Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanlığını yapmış ve AK Parti’nin 11 reklam kampanyasını gerçekleştirmiş, 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında oğlu Abdullah Tayyip’le birlikte vurularak hayatını kaybetmiş olan Erol Olçok’un eşi Nihal Olçok, Halk TV’de yayınlanan “Açıkça” programında soruları cevapladı.
Nihal Olçok’a, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından hükümet çevresi tarafından bu darbenin finansörü olduğu iddia edilen ve Yeni Şafak’ın 23 Ekim 2020’de “Şerefsiz bunlar” şeklinde manşet attığı Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile hükümet ilişkilerinin dünü ile bugünü arasındaki farka dair düşüncesi soruldu.
Bu değişim konusunda iktidarın kendilerine hiçbir açıklama yapmadığını ifade eden Olçok, “İktidar, her zaman, her yerde ve her koşulda her konuyu kendi çıkar ve durdukları noktalara göre nasıl değerlendiriyor ve yorumluyorsa bu konuları da öyle yorumluyorlar. Yani biz, 15 Temmuz şehit yakınları olarak, ihtiyaç duymadıkları zamanlarda çok başvurdukları insanlar olmadık. Biz öyle sandık, toplum öyle sandırıldı. Yani algı yaptı yine.” dedi.
“Kiminle birlikte yaptılarsa bugün aynı insanları aklamak durumunda kalıyorlar”
Olçok, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ünlü sanatçısı Hüseyin el-Casmi’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BAE ziyareti sebebiyle, Erdoğan’ın sembol şarkılarından biri olan Muazzez Abacı’nın “Bana her şey seni hatırlatıyor” şarkısını Türkçe söylediğini hatırlattı.
Olçok, şunları söyledi:
“Orada bilinçaltının aslında nasıl dile geldiğini gördüm. ‘Beraber yürüdük biz bu yollarda.’ Aslında çok olayı özetleyen bir şey. Aynen Tayyip Erdoğan’ın başında söylediği gibi. Yani birlikte yapmış olabilirler. Bugün de aynı şeyi kiminle birlikte yaptılarsa bugün aynı insanları da aklamak durumunda kalıyorlar. Şu anda Türkiye’nin durduğu noktaya baktığınızda para, her şeyin o kadar üzerinde duran bir faktör ki, bunun içinde bu alışverişler çok zor şeyler değil ki. Nihayetinde verdiğiniz şeyler, hayatta var olmayan, ihtiyacınız olduğunda kullanabileceğiniz 251 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir gece ve onların ruhaniyeti. (…) Dolayısıyla bizlerle de bir şekilde helâlleşebileceklerini düşünüyorlar; çünkü onların şu anda birinci ihtiyaçları manevî değil maddî. Para yani. Aynı zamanda iktidarın bunu açıklaması gerektiğine de inanıyorum.”
Artık neye inanacağını şaşırdığını dile getiren Olçok, “Öküz öldü, ortaklık bitti. Bu kadar.” dedi.
Uğur Mumcu suikastı gibi geçmişte işlenen suikastların aydınlatılmadığını belirten Olçok, “Hangisinin sonuçlandı ki Erol Olçok’un hatırı sürülsün veya Abdullah veya herhangi birinin. Hangisinin hatırı sürüldü? Hangisinin sanıkları bulundu, katilleri bulundu? Faili meçhul cenneti. 37 kişinin vurulduğu bir köprüde kaç kişinin içeride kaldığını biliyor musunuz? Benim siyasete girmemdeki tek amaç bu. Tek neden.” diye konuştu.
“15 Temmuz, cumhurbaşkanlığı sistemini doğurdu”
“Erol Olçok ve oğlu Abdullah Tayyip Olçok, 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında Boğaziçi Köprüsü üzerindeki karmaşa ortamında mı şehit oldular yoksa köprünün üzerinde oldukları iddia edilen keskin nişancılar tarafından hedef alınarak mı şehit edildiler?” sorusu üzerine Nihal Olçok, düşüncelerini şöyle dile getirdi:
“Sistem öyle bir hāle geldi ki, 15 Temmuz, cumhurbaşkanlığı sistemini doğurdu. Krizlerde kazanım ve kâr kimin hānesine daha çok yazılıyorsa, bilin ki büyük ortak payda odur. En büyük paydaş, en büyük ortaklık ona aittir; çünkü hiçbir sistem, kâr-zarar hesabı olmadan hayata geçmez. Hiçbirimiz çocuk değiliz arkadaşlar ve şu andaki birliktelikte cumhurbaşkanlığının hem maddî hem manevî, Türkiye’deki İslâm anlayışı, ahlâk anlayışı yerlerde sürünüyor. Bunun için de destek bulmaları lâzım İslâm dünyasında; ama bu birliktelik, yüzde yüz çıkar odaklıdır, menfaat odaklıdır. Asıl bunu çözmemiz lâzım bizim.
Bende Adlî Tıp raporları var. Onlara rağmen çözülemedi; ama kurşunların giriş açılarına, sadece yani orada gerçek anlamda 3 tane kriminal uzman (…) oturup sadece kurşunların giriş açılarını bile hesaplasalar, ölçümleyebilseler gerçek anlamda, bunu bulabilirler. Orada sniper (keskin nişancı) var mıydı yok muydu, bunu bulabilirler.”
Olçok, “Sizce var mıydı?” sorusuna karşılık da şunları söyledi:
“15 Temmuz’un tarihi değişmesin diye Abdullah’ı vurdular”
“ ‘Bence’ değil görüntüler var, şahitler var; ama bunların hepsi yok denildi. Yani Erol Bey’in orada vurulması, o gerçekten tartışılır; ama benim tartışmadığım tek bir konum var; Abdullah’ın vurulması. Abdullah’ın vurulması, yüzde yüz suikasttı. Neden? Görgü tanıklığı çünkü. 17 yaşındaki, madde kullanmayan, akl-ı selim, lise son öğrencisi olan, ders notları belli, ailesi belli, eğitimi belli bir çocuğun şahitliği, hem Türkiye’de hem de uluslararası hukukta değer görür ve kayda değerdir. 17 yaşındaki bir çocuk, 15 Temmuz’un tarihini değiştirebilirdi; ama o tarih değişmesin diye Abdullah’ı vurdular. Ben, sadece o izdüşümünün takibindeyim. Bunun için siyasete girdim, bunun için hukuk okudum. Tek amacım bu. Türkiye, bir Susurluk yaşadı ve başka bir kapı açıldı. Türkiye, 15 Temmuz’u yaşadı ve bu 15 Temmuz aydınlanana kadar, ben bunu her yerde söylüyorum, ya beni öldürün, başka türlü hiçbir şekilde benim önümde duramaz. Ancak ölürsem… Bu fotoğraflar, bugün Birleşik Arap Emirlikleri ile yaşadığımız durum, FETÖ’ye verilen bir mesaj da olabilir. Ben buna da hazırım. Burası Türkiye. Yani kavga ettiğimiz insanlarla, eğer menfaatlerimiz doğrultusunda ilerlersek, barışabiliriz de.”
“251 şehidi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi için mi verdik?”
Nihal Olçok, özellikle Abdullah Tayyip Olçok’unki olmak üzere, Adlî Tıp raporlarının çok karmaşık olduğunu belirterek, sözlerine şöyle devam etti:
“Adalet, çok kıymetli bir şeydir. Bugün bana ne kadar lâzımsa, bir gün size de o kadar lâzım olacak. (…) Bütün bu sistem, o kanların üzerine mi kuruldu? Biz, 251 şehidi, bu sistem daha hızlı aktive olsun diye mi verdik? Tek adam rejimi, tek adam sistemi, 15 Temmuz’un doğurduğu, 251 şehitten sonraki en büyük ve tek hakikattir. Benim kaybettiğim, oğlum ve eşim, tamam; ama Türkiye, millet olarak çok fazla şey kaybetti. İnanın bana mukayese bile edilmez. Birisi bireysel bir acıdır. Ne evlâdı ölen, öldürülen tek anneyim ben bu dünyada ne de çocukları yetim kalan tek avlât benim evlâtlarım; ama Türkiye demokrasi yetimi, Türkiye adalet yetimi, Türkiye özgürlük yetimi, Türkiye hak ve hakkaniyet yetimi hāline geldi. Öyle farklı yerlerden bakıyoruz ki belki de hakikate ve bir milât olabilecek olan bir geceyi biz, nasıl kapkaranlık bir geleceğe çevirebildik? Nasıl bunu başarabildik? Ben, bunları soruyorum. Ben, sıradan bir insanım, ben bunları sorguluyorum. Bu dünyadaki en büyük başarısı 3 tane evlât sahibi olmanın ötesine gitmediğini düşündüğüm bir kadınım ben. Ben bunları düşünüyorsam, Türkiye niye düşünmüyor veya bunun gereğini ne zaman yerine getireceğiz biz? Ne zaman gerçek anlamda hak ve hakkaniyetten bahsedeceğiz?