Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, partisinin 6’ncı Şanlıurfa Olağan Kongresi’nde konuştu. Karamollaoğlu, Millî Görüş ve Saadet Partisi olarak bütün insanlığın saadeti için çalışan bir anlayışa sahip olduklarını ancak bunu sağlayabilmek için önce Türkiye’yi yaşanabilir bir ülke hāline getirmekle mükellef olduklarını söyledi. Bunun için önce ahlâkî ve manevî değerlerin ihya edilmesi gerektiğini belirten Karamollaoğlu, “Ne demek? Kendimizle barışmalıyız. Farklı fikir ve kanaatte olan insanlar da Türkiye’mizde birbirleriyle barışık hāle gelmeli. Bunu yapabilmek için elbette ahlâkî ve manevî değerlerin ihyası, en önde giden bayrağımız olmak mecburiyetinde. Herkes temel ilkelerini belirlerse, birbirine saygı duyarsa, birbirine yardım etmeyi önemserse, komşusu açken tok yatmayı düşünmezse, adalet duygusunu kâmil mānâda anlar, sadece kendi yandaşlarını koruyan bir anlayışa sahip olmazsa o ülkede huzur olur, barış olur.” diye konuştu. Şenyaşar Ailesinin adalet arayışına destek Karamollaoğlu, sözlerinin devamında, 3 yıldır Şanlıurfa Adliyesi önünde “adalet nöbeti” tutan Şenyaşar ailesine de destek verdi. Karamollaoğlu, bu konuda da şunları söyledi: “Şimdi burada biraz önce bu toplantıya girerken de görüştüm. Şenyaşar Ailesini, bunların hālini düşündüğümüz zaman insanın içi parçalanıyor. Nasıl bir mantık ki, ‘Sen eğer iktidar yanlısıysan seni bu iktidar korur. Zalimlere karşı da seni yalnız bırakır.’ Ne biçim mantık yahu, Allah rızası için? Böyle bir yerde huzur olur mu? Böyle bir yerde ahlâkî menevî değerler ihya ediliyor diyebilir miyiz? Adaletin olmadığı yerde huzur olmaz. Adalet, güçlü olanların hakkını zorla mazlumdan almak mānâsına hiç gelmez, bunu da herkes bilsin. Adalet, mazlumun yanında olmayı gerektirir. Hakkı hākim kılmayı gerektirir.” Konuşmasında, sadece ahlâkî ve manevî değerlerin ihyasının, bir ülkenin güçlü olmasını, bir ülkenin etkili olmasını sağlayamayacağının da altını çizen Karamollaoğlu, şöyle konuştu: “Maddî güce de ihtiyaç var. Biz, öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, bu dünyada zalimler güçlüyse mazlumu ezebiliyor. Daha çok diktatörler destekleniyor, ne hikmetse. Demokrasiden, insan haklarından, hürriyetlerden bahseden ülkeler, dikkat edin, ya mazlum ülkeleri sömürüyor, eziyor veya diktatörleri dost olarak görüyor. E bu dünyaya barış nasıl gelecek, huzur nasıl gelecek? Ha, işte bunun gerçekleşebilmesi için Türkiye’nin maddî yönden de güçlü bir hāle gelmesi lâzım. Dışarıya muhtaç olmayacak. İhtiyacı olan her şeyi, yeri geldiği zaman kendisi üretebilecek. Elbette biz, ‘bütün dünyadan kopalım; ne bir şey ithal edelim ne de ihracatla uğraşalım’ diyemeyiz. Biz, ihracat da yapacağız, yeri gelince ithalat da yapacağız ama kendi mallarını bize satanların esiri hāline gelmeyeceğiz. Onların bizim politikalarımızı dikte etmelerine fırsat vermeyeceğiz. Onlara mahkûm olursak, dikte ettirirler bize. İşte silah sanayisinde bir bakın, bize doğru dürüst savunma imkânı vermedikleri için gittik, S-400’lerden aldık. Amerika, F-35 projesini iptal etti. Ödediğimiz parayı bile şimdi almakta zorluk çekiyoruz. Ee, ne yapacağız şimdi biz? Kendi füzelerimizi, kendi savunma sistemimizi kurmadan, kendi uçağımızı, tankımızı, topumuzu geliştirmeden biz, kendimizin tek başına hareket edeceği bir ortamı meydana getirmiş sayılmayız.”