Hayatı

1953 senesinde Fas’ın kuzeyindeki Arâiş bölgesinde yer alan el-Kasru’l-Kebîr nahiyesine bağlı Evlâd-ı Sultân köyünde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini el-Kasru’l-Kebîr şehrinde aldı. Liseden Çağdaş Edebiyatlar bölümünden mezun oldu. Önce Ribat V. Muhammed Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kanunî İlimler Bölümü’nde öğrenim görmeye başladı. Bir sene sonra Edebiyat ve İnsanî İlimler Fakültesi Felsefe bölümüne geçiş yaptı. Bir sene de orada eğitim gördükten sonra Fas Karaviyyîn Üniversitesi Şerîat Fakültesi’nde eğitim görmeye başladı ve bu fakülteden 1978 yılında “yüksek icâzet” (lisans diploması) aldı. Yükseköğrenimini Ribat V. Muhammed Üniversitesi Edebiyat ve İnsanî İlimler Fakültesi’nde 1986’da tamamladı. Aynı üniversitede 1989 yılında makâsıdü’ş-şerîa alanında yüksek lisansını, 1992 yılında da usûl-i fıkıh alanında doktorasını (devlet doktorası) tamamladı.

1973 yılında Adalet Bakanlığı’nda zabıt kâtibi (muharrir kadâî) ünvanıyla görev yapmaya başladı. 1976 yılında Sûku Erbiâi’l-Ğarb şehri İlk Derece Mahkemesine İdârî Bölüm Başkanı olarak tayin edildi. Bir süre savcılık bünyesinde de çalıştı. 1977’de Adalet Bakanlığı’ndaki görevinden istifa etti. 1978-1984 yılları arasında Miknâs şehrinde İmâm Mâlik Lisesinde hoca olarak çalıştı. 1986-2006 yılları arasında V. Muhammed Üniversitesi Edebiyat ve İnsanî İlimler Fakültesi ile Ribat Karaviyyîn Üniversitesi Dâru’l-hadîs el-Haseniyye’de Usûl-i fıkıh ve Makâsıdü’ş-şerîa hocalığı yaptı. 2005’te kendi isteğiyle Üniversite’den emekliye ayrıldı. 2006’dan itibaren Mecmau’l-Fıkhi’l-İslâmî bünyesinde Fıkıh ve Usul Kâideleri Zâyid Ansiklopedisi (Maʻlemetü Zâyid) Projesinde “birinci uzman” sıfatıyla Cidde’de çalışmaya başladı. Sonra proje müdür vekili olarak, daha sonra da müdür olarak tayin edildi ve 2012 yılına kadar bu görevi yürüttü. Bir taraftan da 2010-2011 yıllarında yaklaşık iki yıl Cidde’den Arap Emirlikleri’ndeki Zâyid Üniversitesi’ne haftada iki gün gidip ders verme şeklinde ziyaretçi öğretim üyesi olarak çalıştı. “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreçte halk hareketlerine fikrî ve fiilî olarak destek verdi ve Suudi Arabistan’dan ayrılarak 2012 yılında Ribat’a döndü. 2012-2017 yılları arasında her sene bir dönem (dört ay) Katar’a giderek Hamed b. Halife Üniversitesi’nde ziyaretçi öğretim üyesi olarak görev yaptı. Halen Ribat’ta hem Makâsıd Araştırmaları Merkezi’nin müdürlüğünü yapmakta hem de ilmî ve fikrî faaliyetlerine devam etmektedir.

Raysûnî, ilim hayatının yanında faal kişiliğiyle de ön plâna çıkmış, birçok sivil toplum kuruluşunun oluşumunda ve faaliyetlerinde önemli ve öncü roller üstlenmiştir. Fas İslâm Cemiyeti’nin kurucusu ve ilk başkanıdır, 1976’dan 1980’e kadar bu görevi yürütmüştür. 1986’da Fas İslâmî Yüksek Öğrenim Mezunları Cemiyeti’ni kurmuş ve ilk genel sekreterliğini yapmıştır. Fas İslâmî Gelecek Birliği Başkanlığını yapmıştır (1994-1996). Fas Islah ve Tevhid Hareketi başkanlığı (1996-2003), Tecdîd Gazetesi sorumlu müdürlüğü (2000-2004) yapmıştır. 2004’ten beri Fas Dünya Müslüman Âlimler Birliği’nin kurucu üyesi ve başkan vekilidir. Kardâvî’nin yerine Kasım 2018’de dört yıllığına Dünya Müslüman Âlimler Birliği başkanı seçilmiştir. 2009’da Ehl-i sünnet Âlimler Birliği ilk başkanlığına seçilmiş ve 2012’ye kadar bu görevi yürütmüştür. Mekke-i Mükerreme Açıköğretim Üniversitesi Bilim Kurulu ve Sekreterler Kurulu eski üyesidir. Türkiye Uluslararası Tecdîd Üniversitesi Sekreterler Kurulu üyesidir. Birçok ilmî toplantıya katılmasının yanında pek çok televizyon programına katılan, değişik medya organlarına demeçler veren, davasını her fırsatta anlatmaya ve savunmaya çalışan davetçi ve faal bir kişiliğe sahiptir.

İslam Düşünürleri

Öğretisi

Kitap ve sünnette açıkça belirtilenlerin İslâm, ictihad yoluyla elde edilenlerin İslâmî düşünceler olduğunu söyleyerek ikisi arasındaki farka dikkat çekmiştir. İslâmî düşüncenin sâbit kalması gereken yönleri olduğu gibi yenileşmesi, tekâmül etmesi gereken yönlerinin de olduğunu; katı muhâfazakârlığı ve aşırı yenilikçiliği bırakıp yapıcı bir tekâmül çizgisi takip edilmesi gerektiğini savunmuştur. Üst merci olarak Kitap ve sünnet kabul edildiği sürece muhafazakârlık ve yenilikçiliğin İslâmî düşünce içindeki iç çekişmesini normal karşılamış, her ikisinin de İslâmî düşünce içinde yerinin olduğunu ileri sürmüştür.

Dinî düşüncede tecdîd ve ıslah yapılması gerektiğini savunmuştur. Tecdîd ve ıslah kavramları ile dünyevî meselelerde ve gelişen beşerî tecrübelerde değil, dinî meselelerde ve ilkelerde ilk dönem Müslümanlarının (mütekaddimîn) yaptığı gibi selîm fıtrata uygun ve bedîhî İslâm anlayışına (en-nüshatü’l-asliyye, nüshatü’l-mütekaddimîn) bakarak, onunla karşılaştırıp tashihini yaparak din anlayışımızı oluşturmayı anladığını belirtmiştir.

Biz bilsek de bilmesek de Şâriin yarattığı her şeyde ve koyduğu her hükümde, söylediği her sözün ayrıntısında dahi bir hikmet ve maksadının olduğundan hareketle bütün şerʻî hükümlerin taʻlîl edilebilir olduğunu, her birinin bir maksadının ve hikmetinin bulunduğunu ileri sürmüş, “ibadetlerde asıl olanın taʻlîl edilemezlik, muâmelatta asıl olanın ise taʻlîl edilebilirlik olduğu” söylemini doğru bulmamış, ibadetlerin de en azından bazı küçük ayrıntılar dışında hatta o ayrıntıların bile esasen taʻlîl edilebilir olduğunu savunmuştur. Şerʻî hükümlerin gizli kalmış hikmetlerinin ve maksatlarının bulunabileceğini, bu konudaki araştırmaların durmayacağını ve devam edeceğini ileri sürmüştür. Nasların lafızları tamamen ihmal edilmemekle birlikte modern İslâm düşüncesinin sadece fıkhî veya kelâmî değil, her alanda makâsıdcı bir anlayış ve yöntem üzerinde oluşması gerektiğini; ictihad yapılırken makâsıd ve maslahata dayalı ictihad (el-ictihadü’l-maslahî) yapılması gerektiğini savunmuştur.

Önceleri dinî hükümlerin zarurî maksatlarını can, din, akıl, nesil ve malı korumak olmak üzere beş tane ile sınırlandırmayı doğru bulmayıp ahlâk, adalet, güvenlik, özgürlük ve insan onurunu korumak gibi maksatları da bunlara ilave ederken, sonradan görüşünü değiştirmiş, beş maksadın dışında saydıklarını ayrı ve daha düşük seviyede bir zarûriyyât sınıfı içinde ele almanın daha doğru olacağı kanaatine vardığını ifade etmiştir.

Raysûnî bir taraftan İslâmî ilimlerde tekâmül ve tecdidi savunurken diğer taraftan toplumun İslâmî anlayışının ve yapısının da ıslah edilmesi ve geliştirilmesi adına çalışmalar yapmış, bizzat kendisi bu maksatla kurulan kurumlarda kurucu, yönetici veya üye olarak faaliyet göstermiştir. Bir taraftan İslâmî, siyasî, toplumsal meselelere; din, devlet ve toplum arasındaki ilişkilere ve dünyadaki değişik İslâmî hareketlerin faaliyetlerine yönelik ortaya koyduğu veya geliştirdiği fikirler ile hem ilmî /fikrî anlamda lojistik destek sağlayıcı hem de yol gösterici bir rol üstlenmiş, bir taraftan da küresel problemlere dikkat çekmiş, âlimleri ve İslâmî hareketleri Müslümanların meselelerine ortak tavırlar koymaya davet etmiştir.

İhvân-ı Müslîmîn gibi hem dinî hem de siyasî faaliyetlerde bulunan Fas Tevhîd ve Islah Hareketi’nin bir süre başkanlığını yapmış olan Raysûnî, dinî siyasî faaliyetlerde bulunan İslâmî hareketlerin İslâm’ın âlemşümulluğu fikrinden hareket ettiklerine işaret etmiştir. İhvan-ı Müslimîn ve Hamas gibi hem davetçi hem de siyasî çalışmalar yapan, İslâmı her alanda hâkim kılmaya çalışan ve bu sebeple her alanda faaliyet gösteren İslâmî hareketlerin başarısız olduğu; birçok durumda esneklik, çabuk hareket etme, kendi kendini yönetme, bağımsız karar verme ve çalışma alanıyla uyum gerektiren çalışma çeşitliliğine elverişli olmadığı sonucuna varmıştır. İslâmî hareketlerin şeriatı uygulamayı genelde had cezalarını uygulamaya, içki satışını yasaklamaya, faizli muamaleleri iptale ve diğer hukukî hükümleri uygulamaya hasreden yanlış bir anlayışları olduğunu; şeriatın iman, takva, ibadet, güzel ahlâk, insan onurunu koruma ve geliştirme, aile ilişkilerinde iyi geçim; dinin, canın, aklın, neslin ve malın korunması gibi maksatlara ilişkin hükümlerini ve daha birçok hükmü göz ardı ettiğini ileri sürmüş ve bunu bir eksiklik olarak görmüştür. İslâmî hareketlerin devlet yönetimine geldiklerinde de şeriatın uygulanmasını işaret ettiği dar bir alana hasreden bakış açısıyla değil; İslâmın iman, ahlâk ve diğer makâsıd-ı şerʻiyyeye uygun maslahatlar çerçevesinde toplumsal ihtiyaçların önceliğini göz önüne alarak faaliyetlerini yürütmeleri gerektiğini söylemiştir.

Önce kötülüklerle mücadele edilmesi yerine iyiliklerin yaygınlaştırılmaya çalışılmasının daha doğru olduğunu, iyilikler yaygınlaştıkça kötülüklerin zaten azalacağını savunmuştur. Herkesle ve her düşünceyle çatışan İslâmî hareket ve düşünceleri doğru bulmamış, İslâm’ın ve İslâm düşüncesinin kucaklayıcı yönünün ön plâna çıkarılması gerektiğini savunmuştur.

Siyasî faaliyetler gösteren İslâmî hareketler ümmetin birliğini sağlamayı hedef edinseler de siyasî faaliyet gösterdikleri için uluslararası bağlantılarının onlar üzerinde birtakım şüphelerin oluşmasına yol açtığına ve birçok ülkede yasaklandığına dikkat çekmiştir. Onun için ilkelerinden vazgeçmemekle birlikte mevcut halleriyle devam etmemelerini, milli mensubiyetlerini de göz önünde bulundurarak dengeli bir yapıya bürünmeleri gerektiğini savunmuştur.

İslâmî hareketlerin İslâm ülkelerinde mevcut yöneticileri silahlı mücadele ile devirme girişimlerini doğru bulmamış, onun yerine fikrî mücadele yapmalarını ya da demokratik kurallar çerçevesinde siyasî faaliyetlerde bulunmalarını, iktidara gelmeyi de iktidarı bırakmayı da bilmelerini, özellikle özeleştiri yapmalarını ve düşünce özgürlüğüne müsamaha göstermelerini tavsiye etmiştir. Kendisi “Arap baharı” olarak adlandırılan süreçte “barışçı” olarak nitelendirdiği halk hareketlerine fikrî ve ilmî anlamda destek verdiği gibi Mısır’daki hareketlerin ilk günlerinde Mısır’a gidip gösterilere bizzat katılarak ve ayrıca devlet yöneticilerine ayrı ayrı çağrılarda bulunarak fiilen de destek vermiştir.

Şûranın ve demokrasinin birer amaç değil, araç olduğuna işaret eden Raysûnî, demokrasinin gayr-i müslimler elinde bize Müslümanlığı getireceğini düşünemeyeceğimize göre onu İslâm’ın ve Müslümanların hizmetine kullanmak gerektiğini belirtmiş, demokrasiye karşı çıkılmaması gerektiğini savunmuştur.

Cihad ile ilgili meselelerin hükümlerini şerʻî, ictihadî ve siyasî hükümler olarak görmüş, günün şartlarına göre maslahata uygun şekilde hareket edilmesi gerektiğini, bu şartlar gözetilmeden yapılacak “mukaddes cihad” diye isimlendirilen bir cihadın bulunmadığını savunmuştur.

Müslümanların ortak ve evrensel inanç ve düşünceleri bulunmakla birlikte her toplumun özellikle ictihadî meselelere ilişkin kendine özgü yerel millî dinî uygulamalarının da bulunduğuna dikkat çeken Raysûnî, bunun doğal bir durum olduğuna işaret etmiş, bazı İslâmcıların yerel İslâmî uygulamaları küçümsemesini veya onlara karşı çıkmasını doğru bulmamış hatta İslâm’ın evrenselliği ve İslâm birliği fikrinin söz konusu yerel millî dinî uygulamaları göz ardı ederek bir karış dahi ilerleyemeyeceğini ve hayalden öte geçemeyeceğini savunmuştur.

Raysûnî “modernizmi” savunanların Fas’ı kimliğinden uzaklaştırma çabalarına dikkat çekerek buna karşı çıkmıştır. Fas’ın Müslüman bir ülke olduğuna ve mezhebinin yüzyıllardır Mâlikîlik olduğuna dikkat çeken Raysûnî, buna her alanda sahip çıkılması gerektiğini, Mâlikîliğin birkaç popüler meseleye hasredilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Dil meselesinin de önemine dikkat çekmiş, Fas halkının kimliğini oluşturan Arapça ile yerli dil Amazikçe’nin (Berberîce) asıl kabul edilmesi, Arapça’nın resmi dil olmaya devam etmesi, Amazikçe’ye de gereken önemin verilmesi ve Arap harfleriyle yazılmaya devam edilmesi gerektiğini; resmi dilin Fransızca yapılması ve başka bir dile Arapça’dan daha çok önem verilmesi gibi girişimlerin Faslıları kültürlerinden ve kimliklerinden koparacağını savunmuş, fasih Arapçanın bırakılıp âmmîcenin esas alınması gibi girişimleri doğru bulmamış, ek olarak yabancı diller öğrenilebilmesine zaten kimsenin karşı çıkmadığını belirtmiştir. Ayrıca ümmet çapında Arapça’nın yeniden canlandırılması ve İslâmî uyanış hareketleri gibi Arapça konusunda da uyanış hareketlerinin başlatılması gerektiğini dile getirmiştir.

Ahlak ve Psikolji

Ahlâkı, devamlılık arz eden davranış tarzında sonuçları görülen manevî seciye ve özellikler olarak tarif etmiştir. Ahlâkta manevî unsur, davranış tarzı ve devamlılık unsuru olmak üzere üç unsurun bulunması gerektiğini söylemiştir. Ahlâkın fıtrat, din ve toplumun örfü olmak üzere üç kaynağının bulunduğunu ileri sürmüştür. İnsanların müştereken doğruluk, güvenilirlik, vefâ, iyilik yapma (ihsân), tevâzu ve adâlet gibi özellikleri erdem saymasını; zulüm, kibir, yalan, ihânet gibi özellikleri de kötü ahlâk olarak görmesini temelde fıtrata bağlamaktadır. Bu da iyilik veya kötülüğün insanların fıtratı ile kısmen bilinebileceğini kabul ettiğini göstermektedir.

İslâm’da ahlâkın sadece âdâb yani görgü kuralları ile sınırlı olmadığını; inanç, ibadet, âdet, sözleşmeler, hukukî işlemler (muâmelât), suçlar, cezâlar, kamu yönetimi gibi tüm alanlarda söz konusu olduğunu ileri sürmüştür. Fıkhî her hükmün mutlaka ahlâkî bir aslının, muhtevasının ve maksadının olduğunu, fıkhın ahlâk üzerine tesis edilmesi gerektiğini savunmuştur.

Kendisinin de bir dönem müdürlüğünü yaptığı Zâyid Ansiklopedisi (Maʻleme) Projesi’nde İslâm ahlâkını oluşturan başlıca on özellik tespit edilmiş, diğer erdemler bunların birer alt dalı gibi görülmüştür. Bu erdemler rahmet, istikâmet, takvâ, şükür, sabır, doğruluk, adâlet, iffet, vefâ ve hoşgörüdür.

Öne Çıkan Eserleri

  • Nazariyyetü’l-Makâsıd ʻinde’l-İmâm eş-Şâtıbî: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1989.

  • el-Maʻhedü’l-Âlemî li’l-Fikri’l-İslâmî: Herndon/Virginia 1416/1995.

  • Nazariyyetü’t-Takrîb ve’t-Tağlîb ve Tatbîkâtühâ fi’l-Ulûmi’l-İslâmiyye: Dâru’l-kelime li’n-Neşri ve’t-Tevziʻ, Mısır 1418/1997.

  • el-Fikru’l-Makâsıdî Kavâʻidüh ve Fevâidüh: Matbaatü’n-Necâh, Dâru’l-Beyzâ 1999.

  • el-Külliyyâtü’l-Esâsiyye fi’ş-Şerîati’l-İslâmiyye: Dâru’l-Kelime li’n-Neşri ve’t-Tevziʻ, Kâhire 1434/2013.

  • Makâsıdü’l-Makâsıd: el-Gâyâtü’l-İlmiyye ve’l-Ameliyye li-Makâsıdi’ş-Şerîa: eş-Şebeketü’l-Arabiyye li’l-Ebhâs ve’n-Neşr, Beyrut 2013.

  • el-Ümme hiye’l-Asl: Mukârabe Te’sîliyye li-Kazâyâ ed-Dimokrâtıyye, Hurriyyetü’t-Taʻbîr: el-Fenn, 2012; eş-Şebeketü’l-Arabiyye li’l-Ebhâs ve’n-Neşr, Beyrut 2012.

  • et-Teaddüdü’t-Tanzîmî li’l-Hareketi’l-İslâmiyye: Mâ lehû ve Mâ aleyhi: Dâru’l-Kelime li’n-Neşri ve’t-Tevziʻ, Kâhire 1434/2013.

  • el-Fikru’l-İslâmî ve Kazâyânâ es-Siyâsiyyetü’l-Muâsıra, Dâru’l-Kelime li’n-Neşri ve’t-Tevziʻ, Kâhire, 1434/2013.

  • Fıkhü’s-Sevra: Murâceât fi’l-Fıkhi’s-Siyâsî el-İslâmî: Dâru’l-Kelime li’n-Neşri ve’t-Tevziʻ, Kâhire 1434/2013.

  • Fıkhü’l-İhticâc ve’t-Tağyîr: Dâru’l-Kelime li’n-Neşri ve’t-Tevziʻ, Kâhire 1434/2013.

  • Dirâsât fi’l-Ahlâk: Dâru’l-Kelime li’n-Neşri ve’t-Tevziʻ, Kâhire 1437/2016.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu