Hukuk ve adalet, kişinin ırkına, rengine, dinine, mezhebine, siyasi görüşüne, ideolojisine, servetine, makamına veya toplumdaki statüsüne göre değişmez değişmemeli, karar almaz almamalıdır.
Hukuk ve adalet, uygulamada, tıpkı hiç kimseye ayrım yapmayan, güneş gibi hava gibi olmalıdır.
Hukuk, toplumun genel menfaatini veya fertlerin ve toplumun ortak iyiliğini sağlamak maksadıyla konulan ve kamu gücüyle desteklenen kaide, hak ve kanunların bütünüdür. Daha yaygın bir tanımıyla hukuk, adalete yönelmiş toplumsal yaşama düzenidir.
Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi, adaletle sağlanır. Adalet kavramı, temelde hukuk kurallarına uygunluğu içerir.
Hukuk ve adalet olmadığı zaman, insanlar farklı yollara başvurur. Toplumda çatışma, şiddet, anarşi, rüşvet, adam kayırma gibi olaylar yaygınlaşır; toplumun dengesi, huzur ve barışı bozulur.
Sosyal bir varlık olan ve beraber yaşamak zorunda olan insanı yönetirken, merkezi yönetim anlayışında, “halka hizmeti hakka hizmet” olarak gören bir kamu yönetim anlayışı oluşmalıdır.
Bu anlayış olmadığı zaman, particilik, kişi veya kişilere çıkar ve menfaat sağlamak için ciddi hukuksuzluk ve adaletsizliklerin olacağı muhakkaktır. Toplumda adalet ve barışın sağlanmasında ve bireylerin şekillenmesinde idare şekli ve yöneticilerin büyük etkisi vardır.
Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak ifade edilen yeni bir idari yapıyla yönetilmeye başlanmış ancak bu sistemin ciddi yapısal sorunları nedeniyle kamuda etkin, adil, verimli ve şeffaf bir hizmet hamlesi gerçekleştirilememiştir.
Bu sistem ile birlikte Meclis’in yürütme üzerindeki denetim gücü elinden alınmış, “yürütmeyi” denetlemesi gereken “yargı” da yürütmenin etkisine girmiştir. Yani “yasama denetleyemiyor”, “yargı hesap soramıyor” durumuna düşmüştür. Dolayısıyla yasama ve yargı, kendilerinden beklenen kamu yararı için yasa yapma, yürütmeyi denetleme ve dengeleme rollerini yerine getirmekten uzaklaştırılmıştır.
Yargı ise hukukun üstünlüğü ilkesine sahip çıkamayan, hukuki boyutun dışında kendi içinde kutuplaşarak siyasallaşan, nihayetinde yürütmenin etkisine hatta emrine giren bir konuma sürüklenmiştir. Birkaç örnek verecek olursak;
Terörist, ajan denilen ve ‘bırakılması mümkün değil’ denilen, ABD’li rahip Andrew Brunson ve Alman Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel’in tahliye edilme şekli,
AİHM’nin Salahttin Demirtaş’ın “tahliye edilmesi gerektiği” kararı sonrası Erdoğan, “AİHM’nin verdiği kararlar bizi bağlamaz. Biz karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” demesi, kendisi hakim ve savcı olmadığına göre, ‘bir şekilde yeni bir suç üretir, yine bırakmayız’ anlamına gelmiyor mu?
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ana davasında verilen tahliye kararının ardından tutuklu bulunduğu sürenin mahsup edilerek serbest bırakılması bekleniyordu. Erdoğan’ın “Bunları bırakamayız” demesi üzerine, Ankara Savcılığı, Demirtaş hakkında ayrı bir soruşturma başlatarak, tekrardan tutuklama kararı istedi.
Mesajların içeriğine katılmıyoruz ancak, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na, ta 7-8 yıl önce Twitter paylaşımları nedeniyle, 9 yıl 8 ay 20 gün ceza verilmesi ve bu cezanın, İstanbul Büyükşehir Belediyesini CHP adayının kazanmasının yıldönümüne rast getirilmesi, tesadüf mü? Siyasi bir mesaj değil mi?
Buna karşılık AK Parti’li yetkililerin Fethullah Gülen ve cemaati ile ilgili Türkçe olimpiyatlarında ve farklı zamanlardaki methiyeler, açıklamalar ve sosyal medya paylaşımları, devlet kademelerinde kadrolaşmalarına imkan sağlayanlar, yaptıkları faaliyetlerde onlara finansman sağlayanlar hakkında bir işlem yapılmaması ve sadece “Kandırıldık; Allah ve milletim bizi af etsin” demekle yargılanmalarına gerek duyulmamıştır. AK Partililer için 17-25 Aralık 2013 tarihi milat kabul edilirken, onların dışında kalan vatandaşlar için ise 15-20-25 yıl öncesine kadar gidilmesi, yazı ve mesajlara kadar didik didik edilmesi, yargının ne kadar siyasalaştığını ve etki altında olduğunun en açık göstergesidir. Yine eski Meclis Başkanı Bülent Arınç ve Melih Gökçek’in medya önünde birbirlerini FETÖ’cülükle suçladığı halde herhangi bir savcı ikisini de çağırarak “Gelin bakalım; hanginiz doğru söylüyorsunuz?” diye sordu mu? Duymadık.
Bu örneklere bakıldığında yargının bağımsız ve tarafsız hareket ettiği söylenebilir mi? Maalesef ‘evet’ diyemiyoruz.
Vesselâm…