Saadet Partisi Genel Başkan Vekili Prof. Dr. Sabri Tekir haftalık basın toplantısında gündemdeki konuları değerlendirdi. Ekonomiye değinen Sabri Tekir, "Sürekli artan enflasyon adeta bir canavar gibi insanımızın alım gücünü kemirmektedir; bu sadece enflasyonun değil onunla birlikte bazılarının da semirmesine yol açmaktadır." dedi. Tekir, "Havalimanlarını fabrikaları yıkıp yerine Millet Bahçesi yapan bir iktidar ise hiç yoktur. Ülkeler fabrika yaparak, kaynaklarını üretime, istihdama ve Ar-Ge’ye ayırarak kalkınırlar. Tabii, kalkınma gibi toplumsal refah, gibi meseleleri varsa. Hep söylüyoruz Adalet ve Kalkınma Partisi isminin hakkını verememiştir. Bize kalırsa vermek istememiştir." diye konuştu.

"İçinde yaşadığımız ekonomik şartlarda Türkiye’nin hamasete değil, gerçekten köklü yapısal dönüşümlere ihtiyacı vardır." diyen Saadet Partili Tekir, "Türkiye’nin bugün geldiği noktada en köklü değişim ise işin ehline verilmesi olmalıdır. Bir yandan betondan şikâyet edeceksiniz öbür yandan ülke kaynaklarını betona gömeceksiniz. Bir yandan bütçe disiplininden, tasarruftan bahsedeceksiniz öbür yandan Türkiye’nin her tarafını millet bahçeleriyle donatacağınızı söyleyeceksiniz. Elbette park önemli, yeşil alan çok önemli. Ancak dünyanın hiçbir yerinde sadece park yaparak kalkınan devlet yoktur." ifadelerini kullandı.

Sabri Tekir'in konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

Bu hafta sonu Genel Başkanımız çalışma arkadaşlarıyla birlikte Almanya'daydı; çeşitli temaslarda bulundu, teşkilat mensuplarımızla ve Avrupa'da yaşayan vatandaşlarımızla bir araya geldi.

Ne yazık ki iktidar, Avrupa'nın farklı ülkelerinde yaşayan ve sayıları 5 milyonu aşan gurbetçilerimizin problemlerini adeta görmezden ve duymazdan gelmektedir. Avrupa’daki gurbetçilerimize, sadece getirecekleri döviz ve kullanacakları oy üzerinden bir yaklaşım içinde olmak fevkalade hatalıdır.

Bakış açısı böylesine çarpık, mantık böylesine yanlış olunca problemlerin çözümü de gerçekleşmemiş oluyor.

Avrupa’daki insanlarımız üç çeyrek asra yakın zamandır birçok alanda farklı sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.

THY'nin fahiş ve tutarsız fiyat politikası nedeniyle sıla yolunun çile yoluna dönüşmesi, Özellikle yaz aylarında Türkiye’ye gelmek için fahiş fiyatlar ödemek zorunda kalmaları, yurtdışında meslek edinenlerin Türkiye'de denklik alamamaları ve bedelli askerlikteki fiyat farkı.

Öncelikle ve özellikle THY'nin tatil dönemlerinde uyguladığı fahiş fiyat politikasından vazgeçilmelidir.

Avrupa'daki vatandaşlarımızın ülkelerimize geliş-gidişini rahatlatmak adına "Uygun Maliyetli Vatan Yolculuğu" politikaları geliştirilmelidir.

Yaşadıkları ülkelerde kurslarını tamamlayıp, gerekli diploma, sertifika ve belgelerini alarak meslek edinen vatandaşlarımızın Türkiye'deki denklik meselesi çözüme kavuşturulmalıdır.

Hali hazırda ülkemizdeki gençlerimizin çoğunluğunu da zorlayan bedelli askerlik ücreti ile dövizle askerlik ücreti arasındaki fark giderilmelidir. Ayrıca hızla artan enflasyon nedeniyle sürekli katlanan bedelli askerlik ücreti için makul bir fiyat belirlenmelidir. Biz buradan bu çağrıyı yapıyor ve Avrupa'daki vatandaşlarımızın bu haklı taleplerinin takipçisi ve destekçisi olacağımızın sözünü de veriyoruz.

Türkiye'de yaşayan vatandaşlarımızın problemleri ise her geçen gün daha derinleşmekte, tedavisi imkansız hale gelmektedir. Bakınız, asgari ücretin 4250 lira, ortalama memur maaşlarının dahi 8-9 bin lira olduğu ülkemizde açlık sınırı 6 bin lirayı, yoksulluk sınırı ise 18 bin lirayı geçmiş bulunmaktadır.

 

Ortalama bir evin kira fiyatı 5-6 bin lirayı, satış fiyatı ise 1.5 milyon lirayı bulmaktadır.

Sürekli artan enflasyon adeta bir canavar gibi insanımızın alım gücünü kemirmektedir; bu sadece enflasyonun değil onunla birlikte bazılarının da semirmesine yol açmaktadır. Enflasyon sadece 1 yıl içinde % 20’lerden % 70’e dayandı ki bu sadece resmi rakamların gösterdiği veriler.

Kişi başına düşen milli gelir 8 yıldır üst üste azalış göstermektedir ne 2. Dünya Savaşı, ne darbe ve muhtıralar ne de diğer ekonomik krizlerde böyle bir düşüşün yaşandığı görülmemişti.

Türkiye’nin dünya ekonomisindeki payı %0.67’ye indi. Bu rakam 1980’den beri son 42 yılın en düşük 2. seviyesi.

Hem devlet hem özel sektör ve vatandaşlarımız borç ve faiz yükünün altında ezilmektedir. Ülkenin içinde bulunduğu bu manzara, iktidarın ülkeyi mali yönden adeta yönetilemez duruma getirme gayreti içinde olduğu intibaını vermektedir.

 

İKTİDARIN ANLAŞILMAZ EKONOMİ DENKLEMİ

Türkiye'nin kısa vadeli dış borcu 181,4 milyar dolar ile rekor seviyeye yükselmiştir! Döviz rezervimiz ise henüz normal düzeyine gelebilmiş değildir ve rezervlerdeki istikrarsızlık sürmektedir.

31 Aralık 2021 tarihinde yaklaşık 2 trilyon 748 milyar lira olan merkezi yönetim borç stoku, 30 Nisan 2022 tarihi itibariyle yani dört aylık dönem içinde 3 trilyon 125 milyar lirayı geçmiştir. Yani, sadece 4 ayda borç stoku 378 milyar lira artış göstermiştir.

İç borç anapara toplamı, ilk beş ayda 188 milyar lira artarken, faiz yükündeki artış 1.3 trilyona yaklaşmıştır ve toplam iç borç faiz yükü 2 trilyonu aşmıştır. Başka bir deyişle, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, ödenecek toplam faiz tutarı anapara toplamını aşmış bulunmaktadır.

Dünyada ülkelerin krediyi geri ödeyememe riski (CDS) sıralamasında Türkiye 708 rekor puan ile 15. sıraya yükselmiştir. Türkiye’nin bu risk konusunda Irak, Senegal ve Ruanda’dan daha yüksek bir zisyona sahiptir.

Daha hangi rakamları ele alalım? Neyi ele alırsak alalım ekonomi yönetimi dökülüyor! Hükümet ekonomi üzerindeki kontrol gücünü yitirmiş durumdadır.

Son olarak; ÇAYKUR örneğini vermek istiyorum. Varlık Fonu'na devredildiği güne kadar kâr eden ÇAYKUR, Varlık Fonu'na devredildiği 2017 yılından bugüne sürekli zarar etmektedir.

Bu nasıl bir denklem ki; çay üreticisi kan ağlıyor, vatandaş kilosu 80 lirayı bulan çayı alamıyor, sürekli kâr eden ÇAYKUR ise artık her yıl zarar ediyor! Böyle bir denklemi, kursa kursa ancak Ak Parti iktidarı kurabilirdi, kurdu da zaten.

 

VARLIK FONU İÇİN NE DEDİLER, NE OLDU?

Varlık Fonu gibi bir kurumu böyle batırmak veya işlevsiz hale getirmek için ancak özel bir çaba göstermek gerekir. Bir ülkenin varlıkları ancak bu kadar hızlı buharlaştırılıp yok edilebilir.

İnsan sormadan edemiyor, acaba bu stratejik kurumlar bilinçli bir şekilde mi batırılıyor, yoksa becerisizlikten mi batıyor. Varlık Fonu kurulurken dediler ki: "Bu fon ile kamu şirketleri daha etkin hale getirilecek ve daha etkin yönetilecek." Tam tersi oldu; fona devrettikleri bütün kamu şirketlerini batırdılar.  Dediler ki: "Varlık Fonu, Hükümetin elinde kuvvetli bir kaynak olacak." Tam tersi oldu; tek kuruş kaynak bırakmadılar, ihtiyat akçesini bile tükettiler. Dediler ki: "Varlık Fonu sayesinde borçlanmayı önleyeceğiz." Tam tersi oldu; Cumhuriyet tarihinin borçlanma rekorları kırıldı. Dediler ki: "Varlık Fonu ile ekonomik spekülasyonların önüne geçeceğiz." Tam tersi oldu, Doların 1 günde %40 yükselip düştüğü günleri gördük.

 

ATALAR-BABALAR MİRASININ DEĞERİNİ BİLMEYEN BİR EVLAT: AK PARTİ İKTİDAR

Peki iktidar bu vaatleri yaparken, o zaman biz ne demişiz? Bu fon yatırım fonu değil, ipotek fonudur demişiz. Kamu kaynaklarını ipotek ederek yeniden borçlanacaklar demişiz. Bu fon modernize edilmiş Düyûn-u Umûmiyedir demişiz. Her şeyi iflas ettiren bir evladın, en son babadan kalma evi satılığa çıkarması gibidir demişiz. Bu iktidara bırakın Türkiye’nin varlıklarını, leblebici dükkanı dahi emanet edilemez demişiz.. Başkalarını beş kazı güdemez diyerek iktidara gelenler, kazları güdemedikleri gibi birer birer yok ediyorlar.

 

İktidar bugün hâlâ her zaman yaptığı gibi soyut, afaki ve hamaset dolu cümlelerle süreci yönetebileceğini zannetmektedir.

Bu yüzden iktidar yetkililerinin yaptığı her açıklama güveni tesis edeceğine, insanımızın her alandaki endişeleri arttırmaktadır. Siyaset, endişe yerine güven telkin etmesi gereken bir kurumdur. Oysa herkesin teslim ettiği şey şudur: İçinde yaşadığımız ekonomik şartlarda Türkiye’nin hamasete değil, gerçekten köklü yapısal dönüşümlere ihtiyacı vardır. Türkiye’nin bugün geldiği noktada en köklü değişim ise işin ehline verilmesi olmalıdır.

 

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ İSMİNİN HAKKINI VEREMEMİŞTİR

Bir yandan betondan şikâyet edeceksiniz öbür yandan ülke kaynaklarını betona gömeceksiniz. Bir yandan bütçe disiplininden, tasarruftan bahsedeceksiniz öbür yandan; Türkiye’nin her tarafını millet bahçeleriyle donatacağınızı söyleyeceksiniz. Elbette park önemli, yeşil alan çok önemli. Ancak, dünyanın hiçbir yerinde sadece park yaparak kalkınan devlet yoktur.

 

Havalimanlarını fabrikaları yıkıp yerine Millet Bahçesi yapan bir iktidar ise hiç yoktur. Ülkeler fabrika yaparak, kaynaklarını üretime, istihdama ve Ar-Ge’ye ayırarak kalkınırlar. Tabii, kalkınma gibi toplumsal refah, gibi meseleleri varsa. Hep söylüyoruz, Adalet ve Kalkınma Partisi isminin hakkını verememiştir. Bize kalırsa vermek istememiştir.

 

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı “Ne adaletle bu ülkeyi yönetebilmiş ne de ülkemizi kalkındırabilmiştir”Öyle ki; bugün Türkiye'de kapasitesinin üstünde çalışan tek kurum cezaevleridir. 2023, 2053, 2071 hedefleriyle büyük büyük iddialar ortaya atanlar, bırakın bu hedeflerin yanında geçmeyi aksine insanımızı her yıl bir önceki yılı aratır, bir önceki günleri özletir hale getirmişlerdir.

 

İKTİDAR KUTUPLAŞMAYLA OY KAYBINI DURDURACAĞINI ZANNEDİYOR

Ülkemizin hali rakamlarla da ortadadır, insanımızın günlük hayatında karşı karşıya kaldığı problemler de ortadır. Hâl böyleyken, iktidar bam başka gündemlerle insanımıza bu problemleri unutturacağını zannetmektedir. 20 yılın sonunda gelip duvara toslayanlar, başlarını iki elinin arasına alıp "biz ne yaptık böyle?" “Bu hal neyin nesi”, “ bunlar nasıl oldu da başımıza geldi” diye düşünüp, nefis muhasebesi yapacağına, hatalarını telafi etmenin yollarını arayacağına; hâlâ algıyla, boş ve anlamsız tartışma konularıyla ülkeyi yönetmeye çalışmaktadır.

 

Dış politikadaki yönsüzlük, kararsızlık ve tutarsızlıkları ülkemize ağır maliyetler üretmeye devam ederken dünya genelinde bir gıda krizi kapıya dayanmış ve tüm ülkeler stoklarını artırırken vatandaşlarımız iktidarın sebep olduğu ekonomik yıkım nedeniyle en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz durumda iken Erdoğan ve iktidar partisi yöneticileri ve de müttefikleri; tarihi kişilikler ve ortak değerlerimiz üzerinden, yersiz ve gereksiz tartışmalarla toplumu kamplaştırmaya ve kutuplaştırmaya çalışmakta, böylece oy kaybını önleyebileceğini veya gizleyebileceğini zannetmektedir.

 

BU SOKAK ÇIKMAZ SOKAK

Bu sokağın çıkmaz sokak olduğunu bir kez daha hatırlatıyoruz. Bilinmelidir ki bu yanlış yolun sonunda; Cumhurbaşkanı ve ortaklarının iddia ettiği gibi aydınlık bir gelecek, müreffeh bir ülke, kalkınmış bir toplum yok. Bu yolun sonunda, çok daha yüksek enflasyon, altından kalkılamayacak bir enkaz ve onarılamayacak bir hasar var. Vatandaşlarımızın yok edilen umutları var. Bu yolun sonunda geleceği rant lobilerine ipotek edilmiş bir nesil, sosyal yardımlara muhtaç aileler, açlık ve yoksulluk sınırının altında çalışan milyonlarca insan ve umudu başka ülkelerde arayan vatan evlatları var.

 

Bu yolun sonunda daha fazla baskıcı ve otoriter bir devlet, daha az özgürlük ve demokrasi, daha az adalet ve hukuk var. Bu yolun sonunda Türkiye’ye hayır getirecek hiçbir şey yok. Toplumu kutuplaştırarak, kamplara bölerek, suni gündemler üzerinden birbiriyle tartıştırarak; ülkemizin problemleri çözülmez aksine her geçen gün daha da derinleşir, kronik hale gelir, kangren olur.

 

27 MAYIS 1960 VE 29 MAYIS 1453'TEN İBRET ALINMALIDIR

İşte Mayıs ayının son günlerine geldik. Önümüzde 27 Mayıs 1960 Darbesi'nin ve 29 Mayıs 1453 İstanbul'un Fethi'nin yıl dönümleri var. İbret alınacak, önemli dersler çıkarılacak iki tarihi hadise... 27 Mayıs ve sonrası dönemde; partizanlığın, karşıt fikirlere tahammül edememenin, hukuku askıya almanın, toplumu kutuplaştırmanın ülkemize ödettiği bedeller hala hafızalardadır. İstanbul'un Fethi'ne ibret için baktığımızda ise ehliyet ve liyakatin çağın gereklerine uygun askeri ve ekonomik hamlelerle güçlenmenin, değerlerimize sahip çıkmanın birlik ve beraberliğin millet olarak aynı hedefe kilitlenmenin getirdiği başarıyı görürüz. Bu nedenle Saadet Partisi olarak biz, tarihi olaylar ve kişiler üzerinden toplumsal fay hatlarını harekete geçirmek isteyenleri buradan ikaz ediyoruz. Gelin, ne ülkemize ne de insanımıza faydası olmayan bu kısır tartışmaları artık bir kenara bırakın bunlar ucuz siyasetin araçlarıdır. İktidar olarak ülkemizin-insanımızın problemlerine çözüm bulmaya odaklanın.