TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, TBMM'de düzenlenen "Küresel ve Bölgesel Değişimlerin Işığında Türkiye’de Millî Güvenlik Mimarisinin Yeniden Düşünülmesi" programına katıldı. Kurtulmuş yaptığı konuşmada, dünyanın her alanda köklü değişimler yaşadığını belirterek, bu dönemde dünya siyaseti ve ekonomisinin temel dengelerinin altüst edildiğini belirtti. Kurtulmuş, dünyada yaşanan ve Türkiye'yi etkisi altına alan bu değişimlere ilişkin şunları söyedi:
"Gıda güvenliğinden enerji güvenliğine kadar, küresel göç dalgalarından iklim değişikliklerine kadar bütün karşılaştığımız bu durumların hepsinin çok katmanlı ve çok yönlü süreçler olduğunun farkındayız. Bu değişimler sadece bir ülkeyi, sadece bir bölgeyi, sadece bir coğrafyayı etkilemiyor. Dünyanın hemen hemen her yerini etkiliyor. Soğuk savaş dönemine ait o dünyadaki dengeler dengeler o kadar hızlı değişiyor ki neredeyse dünya siyasetindeki dengeler de borsalardaki değişim kadar hızlı ve süratli bir şekilde tezahür ediyor. Dolayısıyla bu denge değişikliklerine göre de dünyanın nasıl şekilleneceğini, özellikle bizim içinde bulunduğumuz bölgenin ve Türkiye'nin bu değişimlerden nasıl etkileneceğini fevkalade iyi anlamak, anlamlandırmak durumundayız. Türkiye yeni ittifaklar arayışı içerisinde diyebiliriz ki dünyada hiçbir şekilde yalnız kalmayacak ender ülkelerden birisidir.
Türkiye, bu bölgedeki bütün çatışmaların durdurulabileceği, en azından tehir edilebileceğine inanmaktadır ve bunun için de aktörlerin tamamıyla irtibatını sürdürerek yoluna devam etmektedir. Örneğin hala bir uzlaşma ihtimali bulunan Rusya-Ukrayna arasındaki krizde Türkiye'nin takındığı tavır. 2022 yılında mart ayında Dolmabahçe'de her iki ülkenin paraf ettiği nihai anlaşmanın bir adım öncesindeki anlaşma ne yazık ki bazı ülkeler istemediği için hayata geçirilememiştir. Ama ondan sonraki süreçte de Türkiye 'Ben bununla konuşurum öteki ile konuşmam' demeksizin her iki tarafla da konuşarak, onları belli bir noktaya getirmeyi başarmış, defaatle esir takasının gerçekleşmesine vesile olmuş ve tahıl koridorunun açık tutulmasıyla dünyayı daha derin bir gıda krizinden korumuştur. Aynı şekilde bugünlerde de Cumhurbaşkanımızın inisiyatifiyle yeniden tahıl koridorunun açılması için çalışmalar sürdürülmektedir.
Türkiye'nin küresel adalet perspektifi, insanlığın ortak arayışlarının doğal bir tezahürü. İnsanlığın adalet arayışı, insanlığa ait değerler üzerinden yeni bir dünya tanımlanmasına duyduğu derin ihtiyaç, Türkiye'nin her uluslararası platformda dile getirdiği bir artık motto haline gelmiştir.
"Çok geniş bir coğrafyada dostlarımızın Türkiye'den beklentileri var"
Türkiye'nin savunma sanayisindeki üstün başarısı özellikle her alanda yeni atılımlarla sürdürülen savunma sanayi ürünlerinin dünya piyasalarında artık marka değerleri haline gelmiş olması fevkalade önemlidir. Ancak hepimiz biliyoruz ki günümüz dünyasında milli güvenlik meselesi sadece silahlı kuvvetlere bırakılacak kadar ayrı bir konu değildir. Bu sert gücümüzün hangi seviyede olmasını bize örnekleyen kültürel mirasımızdır, tarihi mirasımızdır. Ama aynı şekilde Türkiye kendi kültürel gücünü özellikle kültürel diplomasi araçlarımız vasıtasıyla yumuşak gücümüzü kullanarak dünyanın dört bir tarafında gerçekleştirmekle kendisini yükümlü hissetmektedir. Türkiye'nin sadece Türkiye'den ibaret olmadığını söylemek ütopik bir hayal değildir. Sudan'dan, Libya'dan, Mısır'dan Filistin'den ta Asya'ya, Afrika'nın içlerine kadar çok geniş bir coğrafyada dostlarımızın Türkiye'den beklentileri vardır."
Türkiye'nin yeni bir güvenlik mimarisine ihtiyacı olduğunu belirten Kurtulmuş, bu mimarinin "Olmazsa olmaz" olarak nitelediği üç temel ayağını şöyle aktardı:
"Türkiye'nin yeni bir güvenlik mimarisine ihtiyacı olduğu aşikar. Milli güvenlik mimarimizin olmazsa olmaz üç temel ayağını paylaşmak isterim. Bunlardan birincisi, Türkiye çok katmanlı ve esnek bir çerçevede güvenlik önceliklerini tespit etmek mecburiyetindedir. Yalnız olmadığımızı, gücümüzün bizim tahminimizden de çok daha fazla olduğunu, eski alanımızın çok daha geniş bir coğrafyaya yayıldığını bilerek ama bunları hayali bir anlatıyla değil, rasyonel siyasal gerekçelerle ortaya koyarak yolumuza devam edeceğiz. Türkiye'nin Güvenlik meselesi her şeyden evvel özellikle son dönemlerde batılı güçlerin maalesef fevkalade mahir bir şekilde kullandığı, dünyayı dizayn etmek için bir aparat haline getirdiği vekalet savaşlarının unsurlarını aramızdan çıkarıp tasfiye etmesidir. Şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki özellikle Irak'ın işgali ile birlikte başlayan süreçte hem Ortadoğu coğrafyası arasında, hem Afrika'da hem Asya'da bu proxy'lerin vasıtasıyla bölgeleri dizayn ettiler, halkların arasına kalıcı ayrılıklar ve nifaklar koymayı başardılar ve böylece kullandıkları bu örgütlerin icraatları olan terör vasıtasıyla da maalesef bu ülkelerin ensesinde boza pişirdiler.
"Türkiye'nin her yeri güvenli bir ülke haline gelecek"
100 yılı tamamlamış olan Türkiye Cumhuriyetimizin ilk 100 yılının 50 yılını biz de terörle geçirmek zorunda kaldık. Binlerce yıllık devlet hakkına sahip olan bu ülke artık ikinci yüzyılında bu terör belasıyla birlikte yaşayamaz. Bunun için Terörsüz Türkiye hedefi ile ortaya bir süreç kuruldu. Türklerin, Kürtlerin, Arapların, 86 milyon yurttaşımızın arasına birtakım vekil örgütler vasıtasıyla kurulmak istenen bu fitne-i fücuru Allah'ın izniyle kenara koyacağız. Türkiye'nin her yeri güvenli bir ülke haline gelecek. Bütün vatandaşlarımız Türkiye'nin eşit ve özgür yurttaşları olarak bu toprağa, bu vatana ve bu bayrağa bağlı insanlar halinde ülkenin geleceğine sahip çıkacaklar.
Bu amaçla Türkiye'nin olgun demokrasisinin bir sonucu olarak içinde bulunduğunuz bu salonda 5 Ağustos'tan bu yana parlamentoda grubu bulunan partilerimizin kahir ekseriyetinin katılımıyla birlikte bir komisyon oluşturduk. Bu millet iradesinin ortak yansımasıydı. Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu bu salonda 18 toplantı yaptı. Artık sonuna geldik. Bundan sonra da süreci toparlayacağız. Bu, Türkiye demokrasisinin başarısıdır. Türkiye'nin kendi güvenlik konseptlerini yeniden değiştirmeye başladığını, terör örgütlerini aradan çıkararak birtakım emperyal güçlerin bu ülke ve bu bölge üzerindeki oyunlarını bozma iradesine fevkalade sahip olduğunun da açık bir göstergesi ve inşallah süreç tamamlandığı zaman hem demokrasimizin bir tecrübesi olarak ortaya konulacak hem de çatışma çözümleri bakımından 'Türkiye Modeli' adı verilecek bir model dünyanın bütün siyaset merkezlerinde, bütün üniversitelerinde ders olarak okutulacaktır.
"İçe kapanan herkes ne kadar haklı olursa olsun mutlaka kaybeder"
Türkiye'nin yeni güvenlik konseptlerinin ikinci temel özelliği ise demokrasi ile güvenlik arasındaki yakın ilişkinin tesis edilmesidir. Bugün dünyada birçok çatışmanın devam etmiş olduğu ülkelerde vakti zamanında sağlıklı bir demokratik ortam kurulmuş olsaydı, yani halkın tamamının kendisinin temsil edildiği ortamlar ortaya çıksaydı böylesine önemli kırılganlıklar, böylesine önemli iç çatışmalar, hatta yabancı devletlerin müdahalesine zemin hazırlayacak yaklaşımlar ortaya çıkmazdı.
Demokrasinin mutlaka güvenlikle adım başı gitmesi, demokratik standartların yükselmesi güvenliği aşağıya çekmeyecek, tam tersine demokrasi standartları ne kadar yükselirse güvenliğin de o kadar rahat sağlanabileceğini ifade etmek istiyorum. Hiç şüphesiz, güvenlik ve demokrasi arasındaki bu dengenin ara noktası ise teraziyi elinde tutan o figür gibi adalettir. Devletin dini adalettir. Devletin adaleti sağlayacak her türlü çalışmayı en açık bir şekilde ortaya koyması lazım. Yeni dönemde mutlaka güvenlik ve demokrasi arasında adaletin ekseninde gelişen çok sağlıklı bir ilişkiyi tesis etmek ve bunu kurumsallaştırmak durumundayız.
Üçüncü olarak söyleyeceğim husus ise yeni güvenlik mimarimizin temeli asla ve asla içe kapanmacı bir anlayışla olmaz. Tam tersine küresel adalet hedeflerimizi gerçekleştirecek çok geniş bir perspektifle, bölgesel ve küresel ölçekte geniş bir perspektifle mümkündür olabilir. İçe kapanan herkes ne kadar haklı olursa olsun mutlaka kaybeder. Türkiye'nin bu yeni gelişmeler çerçevesinde içe kapanmacı değil, mutlaka küresel adalet perspektifiyle dünyadaki bütün sorunların çözülmesinden kendini sorumlu tutan bir perspektifle adım atması kaçınılmazdır."