İnsanların bazı yüksek makamlara gelmeleri kolaydır. Ancak geldikleri makamlarda kalmaları ziyadesiyle zordur. Makama gelen, geldiği makama değer katıyorsa, hayırla anılır. Eğer makam kişiyi ihata ediyorsa, o zaman, makamda kalan için güzeldir. Çünkü makamın yetkilerini kullanarak kendini adam saydırmaya çalışır, yani şahsiyeti siliktir, itibarı yoktur.
Nitekim tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. Tecrübesi olmayan, birikimi bulunmayan, basireti bağlı, feraseti buharlaşmış pek çok sadrazam, başbakan, bakan makama geldi. Bunların kahır ekseriyeti, eksiklikleri sebebiyle, bedelini canlarıyla ödediler. Bizler de kavruk, nadan, boşboğaz nicelerini gördük. Başarılı olamadılar, ülkenin zaman kaybına sebebiyet verdikten sonra, defolup gittiler.
Maalesef bunların hemen hemen tamamı makamını para için kullandı, kısa dönem içinde arazi, dolar, euro zengini oldu. Yurt dışında emlak zengini olduklarını medyadan öğrendik. Makamlara gelmeden önce şehirlerin kenar mahallelerinde, gecekondu veya küçücük apartman dairelerinde yaşadıklarını, makama geldikten sonra çok değerli yerlerde villa sahibi, konak sahibi olduklarını da yakinen biliyoruz.
“İnsanın paraya sahibolmasından değil, paranın insana sahip olup, ona hükmetmesinden kork… İnsanın sahibolduğu yüce değerleriyle zirveleşmesinden değil, insanın zirvedeyken kendini mümtaz kılan değerlerini yitirip, kişiliksiz bir karaktere bürünmesinden kork.” (O.C. Kaldırım) Önemli olan da budur.
İnsanlar makamlara geldiklerinde, eğer adil davranırsa, haklı olana sahip çıkarsa, ötekileştirmeden herkese aynı mesafede durabilirse takdir görür. Eğer makamını suiistimal eder, sömürürse o zaman da lanetle anılır. Zira: “Çoban yolunu kaybettiğinde sürünün bundan haberi olmaz.” Günah ve vebal çobana, yani makam sahibine ait olur.
Malumdur ki; “Mevkiler, makamlar gider. En son elinde amel defteri kalır.” (Prof. Dr. N. Erbakan) Çünkü her şer ve her hayır bu deftere kaydolmaktadır. Zamanı gelince defterler açılacaktır, biz buna inanıyoruz.
Makamını dolduramayanlar bol keseden vaatlerde bulunurlar ama vaatlerini gerçekleştiremezler. Onun içinde konuşmalarının büyük çoğunluğu hilafı hakikat beyanlardan oluşur.
Ziya Paşa’nın dediği gibi:
Âyînesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz.
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.
Bu sebeple, boş çuval gibi durmadan ahkâm kesenlerden uzak durmak, en akıllıca iştir. Nitekim İbn Mâce: “Akıllı, nefsini kontrol altına alıp, ölümünden sonraki ebedi hayat için hazırlanan kimsedir” demektedir. Yani akıllı makam sahibi, dünyevileşerek çalmaz, çaldırmaz, şahsiyetini korur, albenisi olur.
Haydar (Ali) de der ki:
Âlemde akıllı kişinin nedreti vardır,
En âkil-i nâsın yine bir cinneti vardır.
Biz, millet olarak, akıllı yüze hasret kaldık. Artık, makamını halkı için kullanan makam sahiplerini görmek istiyoruz. Makamında şımarmayan, yaptığı hayırlı hizmetlerle anılan makam sahiplerini özlüyoruz.
İnsanlara en adil şekilde dağıtılan nimet akıldır. Çünkü hiç kimse aklından şikâyetçi değildir. Akılsız makam sahipleri de bunun için, hiçbir zaman yaptıklarından huzursuzluk duymaz.
Bu sebeple zalim olan makam sahipleri için; “Âh ey zâlim, dilinde hiss-i şefkat yok mudur” denir, tabii ki anlayanlar için.
Unutmamak gerekir ki, makamlar geçicidir. Onu hakkı ile temsil edenler hayırla yad edilirken, temsilde yanlış yola sapanlar da iyi anılmaz, onlara iltifat edilmez. Onlara güven de duyulmaz. Fani olan her şeye ziyadesiyle iltifat, aklın alacağı iş değildir. Bundan dolayı makamlara tayinde ehliyet aranmalı, biata önem verilmemeli ki, işler yolunda yürüsün, idare edilenler de mesrur olsun. Tabii ki izahlarımız anlayanlar içindir, anlayanlar için yazıyoruz.
Rahman ve Rahim,
Kadir ve Muktedir,
Gaffar ve Settar olan Allah’a emanet olunuz.
“Ya Rabbi bu haftayı bize hayırlı ve bereketli kıl. Hayırlara yakın, şerlere uzak eyle.”
Selam doğru yola uyanlara olsun. (Taha/47). 08.09.2025