Saadet Partisi Genel Merkez Gençlik Kolları Başkanı Haldun Pekdemir, basın açıklaması gerçekletirdi.
Pekdemir açıklamasında şunları dile getirdi:
Değerli basın mensuplarımız, Kıymetli Hazirun ve Ekranları başında bize kulak kabartan tüm dert sahipleri; Hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Sözlerimin hemen başında Aziz milletimizin küllerinden doğuşu, emperyalizme karşı verilen mücadelenin destanı, bağımsızlığımızın, birlik ve beraberliğimizin dünya tarihine vurulan mührü olan istiklal ve istikbalimizin en güçlü cephesini, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızı kutluyorum. Bugün hepimizin hatırasına gelen o fotoğraftaki “Cumhuriyeti Biz Böyle Kazandık” diyenlere çok şey borçluyuz. Emaneti emanet bilerek yolumuza devam edeceğiz.
Yine bugün; ülkesine ve inancının sorumluluğunu taşıyan herkese yol açan, dava şuuru kazandıran hocamız Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın doğum günü bugün. İyi ki yolunda yürüyoruz. İyi ki onun izini sürüyoruz. Ne mutlu bize ki hedeflerine ulaşmak için gayret gösteren bir topluluğun mensubuyuz. Ne mutlu bize ki en çok inandığın gençliğin heyecanını taşıyoruz. Allah hocamıza gani gani rahmet etsin. Mekanı cennet olsun inşallah.
Tabi Böyle güzel bir günde güzel şeylerden bahsetmek isterdik elbette ancak Ülkemiz, olumsuz gündemlerin süratle değiştiği bir zamandan geçmekte ve maalesef gençlik için de badireli bir haftayı geride bırakmış durumdayız.
Değerli basın mensupları, Aziz milletimiz!
Maalesef çok hoş manzaralarla karşı karşıya değiliz.
Geçtiğimiz günlerde En değerli eğitim kurumlarımızdan birisi olan Hacettepe Üniversitesi’nde, Başkentin merkezinde, döner bıçaklarının, taşların havada uçuştuğu görüntülerde yalnızca bir kavga değil; ülkemizin geleceğinin, gençliğimizin huzurunun ve güvenliğinin paramparça edildiğini gördük.
Benzer şekilde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde, karşıt fikirli öğrenci gruplarının çatışma sahnelerini hep birlikte seyrettik.
Üniversite kampüslerinin önlerinde öğrenciler görmeye alışkınız hepimiz; ama çevik kuvvet polislerinin, adli tıp uzmanlarının üniversite önlerinde görmeye alışmamalıyız.
Siyaset dilimiz, güvenlik algımız ve politikalarımızın ne denli önemli ve öncelikli olduğunu; söylemlerimizin ve hareket tarzlarımızın toplumu ne kadar etkilediğini, kampüsleri yaşanılmaz hale getirecek kadar kutuplaştırdığını artık görmek zorundayız.
Biz Gençleri ideolojik saflara sıkıştırmak yerine, aynı masada konuşturmayı başaramazsak, bu topraklarda huzuru sadece özlemini duyarak yaşayacağız.
En başta siyaset mahallesinin mensupları olarak bizler; kullandığımız cümlelere dikkat etmeli ve gözü üzerimizde olan insanımıza karşı sorumluluğumuzun bilincinde hareket etmeliyiz.
Yalnızca ideolojik farklılıklardan dolayı bir gencimizin bir başkasına öfke duymasına sebep oluyorsak, biz kim için siyaset yapıyoruz, kimin derdine çare olacağız, bunu düşünmek gerekmez mi?
Bu tablo yalnızca öğrencilerin değil; eğitim sisteminin, idarenin, güvenliğin ve toplumun aslında tamamının sınavıdır.
Devletin görevi, gençlerin fikirlerini bastırmak değil; her görüşten gencin kendini özgürce ifade edebileceği bir iklimi korumaktır.
Kampüslerde özgürlük, adalet ve emniyet bir arada mümkündür — yeter ki sağlam bir irade ortaya koyulsun.
Bir başka yürek yakan olayda, Kayseri Erciyes Üniversitesi’nde üç çocuk annesi Meliha Keskin, boşandığı eşi tarafından üniversite bahçesinde pompalı tüfekle katledildi.
Bir üniversitede böyle bir şey nasıl yaşanabiliyor?
Nasıl oluyor da bir cani, elini kolunu sallayarak kampüse silahla girebiliyor?
Bu sorunun cevabını vermek zorundayız. Bunun hesabını kime soracağız?
Üniversite yönetimi, öğrencilere gönderdiği toplu mesajda “Olay kampüsümüzün genel güvenliğini etkilememektedir.” diyor.
Bu sözlerimizden dolayı kusurumuza bakabilirsiniz ama Allah aşkına siz neyin güvenliğinden bahsediyorsunuz?
Bir öğrenciniz pompalı tüfekle canice katledilirken, almanız gereken önlemleri unutturup bizi avutma çabanızı mı takdir edeceğiz
Bu memlekette ciddi bir “sorumluluktan kaçış” ve “işini başkasına havale etme” krizi vardır.
Koltukların hepsi dolu ama yetki sahibi, sorumluluk sahibi, milletine hesap verme cesaretini gösterecek bir kişi kalmamış.
Bırakın hesap vermeyi, istifa etmeyi dahi unutan yetki sahipleri, artık sadece görevden affını talep eder hale gelmiş.
Siz gerekeni yapamıyorsanız, daha fazla koltuk işgal etmenin de bir manası da yoktur.
Kamu görevi yalnızca mevzuatla tanımlanamaz.
Hani ara ara dilinize aldığınız o söz var ya:
“Kenarı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu, gelir de adl-i ilâhî Ömer’den sorar onu.”
İşte o sözü söylüyorsanız, Ömer olacaksınız, Ömer!
Ya Ömer olacaksınız ya da Ömer olmaya hiç soyunmayacaksınız.
Bazı olayların toplumsal hafızamızda yer bulmasına mani olmak zorundayız.
Çünkü her yeni ihmal, her yeni şiddet vakası, toplumsal çizgiyi biraz daha geri çekiyor, biraz daha karartıyor. Suç işlemeye olan yaklaşım, daha da basite indirgeniyor.
Biz, bilimin konuşulması gereken üniversitelerde; kavga, şiddet ve cinayet haberlerini konuşmak zorunda kalıyorsak, hayalini kurduğumuz o güzel ülkeyi maalesef rüyamızda dahi göremeyiz.
Artık seyretmeyi bırakmak zorundayız.
Hep birlikte sokaklarımızı, kampüslerimizi, yurtlarımızı temizlemenin gayretine girmek zorundayız.
Çünkü seyrederek bir yere varamadık.
Biz susarken, şiddet kök saldı.
Biz beklerken, adalet gecikti.
Biz alıştıkça, vicdanlar köreldi.
Yetkililer üzerindeki baskıyı daha fazla hissettirmek; denetimi, sorumluluğu, liyakati hatırlatmak için üzerimize düşeni yapmaya kararlıyız.
Ama biliyoruz ki, bu sadece bizim değil, bütün bir toplumun sorumluluğudur. Kanun yapma kudreti elinde olanların bekçisi millettir.
Ve eğer sokaklarımız, üniversitelerimiz bizimse; onları korumak da hepimizin görevidir.
Değerli hazirun,
Üniversitelerimizde ki şiddet olayları bir yana, yine son günlerde üniversitelerimizde ki bir diğer konu ise; üniversite öğrencilerimizin yemek ve barınma koşullarıdır.
Geçtiğimiz hafta Denizli KYK’da öğrencilere verilen yemekte kıl, böcek ve geçmişte inşaat kalıntısı bulunduğuna üzülerek şahit olduk.
Yine birkaç gün önce Tokat’ta Gülsüm Ana KYK Kız Yurdu'nda 80 öğrenci, yedikleri yemekten sonra ateş, bulantı ve halsizlik şikayetiyle hastaneye kaldırıldı.
Aldığımız her yeni haber, başımızı daha da öne eğmemize sebep oluyor.
Allah için, 2025 Türkiye’sinde çocuğunu devlete emanet eden, üniversitesine gönderen, yurduna yerleştiren insanımızın karşılaştığı tablo bu mu olmalı?
Meclis restoranında hiç zehirlenme vakası duyuyor muyuz?
Külliye’de böyle bir şeyin yaşanma ihtimali var mı?
Bu olaylar neden hep öğrenci yurtlarında, neden hep gençlerin sofrasında yaşanıyor?
Bu ülkenin taş üstüne taş koyulmasında en çok alın teri olan insanına bunu neden reva görüyoruz?
Bu milletin değişmez gerçeğidir; insanımız devletine güvenir, sahip çıkar, yanında durur.
Peki, işi düştüğünde biz insanımıza neden sahip çıkamıyoruz?
En kıymetli emanetini devletin sinesine bırakmış anne babalarımızın başı neden eğiliyor?
Kime güvenecekler, kimden soracaklar?
Yemek skandalları bir yana, Bir yandan da Hacettepe Üniversitesi, gıda israfını önleme amacıyla yemekhanelerde rezervasyon sistemine geçtiğini duyurdu.
Elbette israfın önlenmesi kıymetli bir hedef. Ama gençlere yük bindirerek, onların omzuna maliyet ekleyerek değil.
Üniversitelerde istatistik bilimi, yapay zekâ uygulamaları, veri analizi neden var?
Bu ülkede binlerce araştırma merkezi, yüzlerce bilişim bölümü var.
Bir yemekhane rezervasyon sistemini öğrenciye yük etmeden, hakkaniyetle düzenlemek bu kadar mı zor?
Hangi gün kaç kişinin yemek yiyebileceğini tahmin edemiyor muyuz?
Yemekhanelerimiz değişen koşullarda alternatif üretmekten bu kadar mı uzak?
İdare etme işini başkalarına bırakacaksak, o koltuklarda neden oturuyoruz?
Bakın bu kadar güncel gelişmeyi burada tekrar gözler önüne sererek laf kalabalığı yapmak derdinde değiliz. Bu açıklamaları yüreğimizin yangınını paylaşma fırsatı olarak görüyoruz. Hesap sorulmadığında kimse yerinden kıpırdamıyor çünkü.
Bir yandan da umudumuza umut olacak, bu memleketi sevdası bilecek insanlara çağrı yapıyoruz.
Bütün bu hengamenin ortadan kaldırılması için evvela;
- Üniversitelerde yaşanan şiddet olaylarına karışan kim olursa olsun, adil, hızlı ve şeffaf bir yargılama süreci işletilmelidir. Ve derhal ceza kanununda değil, infaz kanununda caydırıcı adımlar atılmalıdır. Bir cana kastetmenin bedeli, aklının ucundan geçirene ödetilmelidir.
- Üniversitelerde güvenlik tedbirleri arttırılmalı, ama bu tedbirler öğrencilerin özgürlük alanlarını daraltmamalıdır.
- Şiddeti, ötekileştirmeyi ve nefret dilini körükleyen hiçbir gruba müsamaha gösterilmemelidir.
- Adalet mekanizması, yalnızca kanun metinlerini değil, vicdanın sesini de duymalıdır.
- KYK yurtlarında gıda güvenliği, barınma koşulları ve hijyen denetimleri kamuoyuna açık hale getirilmelidir. En bildiğiniz yerden ifade etmek gerekirse, ilginç kalemlerden alınan TRT payına, KYK payı eklenmelidir. Emin olun; bu millet evlatlarına seve seve destek olur.
Ez cümle, Bu ülkenin gençliği kavgayla değil, kardeşlikle büyümeli.
Bıçakla değil, kalemle yol almalı.
Korkuyla değil, adaletle ve umutla yaşamalıdır.
Biz inanıyoruz ki, bu topraklarda sevgi, adalet ve merhamet filizlendiğinde; şiddet, ihmal ve adaletsizlik kök salamadan kuruyacaktır.
“Arif olana lafın tamamı söylenmez.” derler.
El hak doğrudur.
Bizim milletimiz Ariftir.
Gençliğimizi korumak, geleceğimizi korumaktır.
Hepinize katılımlarınızdan dolayı çok teşekkür ediyorum.