Birkaç gündür, HDP İzmir il binasına yapılan saldırı ve orada işlenen cinayeti konuşuyoruz. Konuşmak, kınamak gerekir ama daha önemlisi bu tür olayların neden meydana geldiğini, zeminini nasıl ve kimin hazırlayıp teşvik ettiğini tespit etmek ve gelecek olayların önüne geçebilmektir. Çünkü hiçbir olay kendiliğinden oluşmaz. Öncesinden oluşturulmuş bir zemini vardır.
Bir siyasetçi, kullandığı dil, üslûp ve kullandığı her bir kelimenin ne anlama geldiğini, toplumun üzerinde nasıl bir etki bırakacağını, nasıl algılanacağını ve ne gibi sonuçlar doğurabileceğini hesaplamak zorundadır. Bu taşıdığı vasfın getirdiği bir sorumluluktur.
Sorumluluk, bir kimsenin üstüne aldığı, yapmak zorunda bulunduğu ya da yaptığı bir iş için gerektiğinde hesap verme durumudur.
Sorumluluk, sorumsuzluktan kaynaklı sonuçların dayattığı muhataplığı hissetmek, yurttaşa yönelik haksız saldırıya karşı tavır takınmak, bu tür olayların olmaması için çaba sarf etmektir.
Sorumsuz ise, sorumlu olmayan, sorumluluk taşımayan, sorumluluk duygusu bulunmayan, düşünmeden hareket eden (kimse), mesuliyetsiz.
Lafı dolandırmanın bir anlamı yok. Herkes görüyor ve dinliyor ki, Sayın Erdoğan ve ortağı Bahçeli’nin, bazı genel başkan yardımcılarının, yandaş medya ve yorumcularının, HDP’yi hedef alıp, “HDP=PKK” “HDP, PKK’nın uzantısı”, “HDP teşkilatları PKK’ya adam kaçıran bürolara dönüşmüş” ve benzeri konuşmalarla HDP’yi ‘teröristlerle iş birlikçiler’ diye suçlayıcı konuşmaları, kullandığı siyasî dil ve üslûbun, sonuçlarını yaşıyor diyebiliriz.
Bir örnek:
MHP Genel Başkanı Yardımcısı Semih Yalçın, “Terör örgütü HDP/PKK, kâmilen itlafı gereken bir siyasî haşere sürüsüdür.” “Terör uzantıları yine hadlerini aşmış... Bize ağzımızı kapatmamızı söyleyen HDP, kanlı bir terör örgütünün her açıdan tescilli siyasî ayağı, terör örgütü icra kurulunun üyesidir. Partinin karar mekanizması Kandil ve İmralı’dır” demesi,
Eğer son birkaç yıldır AKP ve MHP Genel Başkanları her hafta grup toplantılarında HDP ve diğer muhalefeti düşman ilân ederse, diğer yetkililer aynı yolu takip ederse, yandaş medya, gazeteci ve yorumcular ısrarla HDP=PKK diye açıklamalar yaparsa, toplumun nasıl davranmasını beklersiniz? Elbette bazıları çıkar, bu tür olayları yapar.
Bu tür benzer olaylar sonrası siyasîler kınama yapar ve herkes, “siyasetçilerin kullandığı dil ve üslûba dikkat etmeleri ve halkın provokasyonlara gelmemesi gerektiğini söyler. Doğrudur ve yapılması gereken de budur; ancak buna sadece olaylar meydana geldiği zaman değil, sürekli dikkat etmek gerekir, ki bu tür olaylar meydana gelmesin.
Bu tür olaylara en sert tepkiyi göstermesi gereken ve kullandığı dil ve üslûba en çok dikkat etmesi gereken, elbette ülkenin başında bulunan Cumhurbaşkanıdır. Çünkü Cumhurbaşkanı, hem ülkenin birlik ve beraberliğini sağlamaktan hem de bütün vatandaşların güvenliğini sağlamaktan sorumludur.
AKP Antalya İl Teşkilatı Toplantısı’nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Onur Gencer’in HDP İzmir il binasına yönelik yaptığı ve parti çalışanı Deniz Poyraz’ı öldürdüğü saldırıya ilişkin yaptığı konuşmada, “Birlik ve beraberlikten bahsetmesi gerekirken, sakın ha kimse provokatörlerin oyununa gelmesin. Hepimiz kardeşiz. Siyasî partiler düşman değil, ancak birbirlerinin rakibidirler ve her vatandaşımızın can ve mal güvenliği bizden sorulur” mesajını vermesi gerekmez miydi?
İzmir HDP il binasına yapılan faşist ve ırkçı saldırı hakkında, AKP sözcüsü dahil tüm siyasî liderler kınama mesajları yayınlarken, ne hikmetse Cumhurbaşkanı ancak üç gün sonra açıklama yapabildi. Ama nasıl bir açıklama? Olayı kınaması, failin bağlantılarının araştırılması ve en ağır şekilde cezalandırılmasını umut etmesi gayet doğru ve olumlu iken keşke gerisini hiç konuşmasaydı.
“Biz kınadık ve kınıyoruz” dedikten sonra Erdoğan, Millet İttifakı’nı hedef alarak, “Bunlar PKK terör örgütüyle ittifak halindeler. Bunları anlamak mümkün değil. Zillet ittifakı bunlar. Dağdaki teröristlerle bir olanlara benim milletimin yol vermesi mümkün değil. Bu teröristlerle beraber olan, bizim Mehmetçiğimize kurşun sıkanlarla beraber olanlarla siz beraber olabilecek misiniz? Onlara oy verecek misiniz? “Bunların adı Millet ittifakı ama bunların milletle bir alâkası yok. Bunlar zillet, zillet.”
Bu sözleri söyledikten sonra kınamanın bir anlamı kalıyor mu? Yeni olayların önünü açmak ve teşvik etmek olmuyor mu? Bu cümleler nasıl kurulur?
Aman Allah’ım! Bu nasıl bir zihniyet?
Bunu, İYİ Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener’e yönelik Rize’de meydana gelen saldırıda da gördük. Erdoğan, “Gelin Hanım’a Rize’de güzel bir ders verildi. Dua et ki ileriye gitmeden bir ders verdiler. Daha neler olacak neler” demişti.
Ve olan oldu. Sonu nereye varır bilemeyiz.
Katil öyle bir inanmış ki, doğru iş yaptığına, “Ben içimi soğuttum. Beni serbest bırakınız. Kaç kişi olsaydı öldürecektim” demesi. Bu kin ve nefret kendiliğinden oluşmuyor?
Açık söylemek gerekirse, kullandıkları dil ve üslûba baktığımızda, genç kızın kanı, Cumhur ittifakı yetkililerinin, yandaş medya kuruluşlarının, gazeteci ve yorumcuların üstüne sıçramıştır.
Parlamentoda grubu bulunan, yaklaşık 6 milyon oy alan, Meclis Başkanlığı görevini yapan ve Meclisteki tüm komisyonlarda görev yapan HDP’yi “Terörist” ilân edenler ve genel olarak “siyaset kurumu” bu cinayetten kendini sorumlu tutmalı ve benzer olayların olmaması için, birlik ve beraberliği, sevgi ve barışı pekiştiren bir dil ve üslp kullanmalıdır.
Allah bize sorumluluk taşıyan idarecileri nasip etsin.
Vesselaâm.