Hayatı

661/1263 yılında Harran’da doğdu. Yaşadığı dönemde İslâm dünyası Batıdan gelen haçlı saldırıları ve doğudan gelen Moğol saldırıları ile kıskaca alınmış bir durumda idi. Söz konusu kargaşa ortamında Müslümanlar eski dönemlerde olduğu gibi güçlü siyasî otoriteden mahrum bulunuyordu. Bütün bunların sonucu olarak hilafetin başkenti olan Bağdat’ın Moğollar tarafından istilası (656/1258) yanında pek çok şehir Moğollar tarafından tahrip edilmiştir. Yaklaşan Moğol tehlikesi üzerine İbn Teymiyye 667’de (1269) âilesiyle birlikte Hanbelî mezhebinin merkezi durumundaki Dımaşk’a göç etti. İlk eğitimine babası Abdülhalîm’in müderrislik yaptığı Sükkeriyye Dârülhadisi’nde başladı. En önde gelen hocaları İbn Kudâme el-Makdisî, İbn Asâkir, Şemseddin İbn Atâ ve İbn Ebü’l-Yüsr et-Tenûhî’dir.  İbn Teymiyye, babasının vefatından bir yıl sonra (683) Dımaşk’ta Sükkeriyye Dârühadisi’nde ve Emeviyye Câmii’nde ders vermeye başlamıştır. On yılı aşkın bir süre burada devam eden derslerinin ardından 695/1296’da Dımaşk’ta Hanbeliyye Medresesi’nde ders vermeye başlamıştır. İbn Teymiyye 698/1299’da el-Fetâva’l-Hameviyyetü’l-kübrâ adlı eserinde Hamalıların sorularına verdiği cevaplarda teşbih düşüncesini savunmakla itham edilmiştir. 

702/1303’de Moğollara karşı Dımaşk yakınında yapılan Şehâb savaşında Memlüklüler Moğol ordusunu büyük bir yenilgiye uğratmışlardı. İbn Teymiyye bizzat katıldığı bu savaşta askeri savaşa teşvik etmekle görevlendirilmiştir. 

Akaide dair yazdıklarında Allah’ı diğer varlıklara benzeten unsurlar bulunduğu (teşbih), tasavvufa dair yazdıklarında başta tevessül olmak üzere sûfîlerin uygulamalarına karşı çıktığı, fıkhî konularda da dört mezhebin görüşlerine aykırı fetvalar verdiği gerekçeleriyle Dımaşk ve Kahire’de farklı zamanlarda muhâkeme edilmiş ve hapse atılmıştır. 

İbn Teymiyye’nin önde gelen öğrencileri İbn Kayyim el-Cevziyye, İbn Kesîr, Zehebî, İbn Müflih ve Mizzî’dir. Bunlar arasında özellikle İbn Kayyim, İbn Teymiyye’nin yalnızca öğrencisi olmakla kalmamış aynı zamanda onun davasını sahiplenip hocası ile birlikte çeşitli sıkıntı ve hapis cezalarına katlanmıştır. 

İbn Teymiyye’nin fıkhî fetvaları arasında bir mecliste verilen üç talakı tek sayması, kocanın karısına gözdağı vermek üzere şarta bağladığı boşamalarda şartın gerçekleşmesi durumunda talak değil yemin kefaretinin gerekli olduğuna hükmetmesi, Hz. Peygamber’in kabrini ziyaret etmenin adak konusu yapılmasını reddetmesi farklı mezheplerden ulemanın tepkisine sebep olmuş ve İbn Teymiyye bu görüşleri sebebiyle farklı zamanlarda Dımaşk’ta hapsedilmiştir. Vefat ettiği yıl olan 728/1328’de yazmasına engel olmak amacıyla yazı malzemelerine el konuldu. Bundan büyük bir üzüntü duyan İbn Teymiyye hastalanmış ve 20 Zilkade 728’de (26 Eylül 1328) hapishanede vefat etmiştir.

İbn Teymiyye ilmî mesâisini İslâmî ilimlerin herhangi bir alanı ile sınırlandırmamış tefsir, hadis, fıkıh, usûl, kelam, tasavvuf gibi ilimler yanında felsefe, mantık, dinler tarihi gibi konularda da eserler yazmış, bu konularda dönemindeki bazı kişi ve gruplarla tartışmalarda bulunmuştur. Üslubunun sert olması belirli çevrelerle yaptığı tartışmalara yansımış, bunun sonucu olarak pek çok kesimden de kendisine aynı sertlikte eleştiriler yöneltilmiştir. Bu sert mizacı kendisinin ders verme dışında ifta ve kaza gibi görevlerden uzak durmasına da sebep olmuştur. 

İbn Teymiyye’nin etkisi yalnızca yaşadığı zaman dilimiyle sınırlı olmayıp günümüze değin uzanmıştır. Özellikle Osmanlılar döneminde Hicaz bölgesinde yetişen Muhammed bin Abdülvehhab onun görüşlerinden önemli ölçüde etkilenmiş, kendisinin zamanındaki bazı grupların dinde şirke ve bid’atlere saplandığını iddia ederek başlattığı hareket Osmanlılara yönelik bir isyan hareketine dönüşmüş, günümüzdeki Suudî Arabistan krallığının kurulmasına etki etmiştir.

Son iki yüzyıl boyunca İslâm dünyasında ıslah, ihya, tecdid parolasıyla ortaya çıkan bütün hareketler ve bu hareketlerin lideri konumundaki şahıslar İbn Teymiyye’nin düşüncelerinden etkilenmişlerdir. İbn Teymiyye kendisi öncesinde nispeten durgun bir görünüm arz eden Hanbelîliğe “selefi” bir görünüm kazandırmak suretiyle canlılık vermiş olmakla birlikte onun etkisini yalnızca belirli bir mezheple sınırlandırmak mümkün değildir. Bugün dahi İslâm dünyasında lehte ve aleyhte en çok tartışmaların yapıldığı şahısların başında İbn Teymiyye’nin gelmesi, onun düşüncelerinin etkisini göstermesi bakımından önemlidir. 

Öğretisi

İbn Teymiyye hadisten tefsire, usûl-u fıkıhtan furû‘a, akâidden mezhepler tarihine, tasavvuftan mantığa ve dinler tarihine varıncaya kadar pek çok sahada eserler kaleme almış ve görüşleri çoğu kez tartışmaların odağında olmuş bir İslâm âlimidir. O, kendi düşüncesini, akıl ve nakil arasında dengeli bir uzlaştırmaya dayalı olarak geliştirdiğini her fırsatta dile getirir. Çünkü ona göre, sahih nakille sarih aklın verileri birbiriyle çelişmez.  İbn Teymiyye’nin akıl-nakil uzlaştırma çabasında ictihad fikri önemli bir rol oynar. Bu çerçevede o, mezhep taassubunu eleştirir ve herhangi bir meselenin hükmünü verirken mezheplerin görüşlerinden ziyade o hükmün dayanak ve delillerinin ne olduğunu araştırmayı tercih eder. Bu nedenle kendi dönemindeki yaygın görüşlere muhalefet eden fetvalar vermiş ve ictihad fikrini yeniden canlandıran adımlar atmıştır.

Varlık Düşüncesi ve Metafiziği

Âlem kadîm değildir, sonradan yaratılmıştır. Bununla birlikte Allah’ın yaratma fiili sonradan meydana gelmiş olmayıp o sürekli yaratma halindedir. 

Âlemin yaratılmasını sudur teorisi ile izah etmek kabul edilemez.

Âlemde bir sebeplilik söz konusu olup Allah’ın kudretini vurgulamak adına bu sebepliliği reddetmek doğru değildir. 

Allah ve âlemi iç içe tasavvur eden vahdet-i vücud düşüncesi doğru değildir. 

Âlemin yaratılışında tanrıyı sadece “ilk hareket ettirici” olarak niteleyen filozofların görüşleri kabul edilemez. 

Bilgi Teorisi

Bilginin kaynakları vahiy, akıl ve haber-i sadıktır. Mantıkçıların bilginin kaynağını kıyas ile sınırlandırmaları kabul edilemeyeceği gibi kesin bilgiye ulaşmada mantıkçıların “tasavvur” ve “tasdik”e dayalı yöntemleri yegâne yöntem olarak görülemez. Mantıkçıların kullandığı istidlal yöntemleri tamamen soyut ve formel yöntemler olup dış dünyadaki gerçeklik konusunda herhangi bir bilgi sağlamaz. 

Bilgide kesinliği sağlayan şey kullanılan istidlal tarzının formundan ziyade muhtevası ile ilgilidir. Bu bakımdan mantıkî kıyasın kesin bilgi verdiği, fıkıhçıların kıyaslarının ise zannî bilgi verdiği iddiası doğru değildir. 

Bilgide kesinlik “objektif” ve “sübjektif” kesinlik olarak ikiye ayrılabilir. Herkes için kesin olan bilgiler olduğu gibi bazıları açısından kesin olan bir bilgi başkaları açısından zannî karakter taşıyabilir.

İtikadî Görüşleri

İbn Teymiyye İslâm inancını temellendirme ve savunmada kelam ilmi yerine Kur’ân ve sünnette yer alan istidlal tarzının esas alınması gerektiğini belirtir. Zira Kur’ân ve sünnette yer alan deliller hem fıtrata uygun hem de herkesin anlayabileceği sadeliktedir. Buna karşılık kelam ilminde yer alan delillendirme yöntemleri felsefenin de etkisi sebebiyle yalnızca belirli bir zümreye hitap eden, muhtevası itibarıyla İslâm’ın inanç esaslarını ispatlayabilecek yeterlilikte olmayan, şekil ve form itibarıyla fıtrata hitap etmeyen delillendirme yöntemlerinden oluşmaktadır. 

Allah’ı varlığı ve birliğini bilmek insan fıtratında var olan bir duygu olduğu halde kelam ilmi gayretinin büyük çoğunluğunu isbat-ı vâcib (Allah’ın varlığının ispatı) konusu üzerinde yoğunlaştırarak aslında insanlık tarihi boyunca insanlığın genelinin mesele etmediği bir konuyu dert edinmiş, buna karşılığı uluhiyyet tevhidi yani Allah’tan başka ilah olmadığını temellendirme konusunda ise yeterince gayret göstermemiştir. 

İbn Teymiyye Allah’ın sıfatlarına ilişkin yer alan ifadelerin tevil edilmesine şiddetle karşı çıkar. Allah’ın sıfatları ezeli olup bunların hakiki anlamda mahiyetini yalnızca Allah bilir. Teşbih (Allah’ı diğer varlıklara benzetmek) ve tecsim (Allah’ı cisim olarak kabul etmek) gibi durumlardan kurtulma gerekçesiyle Allah’ın sıfatlarına ilişkin Kur’ân ve sünnette yer alan ibareleri tevil etmeye çalışmak bunları tahrif etmek anlamına gelir. Allah’ın kelâm ve basar (görmek) gibi bazı sıfatlarını tevil etmeksizin kabul edip istivâ (oturmak), nüzul (inmek), yed (el) gibi bazı haberi sıfatlarını teşbih endişesiyle başka mânalara çekmek tutarsızlıktır. Gerek Allah’ın sıfatları, gerekse âhiret ve gayba ilişkin diğer konularda nasslarda yer alan ifadelerin hakiki anlamlarını yalnızca Allah bilir. Haberî sıfatlar, diğer varlıklara benzetilmeksizin ispat edilir, Allah’ı tenzih etme gerekçesiyle iptal edilemezler.

İbn Teymiyye’ye göre ister peygamberler isterse salih kullar ve Allah’ın velileri olsun Allah’tan başka varlıklardan doğrudan yardım talep edilmesi (istiğâse) tevhid inancı açısından sakıncalıdır. Hz. Peygamber’i vesile kılarak Allah’tan bir şey istemekte (tevessül) bir mahzur yoktur ancak peygamber dışında birinin duaya vesile yapılması uygun değildir. 

İbn Teymiyye’ye göre tevhid inancını zedeleyebilecek hususlardan birisi de kabir ziyareti konusunda İslâm’ın ölçülerine riayet etmemektir. Kabir ziyareti İslâm’ın koyduğu şartlara riayet edilmesi kaydıyla genel anlamda caiz olmakla birlikte bunun sürekli ve düzenli yapılması, kabir ziyaretleri için özel seyahatler düzenlenmesi, Hz. Peygamber’in kabri de olsa herhangi bir kabri ziyaret etmeyi adak olarak adamak, kabirlerin başında namaz kılmak, adakta bulunmak, ölen şahıslardan yardım talep etmek tevhid inancıyla bağdaşmaz.

İbn Teymiyye kelâmcıları bilgi sahibi olmadan Allah hakkında tartışmak, kendi akıllarını naklin önüne geçirmek, Kur’ânî terimlerin anlamlarını değiştirmek, Allah’a gerçek dışı şeyler isnat etmek, ilimsiz cedel yapmak, hakikat ortaya çıktıktan sonra yine cedele girişmek, yanlış olan delillerle cedel yapmak, Allah’ın tartışılmasını yasakladığı konularda tefrikaya düşmek gibi noktalardan tenkit eder.

Usûlî ve Fıkhî Görüşleri

İbn Teymiyye’nin fıkıh anlayışının temelinde ehl-i hadis yaklaşımının ve Hanbelîliğin güçlü bir etkisi bulunmakla birlikte onu herhangi bir mezhep ya da ekolün davetçisi gibi görmek doğru olmaz. Zira bütün söylemlerinde taassup ve taklide karşı çıkan İbn Teymiyye, hemen her meselede “delile ittiba etmenin gerekliliği” üzerinde durmuştur. Delillerin temelini Kur’ân ve sünnet nassları oluşturur.

Onun usûl anlayışında Kur’ân merkezî bir öneme sahiptir. İslâm tarihinde ilk bid‘atların Kur’ân’ı anlamada selefin yönteminin terk edilmesi sonuucunda Kur’ân’ı yanlış anlamadan doğduğunu kabul eder. Kur’ân’ı doğru anlamanın öncelikli şartı te’vil ve tahriften kaçınmaktır. Kur’ân’ın doğru anlaşılması onu açıklayacak hususlar arasındaki hiyerarşiye riayet etmeye bağlıdır. Kur’ân’ın anlaşılmasında öncelikle yine Kur’ân’a başvurmak gerekir; zira Kur’ân’ı en iyi Kur’ân tefsir eder. Daha sonra sırayla Hz. Peygamber’in sünneti ve sahabe ve tâbiûnun tefsirleri gelir. 

Sünnet gerek Kur’ân’ın tefsirinde gerekse Kur’ân’da yer almayan ahkâmın tespitinde mutlak bir otoriteye sahiptir. Peygamber dışındaki insanların sözleri alınır da terk edilebilir de. “Mezhebe bağlılık” gerekçesiyle sahih hadislerin terk edilmesini doğru bulmayan İbn Teymiyye’ye göre müctehidlerin hiçbirisi bilerek Hz. Peygamber’e muhalefet etmez. Onların bazı hadislerle amel etmemelerinde birtakım mazeretleri söz konusudur. Bu mazeretler arasında hadisin müçtehide ulaşmaması, sahih bir yolla gelmemiş olması, bir başka delille çeliştiği düşünülerek amel edilmemesi, hadisteki delaletin müctehid tarafından anlaşılmaması, hadisteki hükmün mensuh olduğunu kabul etmesi gibi sebepler yatmaktadır. 

İbn Teymiyye de tıpkı Ahmed bin Hanbel gibi icmaı sahabe dönemi ile sınırlı görür. Sahabenin icma ettiği hususlar incelendiğinde bunların genellikle bir Kur’ân âyetinin anlamı veya bir hadis üzerinde olduğu görülür. Sahabenin icmaı kat’îdir.

İbn Teymiyye kıyası ''birbirine benzer şeyleri birleştirmek, farklı şeyleri de ayrı tutmak'' şeklinde açıklar. Ona göre dinde sahih kıyasa aykırı hiçbir nass bulunamaz. Sahih kıyas, Kur’ân’da Kitapla birlikte zikredilen mizandır. Nassa aykırı olan kıyas fâsid kıyastır. 

İbn Teymiyye maslahat düşüncesine geniş bir yer verir, özellikle siyasî ahkâma ilişkin konularda belirli kural ve şartlara bağlayarak sıkça kullanır. Yine onun düşüncesinde sedd-i zerîa ilkesi önemli bir yer tutar. Bu ilke gerekçesi ile hileli uygulamalara şiddetle karşı çıkan İbn Teymiyye akitlerde yer alan sözlü ve yazılı ifadelerin yorumunda yalnızca dışa yansıyan irade ile yetinmenin doğru olmadığını, karinelerden hareketle iç iradenin dikkate alınması gerektiğini belirtir. 

İbn Teymiyye’nin tevhid ve sıfatlar konusunda en çok tartışılan görüşleri haberi sıfatların tevil edilmeksizin kabul edilmesini istemesi, kelam metodunun İslâm’ın tabiatına yabancı olduğunu savunması olduğu gibi fıkıh konusunda en çok tartışılan görüşleri ise özellikle aile hukuku alanında boşanmaya ilişkin görüşleri ile adak konusundaki görüşleridir. O bir mecliste verilen üç talakın tek talak sayılması gerektiğini, şarta bağlanmış boşamalarda şayet şarta bağlamanın amacı gerçekten boşamak değil de gözdağı vermek ise şartın gerçekleştiği durumda boşamanın değil yemin kefaretinin gerekli olduğunu söylemesi, aşırı öfke halinde boşamanın geçerli olmayacağını savunması, kocası tarafından üç kere boşanmış olan kadının tekrar ilk kocasına dönmesi için anlaşmalı olarak yapılan hülle evliliğini bâtıl ve haram sayması, âdet döneminde yapılan boşamayı geçersiz saymasıdır.

***

İbn Teymiyye’nin tefsir konusunda yaptığı çalışmalar Selefî tefsirin klasik örneklerini oluşturur. O, İslâm tarihindeki ilk bid‘atların Kur’ân’ı yanlış anlamadan kaynaklandığını savunur. Ona göre öncelikle yapılması gereken şey, Allah’ın kitabını te’vîl etmekten kaçınmak ve Selef’in yolundan giderek âyetlerin evvelemirde zâhirî anlamlarını dikkate almaktır. İbn Teymiyye, âyetlere bâtınî-tasavvufî anlamlar yüklemenin ya da sadece akıl yoluyla âyetleri anlamaya çalışmanın, âyetlerin olduğundan başka şekilde yorumlanmasına yol açacağı ve onları tahrif etmeye varan olumsuz sonuçlar doğuracağı kanaatindedir. Buna karşılık kendisi, öncelikle Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsir etmeye çalışmış ve eğer tefsir kabilinden bir âyet bulunmazsa sünnetle, o da bulunmazsa sahabe ve tâbiîn sözleriyle açıklamaya gayret etmiştir. 

İbn Teymiyye, İslâm düşmanı çevrelerle bid‘atçı grupların, uydurma hadislerin ve İsrâiliyyâtın hadis literatürüne girmesinde dahlinin bulunduğunu savunmuş ve sahih hadislerin uydurma olanlardan ayıklanması konusunda eserler kaleme almıştır. İslâm toplumu içerisinde bid‘at ve hurafe olarak gördüğü uygulamalarla mücadele etmiş ve tasavvuf büyüklerinin takdis edilmesine, onlardan yardım istenmesine ve yine onların dualarda aracı kılınmasına şiddetle karşı çıkmıştır.

İbn Teymiyye, siyaset alanında telif ettiği eserlerde devlet nizamına olan ihtiyacı ve bu düzenin sağlanması için devlet başkanına itaatin gerekliliğini savunmuştur. Ona göre yöneten ve yönetilen ilişkisi, temelde adalet esasına dayanır. Yöneticilerin asıl görevi dinin ahkâmını muhafaza etmek, iyilikleri emredip kötülükleri yasaklamak ve toplumsal düzeni korumaktır. Bu esasları, kendi ıslah projesinin bir parçası olarak dönemindeki yöneticilere karşı açık bir şekilde dile getirmiştir. O, bütün hayatı boyunca, dinin aslî unsurları olan inanç ve ibadet alanında öze dönüş ve saflığı amaçlamıştır. Öte yandan hukukun muamelat sahasında benimsediği yöntem sayesinde yoruma geniş bir alan bırakmış; böylece İslâm toplumlarının geçmişi tekrar yaşamasını değil; bu toplumların kendi dönemleri için çözüm üretmelerini esas alan bir tavır takınarak ıslahatçı bir çizgi ortaya koymuştur.

İbn Teymiyye'nin Aristotelesçi Mantığa Yönelttiği Eleştirileri

İslam düşünesinde Aristotelesçi mantığa karşı özgün eleştiler getiren en önemli isimlerden biri İbn Teymiyye’dir. İbn Teymiyye, çeşitli eserlerinde mantıkçıların akıl yürütme metotlarını eleştirmiştir. Dahası mantıkçıların akıl yürütme metotlarını eleştirmek için müstakil eserler kaleme almıştır. Aristotelesçi mantığa ve Aristotelesçi mantığın İslâmî ilimlerde bir metot olarak kullanılmasına şiddetle karşı çıkan İbn Teymiyye, önce Nakdu’l-mantık isimli eserini ve sonrasında er-Reddu ‘ale’l-mantıkıyyîn isimli eserini kaleme almıştır.

1. İbn Teymiyye’nin Mantığı Eleştirmesinin Nedenleri

İbn Teymiyye, başlangıçta mantığın önermelerinin çoğunun doğru olduğunu ve zeki insanların ona ihtiyaç duymadığı zannında olduğunu ifade eder. Fakat daha sonra filozofların bozuk metafizik görüşlerinin temelinde benimsedikleri metodun yani mantık ilminin olduğunu fark ettiğini söyler. Ona göre mantıkçıların bazı görüşleri, direkt olarak dinin karşısında yer almaktadır. Sözgelimi İbn Teymiyye, mantıkçılara göre tevatür, tecrübe veya hisle elde edilen bilginin sadece bilgiyi elde eden kişiyi bağladığını ve bu bilginin diğer kimseler için geçerli olmadığını iddia eder.  Buna bağlı olarak düşünürümüz, mantıkta yer alan bu gibi görüşlerin inkârcılığa götüren esaslar olduğuna dikkat çeker.  İbn Teymiyye, bir metot olarak Aristotelesçi mantığın ne sem‘iyyâtta ne de akliyyâtta yeterli olduğunu düşünür. Ona göre fıkıh usulünde kullanılan akıl yürütme metotları, Aristotelesçi mantıktan çok daha üstündür. İbn Teymiyye’ye göre Müslümanlar tarafından farklı kültürlerden alınıp İslami ilimlere adapte edilen ilimler her ne kadar fayda sağlasa bile doğru hüküm vermeyi sadece bu yeni ilimlere ve metotlara has kılmak doğru bir yaklaşım değildir. O; peygamber, sahabe ve tabiin döneminde kullanılan tüm metotların İslami ilimlerde hüküm vermek için yeterli olduğunu kabul eder.  Bu bağlamda düşünürümüz, sadece mantık ilmini değil, feraiz ilminde kullanılan cebr ve mukabele ilmini de gereksiz uzatmalar içermesi nedeniyle eleştirir. Fakat içerisinde çok fazla yanlış kurallar barındırması nedeniyle İbn Teymiyye’nin Aristotelesçi mantık ilmine karşı tutumu daha serttir.  Kısaca İbn Teymiyye, mantığın Aristotelesçi metafiziğin temeli olması, dini ilimlerle direkt olarak çelişen bazı görüşler içermesi ve gerçek bilgi sağlayamaması nedeniyle eleştirmektedir.

2. İbn Teymiyye’nin Mantıkçıları Eleştirdiği Temel Meseleler

İbn Teymiyye, er-Redd eserinde Aristotelesçi mantığın şu dört iddiasına yönelik eleştiriler getirir:

2.1.  Mantıkçıların “tasavvura ancak tanımla ulaşılır” iddiasına yönelik eleştiriler

Aristotelesçi mantıkta bir şeyin mâhiyeti, o şeyin cinsi ve faslından oluşan tam tanımı ile gerçek anlamda tasavvur edilmiş olur. İbn Teymiyye, mantıkçıların bu görüşüne birçok eleştiri getirmektedir.  Ona göre bu iddia bedîhî olarak bilinen bir şey değildir ve dolayısıyla bir delil ile ispat edilmelidir. Fakat mantıkçılar bu iddialarını ispat edebilen gerçek bir delil sunmamışlardır. İlim ve sanat erbabı, ihtiyaç duyduğu şeyleri mantıkçıların kurallarına göre tanım yapmadan bilmekte ve onları tasavvur etmektedir. Ne fıkıhçıların ne nahivcilerin ne tıpçıların ne de matematikçilerin mantıkçıların kurallarına göre tanım yaptığı görülmüştür. Hâlbuki bu zümrelerin tamamı kendi kavramlarının tasavvuruna sahiptir. Ayrıca şu zamana kadar mantıkçıların kurallarına göre doğru düzgün bir tanım yapılabildiği görülmemiştir. Örneğin, insanın “düşünen canlı” şeklindeki meşhur tanımına bile birçok itiraz getirilmiştir. Mantıkçılar, mâhiyetin ortak ve ayırt edici özseller ile tasavvur edileceğini iddia etseler de kendileri bile böyle bir tanım yapmanın ya imkânsız ya da zor olduğunu itiraf etmişlerdir. Ayrıca mantıkçılar, cins ve fasıldan oluşmayan akıl gibi basit varlıkların tasavvuruna sahiptirler. Bu durum, tasavvurun kendi metotları olmadan da elde edilmesinin mümkün olduğunu gösterir. İbn Teymiyye, bazı kavramların bazı kişiler için bedîhî olabileceğini bazı kişiler için ise bedîhî olmayabileceğini ifade eder. Bu nedenle bir kavram bir kimse için bedîhî olmuş ise bu durumda tanıma ihtiyaç duymadan da söz konusu kavramın tasavvuruna sahip olabilir.

2.2.  Mantıkçıların “tanım, varolanların tasavvurunu sağlar” iddiasına yönelik eleştiriler

İbn Teymiyye, Yunan mantıkçılarına ve Aristoteles takipçilerine göre mantığın faydasının tanımlananın tasavvurunu sağlamak ve özünü bildirmek olduğunu ifade eder. Bu noktada düşünürümüz, tanımın bir şeyin özünün tasavvurunu vermesinin imkânsız olduğunu kanıtlamaya çalışır. İbn Teymiyye’ye göre filozoflar, bir şeyin niteliklerini özsel olan ve olmayan şeklinde ikiye ayırmışlardır. Fakat böyle bir ayrım yapmak ya denk olan şeyler (mütemâsilât) arasında ya da birbirine çok yakın olan şeyler (mütekâribât) arasında bir ayrım yapmaktır. İlki, imkânsız, ikincisi ise zordur. Düşünürümüz, mantıkçıların özsel ve ilintisel nitelikler arasında fark olduğu düşüncesinin iki asla dayandığını ifade eder:

1. Mâhiyetin kendi varlığı dışında dış dünyada ayrı bir gerçekliğinin olduğu düşüncesi

2. Mâhiyetin özüne âit olan ile onun gereği olan arasında bir fark olduğu düşüncesi

İbn Teymiyye’ye göre bu iki asıl da yanlıştır. Filozoflar, bir şeyin kendi varlığından önce bilindiğini ve kast edildiğini görünce mâhiyetin dış dünyada da sâbit olduğunu zannetmişlerdir. İbn Teymiyye, aslında mâhiyetin sadece zihinde sabit olduğunu ifade eder. Mâhiyet, nefste tasavvur edilen şeydir. Varlık ise o şeyin hâriçte oluşudur. Düşünür, filozofların ikinci aslını da salt bir tahakküm olmakla eleştirir. Sözgelimi dış dünyada var olan “insanın” birçok niteliği vardır. Bu niteliklerden bazıları insana mahsustur. Ancak insana has olan sıfatlar içerisinden “düşünen” sıfatının onun özüne ait olduğunu iddia edip diğerlerinin ilintisel olduğunu iddia etmek tamamen uzlaşımsaldır (vaz‘î). Dış dünyadaki varlıkların bizim tasavvurumuzdan bağımsız olduğunu, bizim tasavvurlarımızın dış dünyaya bağlı olduğunu ifade eden İbn Teymiyye, bir niteliği bizim önce tasavvur etmemizin onun hariçte de öyle olmasını gerektirmediğini ifade eder. O, nitelikler arasında bu şekilde bir ayrım yapmanın fıtrî olduğunu da kabul etmez. Çünkü eğer öyle olsaydı tüm insanoğlunun bunu bilmesi gerekirdi.

İbn Teymiyye’ye göre tanımda tüm zâtilerin zikredilmesi gerektiği iddiası da tamamen vaz‘î bir kuraldır. Şöyle ki; mantıkçılar, tanımda tüm özsellerin zikredilmesini şart koşmuşlardır. Bunula birlikte insanı, “düşünen canlı” şeklinde tanımlamışlardır. Söz konusu tanımda  “gelişen, duyumsayan irade ile hareket eden cisim” ifadeleri tek tek zikredilmeyip “canlı” ifadesinin bu anlamlara tazammun veya iltizamla delalet ettiği kabul edilmiştir. Hâlbuki sadece  “düşünen” kavramı zaten “canlı” kelimesine delalet eder. O halde tanımda sadece faslın zikredilmesini yeterli görmeyip cins ve faslın zikredilmesini şart koşmak bir tahakkümdür.  

2.3.  Mantıkçıların “tasdike ancak kıyas ile ulaşılır” iddiasına yönelik eleştiriler

İbn Teymiyye’ye göre Aristotelesçi mantık tüm kıyas çeşitlerini kapsayan bir teori ortaya koyamamıştır. Zira mantıkçılar, tümel olandan tikel olana giden şümûl kıyası; tikel olandan tümel olana giden tümevarım; (istikrâ) ve tikel olandan tikel olana giden temsîl kıyası olmak üzere üç temel kıyas çeşidi ele almışlardır. Ancak İbn Teymiyye, burada iki kısım kıyasın mantıkçılar tarafından dışarıda bırakıldığını ifade eder: (i) bir tümelden ona lazım olan başka bir tümele veya (ii) bir tikelden ona lazım olan başka bir tikele gitmek. Sözgelimi güneşin doğuşundan gündüzün varlığını veya gündüzün doğuşundan güneşin doğduğunu çıkarmak veya yıldızlara bakarak Ka’be’nin yönünü bulmak bu üç kısma dâhil değildir.

Mantıkçılara göre gerçek bilgilerin ancak şümûl kıyası ile elde edildiğini ifade eden İbn Teymiyye, bu kıyasa yönelik birçok eleştiri getirir.  Mantıkçılar, kıyasın iki öncülden oluşmasını, bu öncüllerden birinin tümel olmasını, neticenin iki terimden meydana gelmesini şart koşmuşlardır. Fakat İbn Teymiyye’ye göre bu şartların tamamı uzlaşımsaldır. Ona göre çıkarım yapmak için her zaman tümel bir önerme gerekli değildir. Sözgelimi, belirli bir şeyin hem var hem de yok olamayacağını herkes bilir ve bunun için “hiçbir şey hem var hem de yok olamaz” şeklinde tümel bir önermeye de ihtiyaç yoktur.  İbn Teymiyye, kıyasta öncül sayısının da ihtiyaca göre değişebileceğini, neticenin özne ve yüklem dışında sıfatlar, bağlaçlar ve zarflar içerebileceğini ifade eder.

İbn Teymiyye, mantıkçıların burhan ile tümel bilgilere ulaşmayı amaçladıklarını ve bu yüzden maddeden tamamen soyut olan metafizik bilgiyi en üst ilim olarak gördüklerini ifade eder. Ancak buradan hareketle İbn Teymiyye, mantıkçıların çıkarımlarının sadece tümel sonuçlar fayda verdiğini, tümellerin sadece zihinde bulunduğunu ve dolayısıyla dış dünyada bulunanlar hakkında bir fayda vermediğini ifade eder. Buna bağlı olarak filozofların, dış dünyada bulunan zorunlu bir varlığı bile ispatlayamadıklarını iddia eder. İbn Teymiyye’ye göre filozoflar, ancak zihinde tümel olarak bulunan bir zorunlu varlığı ispat edebilmektedir.

İbn Teymiyye, şümûl kıyasına karşı fıkıh usulculeri ve kelamcılar tarafından kullanılan temsîl kıyasını öne çıkarır. Ona göre semiyatta mantıkçıların şümûl kıyasına zaten ihtiyaç yoktur. Akliyyâtta ise temsîl kıyası şümûl kıyasının temelidir. Zira şümûl kıyasında zikredilen tümel önermeler temsîl kıyası yoluyla elde edilir. Sözgelimi kişi öncelikle belirli bir ateşin yakıcı olduğunu bilir sonra da temsîl kıyası yaparak diğer ateşlerin de yakıcı olduğunu bilir ve “her ateş yakıcıdır” sonucuna varır.

2.4.  Mantıkçıların “Kıyas, tasdikâtın bilgisini verir” İddiasına Yönelik Eleştiriler

İbn Teymiyye’nin mantıkçıları eleştirdiği sonuncu ve dördüncü mesele mantıkçıların şümulî kıyasının tasdik verdiği iddiasıdır. İbn Teymiyye, aslında kıyasın tasdik bilgisi verdiğini kabul eder. Fakat Aristoteles ve takipçilerinin metodu ile kıyasın maddesi ve sureti hem faydasız hem de yorucudur. Çünkü İbn Teymiyye, onların kıyası ile elde edilen her ilmin onların kıyası olmadan da elde edileceği kanaatindedir. Diğer bir ifade ile düşünürümüz, Aristotelesçi mantık hiç kullanılmasa da doğru bir hükme varmanın mümkün olduğunu vurgulamaktadır. Aristotelesçi mantık içerisinde de ilk şeklin fıtrata en uygun şekil olduğunu diğer şekillerin de nihayetinde çeşitli yollarla ilk şekle döndürüldüğünü ve bu şekillere ihtiyaç olmadığını düşünür.

İbn Teymiyye, bir önceki bölümde yaptığı gibi mantıkçılara göre şümulî kıyasta tümel bir önerme olması gerektiğine dikkat çeker ve temsîl kıyası olmadan onların bu tümel önermeye ulaşamayacaklarına dikkat çeker. İbn Teymiyye, mantıkçılara göre kıyasta yer alan tümel önermeden geriye doğru gidildiğinde kıyas yapılmadan bilinen başka bir tümel önermede son bulması gerektiğine, aksi takdirde kısır döngü veya sonsuza doğru geriye gidiş (teselsül) ortaya çıkacağına dikkat çeker. Fakat düşünürümüze göre tikel ve belirli şeylerin bilgisi kıyas yapılmadan bilinen tümel önermelerden daha açıktır. Sözgelimi, “şu muayyen zıtlar, bir araya gelmez” önermesi “hiçbir zıt bir araya gelmez” tümel önermesinden daha açıktır. Çünkü tikelin bilgisi, fıtrata daha yakın olandır. Düşünürümüz, buradan hareketle şu soruyu sorar: Mantıkçılar, kıyas ile neyi amaçlamaktadırlar? Dış dünyada var olanın bilgisine ulaşmayı mı yoksa zihinde takdir edilmiş şeylerin bilgisine mi? İkincisi ise o halde kıyaslarının faydası çok azdır. Eğer ilki ise, bunun için tümel bir önermeden hareket etmek değil dış dünyada bulunan o şeyin kendisinden hareket etmek daha güçlü bir yoldur. İbn Teymiyye, tüm tikel önermelerin tümel önermelerden daha önce bilindiğine dikkat çeker. Benzerleri görerek aklın temsîl kıyası ile tümel önermeleri elde ettiğini ifade İbn Teymiyye mantıkçıların hataya düştükleri noktalardan birinin de bu olduğuna dikkat çeker. Onların zihinleri dış dünyadaki tikellerden uzaklaştıkça bu tümeller hakkında hüküm verip konuşmaya başlarlar. Ne dış dünyada ne de zihinde sabit olan mücerret mahiyet hakkında konuştuklarını zannederler. Sözgelimi “insan olmak bakımından insan”, “varlık olmak bakımından varlık”, “siyah olmak bakımından siyah” hakkında konuşurlar. Olumlu ve olumsuz tüm kayıtlardan soyutladıkları bu mahiyetlerin dış dünyada da bu tarzda var olduğu yanılgısına düşerler. İbn Teymiyye, aslında tüm bunların sadece zihinde olduğu düşüncesindedir.

İbn Teymiyye, mantıkçıların tanım ve kıyas anlayışına eleştiriler yöneltmekle beraber alternatif bir yollar da önermiştir. Sözgelimi tanımın, mahiyetin tasavvurunu vermekten ziyade bir ismin açıklaması ile aynı işlevi gördüğünü düşünmüştür. Bu bağlamda, tanımın bir şeyi diğer şeylerden ayırmasının gerekli olduğunu ifade etmiştir. Kıyas, konusunda ise Kur’an-ı kerime dayandığını ve fıtrata daha yakın olduğunu düşündüğü ayet kıyası, evla kıyası ve aklî mizanı ön plana çıkartmıştır.

Temel Soruları

  • Dini doğru anlama ve yaşamada selefin anlayış ve yaşantılarının önemi ve belirleyiciliği nedir?

  • Mantık ve felsefenin İslâmî ilimler üzerindeki etkisi nedir?

  • Dini hayatta görülen kurumsallaşmış yapılar (mezhep, fırka, tarikat vb.) dinin yaşanmasına katkı mı sunuyor yoksa engel mi oluyor?

  • Akıl ve nakil arasında nasıl bir ilişki (zıtlık, dışlama, uzlaşı vb.) söz konusudur?

Öne Çıkan Eserleri

  • el-‘Akîdetü’l-Vâsıtiyye: thk. Muhammed İbn Mani, Matba‘atü’n-Nehdati’l-Hadise, Mekke 1985.

  • er-Redd ‘ale’l-Mantıkıyyîn:  nşr. Abdüssamed Şerefeddin el-Kütübî, Bombay 1368/1949; Lahor 1976; nşr. Refîk el-Acm, Beyrut 1993; thk. Abdussamed Şerefüddîn el-Ketebî, Müessesetü’r-Reyyân li’t-Tıbâ‘ati ve’n-Neşr, Beyrut 2005.

  • Minhâcü’s-Sünne: thk. Muhammed Reşad Salim, Câmi‘atü’l-İmâm Muhammed b. Suud, Riyad 1986.

  • Muvâfakatü Sahîhi’l-Menkûl: nşr. Muhammed Reşad Sâlim, Riyad 1983; Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut 1985.

  • el-Cevâbu’s-Sahîh: thk. Ali b. Hasan b. Nasr vd., Dâru’l-‘Âsıme, Riyad 1994; Kahire 1322, 1349, 1964; Cidde 1390/1970.

  • Nakzü’l-Mantık: thk. Muhammed b. Abdullâh Hamza, Süleymân b. Abdurrahmân, Mektebetü’s-Sünneti’l-Muhammed, Kahire 1951.

  • Mecmû‘u Fetâvâ: haz. Amir Cezzar ve Enver Baz, Mektebetü’l-Ubeykan, Riyad 1997.

  • el-Müsevvede fî Usûli'l-Fıkh: nşr. Muhammed Muhyiddin el-Hatîb, Beyrut [t.y.]; Kahire 1384/1964, 1983; nşr. Ahmed b. İbrâhim ez-Zervâ, Riyad 1405.

  • İktizâʾü’s-Sırâti’l-Müstakîm (li-)Muhâlefeti Ashâbi’l-Cahîm: Kahire 1325; nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Kahire 1369/1950; nşr. Ahmed Hamdî İmâm, Cidde 1400/1979; nşr. İsâmüddin Seyyid es-Sabâbitî, Kahire 1992.

  • Mukaddime fî Usûli’t-Tefsîr: nşr. Cemîl eş-Şattî, Dımaşk 1355; Kahire 1370/1950; nşr. Adnân Zerzûr, Küveyt 1391/1971; Beyrut 1392/1972; nşr. Muhammed Mahmûd Nassâr, Kahire 1988.

  • es-Siyâsetü’ş-Şerʿiyye fî Islâhi’r-Râʿî ve’r-Raʿiyye: Bombay 1306/1888; Kahire 1322, 1969; nşr. Ali Sâmî en-Neşşâr – Ahmed Zekî Atıyye, Kahire 1951, 1971; nşr. Muhammed Abdullah es-Semân, Medine 1379/1960; thk. Muhammed ‘Uyûn, Mektebetü Dâri’l-Beyân, Şam 1985; Siyaset, çev. Vecdi Akyüz, Dergâh Yayınları, İstanbul 1985.

  • Nakdü Merâtibi’l-İcmâʿ: nşr. Hüsâmeddin el-Kudsî, Kahire 1357, Beyrut 1399/1978, 1982.

  • Şerhu’l-ʿUmde fi’l-Fıkh: nşr. Suûd b. Sâlih el-Utayşân, Riyad 1413/1993; nşr. Sâlih b. Muhammed el-Hasan, Riyad 1413/1993; nşr. Sâlih b. Muhammed el-Hasan, Riyad 1413/1993.

    Kaynak: İslam Düşünce Atlası
    Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu