Hayatı

Soyunun baba tarafından Hz. Osman’a ulaştığı rivayet edilen Hâlid el-Bağdâdî, Irak’ın Süleymaniye şehrine bağlı Karadağ kasabasında doğdu. Berzencî ailesinden Şeyh Abdürrahim ve kardeşi Şeyh Abdülkerim başta olmak üzere çeşitli hocalardan ders alarak tahsilini tamamladıktan sonra mantık ve kelâm üzerine yoğunlaştı. Bu maksatla bölgedeki ilim merkezlerini dolaştı. Ayrıca Senendüc’e giderek Muhammed Kasım es-Senendücî’den hendese, usturlab ve felek ilmini öğrendi. Ardından Bağdat’a gitti ve burada kendisine müderrislik pâyesi teklif edildi ise de kabul etmedi. Şeyh Abdülkerim Berzencî’nin (ö. 1213/1798) bir vebâ salgınıyla vefatı üzerine onun Süleymaniye’deki medresesinin sorumluluğunu üstlendi. Hayatının ilk devresinde müderrisliğine ilaveten siyasî otoriteye mesafeli tavrıyla, zühd sahibi oluşu ve derin bilgisiyle, keskin zekâsı ve örnek kişiliğiyle tanındı. 1220/1805’te çıktığı hac yolculuğu sırasında karşılaştığı olaylar onun tasavvufî hayatı açısından dönüm noktasıdır. Kendi anlatımına göre Medine’de iken şeriata aykırı gördüğü bir şey olursa hemen kınamaması gerektiğini kendisine nasihat eden Yemenli bir zatla karşılaşmıştı. Bu nasihati unutan Bağdâdî, Mekke’de iken sırtı Kâbe’ye yüzü ise kendisine dönük oturan birini görünce, onun bu tavrının saygısızlık olduğunu düşünür ve içinden henüz tanımadığı bu adamı kınar. Karşısındaki zât, Bağdâdî’ye aniden “Allah indinde mümin bir kulun değerinin Kâbe’nin değerinden daha yüksek olduğunu bilmiyor musun?” demesi üzerine hayrete düşen ve kendisine verilen nasihatı hatırlayarak pişmanlık duyan Bağdâdî, o zâttan kendisini bağışlamasını ve mürid olarak kabul etmesini ister. Söz konusu zât, Bağdâdî’yi müridliğe kabul etmeyerek mürşidinin onu Hindistan’da beklediğini söyler ve böylece ona mânevî bir işâret vermiş olur.

Hacdan sonra Süleymaniye’deki müderrislik vazifesine dönen Bağdâdî’ye, 1224/1809’da bölgeyi ziyaret eden Mirza Rahîmullah Azîmâbâdî adındaki bir derviş, Hindistan’a giderek Nakşibendî şeyhi Abdullah Dihlevî’den el almasını tavsiye etti. Kendisine Mekke’de verilen nasihati hep hatırında tutan Bağdâdî, bu tavsiye üzerine yola çıkarak İran ve Afganistan üzerinden altı ay kadar süren bir yolculuk sonrasında Delhi’ye ulaştı. Yolculuğu esnasında pek çok dinî merkezi ziyaret eden ve Dîvân’ında görüleceği üzere bu mekanlarla ilgili şiirler söyleyen Bağdâdî, bir yandan da Şiî ulemâ ile sert polemiklere girdi ve bu tavrındaki ısrarı bazı meşakkatlerle karşılaşmasına sebep oldu. Delhi’de Abdullah Dihlevî ile 1225/1810’da görüşmesi, Bağdâdî’nin Nakşibendiyye’ye intisâbı dolayısıyla tasavvuf tarihinin önemli olaylarından biridir. Bağdadî, beş ay kadar Dihlevî’nin yanında kalarak seyr ü sülûkünü tamamladı ve kendisine hilâfet verilerek Süleymâniye’ye geri gönderildi. Hindistan’daki ikameti sırasında Bağdâdî’ye, Nakşibendiyye’nin yanı sıra Kâdirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çiştî tarikatlarından da irşad ehliyeti verildi. Dönüş yolcuğunda yine Şiî ulemâ ile polemiğe giren Bağdâdî, bir müddet sonra Bağdat’a giderek kısa bir süreliğine Abdülkâdir Geylânî zâviyesine yerleşti (1226/1811). Bağdâdî’nin Nakşibendiyye’yi yaymaya başlaması Süleymaniye’de yerleşik olan Kâdirî muhitlerini rahatsız edince bu durum siyasî mercilere intikal etti. Yaşanan gerginlik dolayısıyla 1813’te tekrar Bağdat’a giden ve orada satın aldığı bir medreseyi Nakşibendî zâviyesine çevirerek irşad faaliyetine başlayan Bağdâdî, çok sayıda mürid toplamasına karşılık Şeyh Ma‘rûf Berzencî tarafından sahtekârlıkla suçlandı. Bağdat Valisi Said Paşa’nın dahil olduğu mesele karşılıklı reddiyelerin yazılması ve Bağdâdî’nin nüfûzu dolayısıyla şiddetini yitirdi. Bu olay sonrasında Süleymaniye’ye giden Bağdâdî için Vali Mahmud Paşa tarafından bir zâviye yaptırılsa da Bağdâdî kısa bir süre sonra tekrar Bağdat’a döndü ve irşad faaliyetlerine burada devam etti. Osmanlı coğrafyasında sayıları hızla çoğalan halifeleriyle tanınmaya başlayan Bağdâdî, Şam’a gönderdiği Ahmed Kâtib Erbîlî’nin Şam müftüsü Hüseyin Efendi Murâdî’yi tarikata katmasıyla 1823’te Bağdat’tan Şam’a geçme imkânı buldu. Bu esnada halifelerinden Abdülvehhâb es-Sûsî’yi bağımsız hareketleri üzerine hilâfetten azletmesi ve Sûsî’nin Bağdâdî aleyhinde faaliyetlerde bulunması yeni bir gergin ortama zemin hazırladı. İbn Âbidîn’in, Sellü’l-husâmi’l-Hindî li-nusreti Mevlâna’ş-Şeyh Hâlid en-Nakşbendî isimli eseri, bu dönemde yapılan suçlamaların reddini konu almaktadır. Ömrünün son yıllarını Şam’da geçiren Bağdâdî, ikinci defa hac yapmak ve halifesi Abdullah Ferdî’nin davetiyle Kudüs’e gitmek için Şam’dan ayrıldı. 1826’da Şam civarında yayılan vebâ salgınından ötürü vefât edeceğini anlayınca İsmâil Enârânî, Muhammed en-Nâsıh ve Abdülfettâh el-Akrî’nin yerine geçmelerini vasiyet ederek 14 Zilkade 1242’de (9 Haziran 1827) vefat etti. Şam sınırları içerisinde Cebelükāsiyûn’un tepelerinden birine defnedilen Bağdâdî’nin kabri üzerine günümüzde de restore edilerek ziyaretgâh haline gelmiş bir bina inşâ edildi.

Bağdâdî’nin tasavvufî tavrını yansıtan Hâlidiyye, yüzlerce halifesi kanalıyla Balkanlar’dan Güneydoğu Asya’ya kadar geniş bir coğrafyaya ulaşmıştı. Tarikatın esas belirleyici olduğu bölge ise Kuzey Irak, Güneydoğu Anadolu ile Kuzeybatı İran bölgeleriydi. XIX. yüzyıl Osmanlı ulemâsından ve devlet ricâlinden pek çok seçkin sima, dönem içerisinde yaşanan bu tasavvufî hareketlilik dolayısıyla Hâlidiyye’ye intisâb etmişlerdi. Hâlidiyye’nin Osmanlı tasavvuf tarihi açısından dikkat çeken bir diğer yönü, önceki Nakşibendî kollarını gölgede bırakması, ayrıca Suriye, Filistin ve Irak’taki tasavvufî muhitler arasında Nakşidendiyye’nin önemli bir yer edinmesine sebep olmasıdır. Nitekim Kuzey Irak’ın dinî hayatı üzerinde özel bir etkiye sahip olan Kâdiriyye’nin faaliyet gösterdiği bu bölgede Hâlidiyye’nin doğuşuyla söz konusu hâkimiyet Nakşibendiyye’ye kaymış, diğer unsurlar kademe kademe Nakşibendiyye bünyesinde erimiştir. 

İslam Düşünürleri

Öğretisi

Bağdâdî’nin Nakşibendiyye üzerine getirdiği yorumlar ve geliştirdiği tavırlarla şekillenen Hâlidiyye, bu tarikatın temel esasları ve terbiyevî uygulamalarından özellikle şeriat vurgusunu merkeze alarak ve râbıta kavramını işleyerek farklı bir hareket sahası oluşturmuştur. Şer’î esaslara kayıtsız-şartsız bağlılık, zikre ve tefekküre önem verme, nâfile ibâdetlere özellikle de gece ibâdetlerine ihtimâm gösterme, nefis muhâsebesi ve murâkabe gibi hususlar Hâlidiyye’nin belirleyici nitelikleri arasında sayılabilir.  Ancak tüm bu esaslar, açılımını râbıta kavramında bulur. Bağdâdî, ilgili risâlesinde ihlâs, edeb ve muhabbetin feyiz sebebi olduğunu, râbıtanın ise hem bu kavramların sıhhati hem de tasavvufî amaçların kısa sürede gerçekleşmesi için vazgeçilmez bir unsur sayıldığını anlatır. Râbıtanın çeşitli delillerine de dikkat çeken Bağdâdî vefâtından sonra yine kendisine râbıta yapılması gerektiğini vurgulayarak meseleyi daha ileri bir düzeye taşımış, kendisinden sonra takipçileri tarafından yazılan eserlerde de öne çıkan bu üslup râbıta ile ilgili ciddi bir polemik literatürünün doğmasını netice vermiştir. Bu sebeple modern dönemde tasavvufî gündemlerin en başında geleni râbıta kavramının otantikliği olmuştur. Bağdâdî, her ne kadar XIX. yüzyılın kriz ortamı dolayısıyla daha çok siyasal süreçler dikkate alınarak okunmuş bir sûfî ise de onun tasavvufî kişiliğinin en dolaysız yansıdığı metin Dîvân’ıdır. Dîvân’ında tasavvufun coşkun ve aşk dolu bir takipçisi olarak ortaya çıkan Bağdâdî, diğer metinlerinde çoğunlukla tavsiyeleri ve sürekli delillerle konuşmaya dikkat eden âlimâne edâsı ile öne çıkmaktadır. Hâlidiyye’nin ortaya çıktığı coğrafya sınırlarının ötesine kısa sürede yayılan nüfûzu ve modern dönüşümlere karşın toplum üzerinde etkisini yitirmeyişi, akademide sosyoloji ve politika çalışmaları bakımından bu tarikatın kimliğini konu alan bir dizi çalışmanın ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bağdâdî ve takipçileri Osmanlı döneminde idareye sadakati ve anti-emperyalist söylemi sahiplenirken, XX. yüzyılda dindarlığın muhafazasına ve dinî alâmetlerin kültürel tezahürlerine önem vermişler, geriye disiplinlerarası bir metodla değerlendirilmeyi bekleyen bir miras bırakmışlardır. 

Öne Çıkan Eserleri

  • Dîvân: haz. Abdülcebbar Kavak, Semerkand, İstanbul 2013.

  • Risâle-i Hâlidiyye: Hâlidiyye Risâlesi, haz. A. Suat Demirtaş, Semerkand, İstanbul 2010.

  • Mektûbât. Mektûbât-ı Mevlânâ Hâlid: haz. Dilaver Selvi, Kemal Yıldız, Sey-tac, İstanbul 2004.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu