şeytan” olmaz. Müslüman, kalabalıkların yanında değil, hakkın yanında durur.
Allah (CC) Müslümanların temel görevini şöyle tarif etmiştir:
“İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran 104)
“Siz, insanlığın iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. (Çünkü siz) iyi ve doğru olanı emreder, kötü ve yanlış olandan (zulüm ve haksızlıktan) alıkoyarsınız ve (gerçekten) Allah'a inanırsınız…” (Ali İmran 110)
Peygamber Efendimizin mücadelesi, toplumdaki batıl inançlarla olduğu gibi, adaletsizlik, zulüm, her türlü hak gaspları, insan hakları ihlâlleri, ekonomik, sosyal haksızlıklara karşı taviz vermemiş, Hilfü’l Fudul barış cemiyetine katılmış ve herhangi bir ayrım yapmadan mücadele etmişti. Hatta, ‘Hırsızlık yapan kızım Fatıma bile olsa affetmem’ diyen bir peygamberin ümmetinden “hırsızsa bizim hırsızımızdır” diyen kişiler türedi.
Diğer bir tehlike de yukarıda saydığımız yanlışlar o kadar sık duyuluyor veya görülüyor ki, artık sıradanlaşmış ve kanıksanmış durumda. Hatta “Şimdiye kadar alnı secdeye gitmeyenler yiyordu, biraz da başı secdeye gidenler yesin”, “Kim gelse çalar”, “Hırsızsa bizim hırsızımız”, “Çalıyor ama hizmet de yapıyor” diyenleri duyuyoruz. Cebimizden yüz TL çalan bir hırsızı kovalar, ayaklarımızın altına alır ve döveriz; ama oy verdiğimiz ve yetkilendirdiğimiz kişiler, takım elbiseleri ve kravatlarıyla trilyonluk ihalelere imza atarak, yolsuzluk yaptıkları, kamunun parasını çaldıkları halde, ona destek vermeye ve meydanlarda alkış tutmaya devam ederiz. Bu söylemler ve çelişki, çürüme ve yozlaşmanın ulaştığı acı noktayı göstermektedir.
Günümüz Müslümanlarının çoğu, İslâm’ı bir bütün olarak bilmiyor veya önemsemiyor. Bu da hataların temelini oluşturuyor. Başörtüsü, cami, minare, ezan, vatan ve bayrak üzerinden galeyana gelebiliyor. Ancak, Faiz, hak, hukuk, adalet, rüşvet, kul hakkı, yolsuzluk, yalan, talan, israf… gibi İslâm’ın temel emir ve yasakları çiğnendiğinde ise bir tepki göstermiyor.
Bugünkü birçok Müslüman, cihat ve infak ruhunu kaybetmiş, klavye mücahidi, belli günlerde mesaj paylaşan, daha çok slogan ve simgelere takılan kişiler hāline gelmiştir. Çünkü bu kolay, ucuz ve tehlikesizdir.
Kurtuluş için İslâm’ı kendimize uydurmak değil, kendimiz İslâm’a uymak zorundayız.
Bugün artık özümüze dönmek, İslâm’ı ve inanç değerlerimizi tekrar tekrar gözden geçirmek durumundayız.
“Ey iman edenler! İman edin…” (Nisa 136)
Dolaysıyla bütün bunları değerlendirdiğimizde çıkan sonuç;
“İnandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın.”
Vesselâm.