Hayatı

23 Nisan 1893 (6 Şevval 1310) tarihinde Kahire’nin 140 km kuzey batısındaki Buhayra vilayetinin Îtây-Bârûd’un Minyetü Benî Mansûr beldesinde doğdu. İlk dinî eğitimine kendi köyünde başladı. On iki yaşına kadar Kur’ân-ı Kerîm’i ezberledi. 1906 yılında Muhammed Abduh’un (ö. 1905) öğrencilerinden bir grubun kurduğu ve Ezher Üniversitesi’ne bağlı olan İskenderiye Dînî Enstitüsü’ne kaydoldu. Bu enstitüde 1906 ila 1918 yılları arasında ilk, orta ve yüksek öğrenimini birincilikle tamamladı ve “âlimiyye” diploması aldı. Hocalarından okul harici mekânlarda da özel dersler aldı. 1919 yılında aynı enstitüye müderris olarak tayin edildi. Burada sekiz yıl hocalık yaptı. Ardından Mustafa Merâğî’nin daveti üzerine 1927’de Ezher Üniversitesi’nin kısm-ı âlî fıkıh bölümüne geçti. 1931’e kadar bu görevine devam etti. Sa’d Zağlûl tarafından yürütülen Mısır’ın bağımsızlık hareketine yazılı ve sözlü çalışmalarıyla destek verdi. Muhammed Abduh’un önde gelen öğrencileri Muhammed Şâkir, Mustafa Merâğî, Mustafa Abdurrâzık (ö.1946), Abdülmecîd Selîm (ö.1954) gibi hocalardan dersler aldı ve onun fikirlerine yakınlık duydu.

Şeltût, Ezher’de kaldığı süre boyunca Cemaleddin Efgânî, Muhammed Abduh ve Mustafa Merâğî tarafından savunulan ıslâh fikrine destek verdi. Ayrıca Ezher’in, bağımsız olması uğrunda mücadele etti. Ezher şeyhi Merâğî’nin reform planını destekledi. Sonraki Ezher Şeyhi Muhammed ez-Zevâhirî ve ekibini açık dille tenkit etti. Ardından 70 küsur kişiyle birlikte Ezher’den uzaklaştırıldı (1931). Ezher’den ayrı kaldığı beş yıl boyunca Şeltût, Ali Abdurrâzık’ın hukuk bürosunda avukat olarak çalıştı ve Emir Ali Tevfik Camii’nde geniş halk kitlelerine vaazlar verdi. 1935’de Mustafa Merâğî’nin ikinci kez Ezher şeyhliğine getirilmesinin ardından onun daveti üzerine tekrar Ezher’e döndü ve İslâm Hukuk Fakültesi’ne (külliyetü’ş-şerî‘a) yönetici (vekîl) olarak tayin edildi. Burada mukayeseli hukuk sahasında arkadaşı Muhammed Ali Sâyis’le birlikte dersler verdi ve konuyla ilgili bir kitap hazırladı.

1937’de Hollanda’da düzenlenen uluslararası karşılaştırmalı hukuk kongresine Ezher’i temsilen (Abdurrrahman Hasan ve Abdurrezzâk es-Senhûrî ile birlikte) gönderildi. Kongrede “el-Mes’ûliyyetü’l-medeniyye ve’l-cinâiyye fi’ş-şerî‘ati’l-İslâmiyye” adlı bir bildiri sundu. 1957’de İslâm Konferansı Teşkilatı’na müsteşar, ardından teşkilata genel sekreter oldu. Aynı yıl Ezher rektör muavinliğine (vekîlü’l-Ezher) getirildi. 1958’de 65 yaşında Ezher şeyhi oldu.

Akademik kariyeri boyunca Şeltût idarî ve sosyal alanla ilgili birçok komite ve komisyonda üyelik yanında ayrıca Ezher’de hukuk, ekonomi, coğrafya, tarih ve Arap dili konularıyla alakalı akademik komite ve jüri üyelikleri de yapmıştır. Bu arada birçok gazete ve dergide makaleler yazmış, radyo konuşmaları yapmış, akıcı halk konferansları vermiştir.

Şeltût vefakâr bir kişiliğe sahipti. Zamana, mekâna ve insanların muktezayı haline göre akıcı ve etkili konuşan bir hatip idi. Hak bildiklerini söylemekten çekinmezdi. Hayatı boyunca ilmi sahada birçok yeni metot ve atılımlara ön ayak oldu. Adalet prensibinden asla taviz vermemiş, muarızlarının görüşlerine daima saygılı olmuştur.

Şeltût 13 Aralık 1963’de (27 Receb 1383) miraç gecesi 70 yaşında iken vefat etti.

Öğretisi

Mahmûd Şeltût son bir buçuk asırda Cemâleddîn Efgânî (1838-1897) tarafından başlatılıp Muhammed Abduh (1849-1905) ve Muhammed Reşîd Rıza (1865-1935) ile sürdürülen ictihad ve tecdîd merkezli ekolün ikinci kuşağında yer alır. Şeltût’a göre İslâm, akıl ve ilim dinidir. Bu sebeple o, zanni bilgiye itibar etmemiş ve imanın kesin delillere dayandığını vurgulamıştır. Özellikle taklide ve içtihat kapısının kapandığı fikrine şiddetle karşı çıkmıştır. Böyle bir iddianın aklı hapsetmek, Kur’ân’ı âtıl bırakmak, araştırmayı teşvik eden nasslara eziyet etmek olduğunu belirtmiştir. Ayrıca eskileri körü körüne taklidin ve yeniliğe karşı olmanın da beşerî fıtrata aykırı olduğunu, Allah’ın kullarına verdiği akıl ve hücceti heder etmek ve Allah indinde hiç değeri olmayan bir şeye tutunmak anlamlarına geldiğini ifade etmiştir. Bu anlayışı neticesi o, hiçbir yorumun dinin yerine geçemeyeceğini savunmuştur.

Şeltût İslâm’ın hem itikadî (akîde) hem de hukukî [şerî‘a(t)] boyutunun bulunduğunu özellikle vurgulamıştır (el-İslâm Akîde ve Şerî‘a). Kur’ân’daki kullanımları esas alarak “akîde” ile imânî esasların, “şerî‘a(t)” ile ise sâlih amellerin kastedildiğini belirtmiştir. Buna göre şeriat, İslâm’ın inanç esasları dışında kalan bölümüdür. Şeltût, İslâm’da “akide”nin asıl, “şeri‘a(t)”ın ise fer‘ yani tamamlayıcı unsur olduğunu düşünmektedir. Bu çerçevede Şeltût, tıpkı insanın bireysel ve toplumsal açıdan maddi ve manevi yönleri bulunduğu gibi İslâm’ın da akide ve şerî‘a şeklinde iki yönünün bulunduğunu ifade ederek bu açıdan birbirine muvafık düştüğünü belirtir.

Şeltût başka bir çalışmasında (ed-Dîn el-muâmele), dindarlık açısından insanları üç gruba ayırır. Bunlar sadece dine girmekle yetinip onu bazı sözleri söylemekten ibaret zannedenler; dinin sadece ibadet veya tesbihattan ibaret olduğunu sanıp, sıla-i rahim, yoksulları koruyup gözetme gibi meselelerde zaaf gösterenler ve bütün yönleriyle İslâm’ı yaşamaya çalışan gerçek müminler şeklinde sınıflandırır. O, İslâm dünyasındaki siyasî, iktisadi ve kültürel sahadaki yenilginin asıl sebebinin fikrî alandaki yetersizlik olduğunu söyler. Onun ıslah ve tecdit anlayışı sadece eğitim sistemiyle sınırlı olmayıp, bireysel ve toplumsal açıdan ahlaki ve hukuki meseleleri de içerir.

İslam Düşünürleri

İslâm Hukuku Alanındaki Fikirleri

Şeltût hem usul hem de füru‘ alanlarında fıkha büyük ilgi duymuştur. Merâğî’nin fikirlerinden hareketle fıkhın asrın ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için tecdidin zorunlu olduğunu savunmuştur. M. Abduh ve M. Reşîd Rıza gibi Şeltût da sosyal meselelerle, özellikle Müslümanların gündelik hayatıyla İslâm arasındaki bağın, İslâm’ın genel amaç ve prensipleri çerçevesinde kurulmasıyla yakından ilgilenmiştir. Ona göre İslâm, sadece ruhani ve ahlaki meselelerden ibaret olmayıp toplumsal, kültürel ve siyasi sahalarda ideal bir hayat tarzı ve hukuk sistemidir.

Şeltût mezhepler arası mukayeseli hukuk dersleri vermiştir. Bu konuda Ali Sâyis’le birlikte ders kitabı niteliğinde bir eser telif etmişlerdir. Ona göre mukayeseli metodun esasları şunlardır: İlgili meselenin mezheplere göre hükmünün, delillerinin ve bakış açılarının zikredilmesi, ardından bunların bütün yönleriyle tartışılması, mezhep taassubundan uzak durarak hakikate ulaşmaktan başka bir hedef güdülmemesi ve adil bir hakem gözüyle ilgili meselenin sonuçlandırılmasıdır.   Nitekim kendisi de fetvalarında hiçbir mezhep ve müçtehidin görüşüne bağlı kalmaksızın delilleri araştırıp adil bir hakem olarak sonuca varmayı tercih etmiştir.

1937’de Lahey Uluslararası Mukayeseli Hukuk Kongresi’nde sunduğu “Hukukî Sorumluluk” (el-mes’ûliyyetü’l-medeniyye) adlı çalışmasında Şeltût, klasik fıkıh literatüründe dağınık halde bulunan sorumluluk konusunu sistemli bir şekilde ele almıştır. Çalışmasında hekimin hastasına karşı hukukî sorumluluğundan, muhtaçlara karşı toplumun manevi sorumluluğuna varıncaya kadar birçok meseleye değinmiştir. Bu çalışmasında Şeltût, hak, sorumluluk ve maslahat prensiplerine dayanarak yeniden yorumlandığı takdirde İslâm hukukunun günümüz şartlarına uygun bir hukuk sistemi olma dinamiklerini taşıdığını ortaya koymak istemiştir. Bunu yaparken sadece fukahanın görüşleriyle kayıtlı kalmaksızın, her asırda ve her zeminde fikrini özgürce ortaya koymanın gerektiğine işaret ederek küçük bir örnek (sorumluluk hukuku) üzerinden bunu göstermek istediğini belirtmiştir.

Şeltût hayatı boyunca birçok iktisadi ve sosyal meselede fetvalar vermiştir.  Bu fetva konularından bazıları  şöyledir: Aynı anda verilen üç talakın bir talak sayılacağı; üçüncü kez boşanmış kadını eski kocasına helal kılmak maksadıyla (hulle) yapılan geçici nikâhın haram olduğu; tüp bebek uygulamasının aynı anne babadan olmak şartıyla caiz olabileceği, aksi takdirde zina sayılacağı; hangi devrede olursa olsun çocuk düşürmenin haram olduğu; zekât dağıtım yerlerinden fî sebîlillah kavramının genişletilebileceği… Ayrıca Mısır’da Posta Yatırım Sandığı’nın verdiği faizin mudarebe kârı sayılabileceği ve hisse senetleri ile kredilerin ferdî ve içtimai zarurete dayalı olarak caiz olabileceği şeklindeki fetvaları çok tepki almıştır. Bir diğer tartışmalı görüşü ise Caferi mezhebine göre fetva vermenin ve amel etmenin caiz ve meşru olduğu fetvasıdır. Ayrıca Caferiliğin Ezher’de hem okutulmasını hem de fetvaya kaynak olmasını sağlayan uygulamayı başlatmıştır.

Sünnet Anlayışı

Dini konularda bidate düşme sebepleri üzerinde duran Şeltût öncelikle kaynakların ve o kaynaklardan hüküm çıkarma yöntemlerinin bilinmemesini en etkin sebep sayar. Ayrıca sahih hadislerden habersiz olmak, sünnetin teşri değeri konusuna hatalı yaklaşmak, Hz. Peygamber’in fiillerinin hepsini örnek alınması gereken davranışlara hamletmek gibi durumların da bidate yol açtığını belirtir. Halbuki ona göre sünnetin ve Hz. Peygamber’in fiillerinin çoğunluğu taabbudî olmayan ve örnek alınması istenmeyen uygulama ve davranışlardır.

Şeltût nübüvvetle ilgili bilgileri hukûkî açıdan bağlayıcı olan (teşrii) ve olmayan (gayri teşrii) sünnetler şeklinde bir ayırımına tabi tutmaktadır. Bağlayıcı olan sünneti de ayrıca genel ve özel bağlayıcı olması itibariyle ikiye ayırmaktadır. Karâfî, Dihlevî, Resîd Rıza ve diğerlerinin tasniflerinden yararlanarak bu tasnife ulaşmıştır. Hz. Peygamber’den nakledilen rivayetlerin hangi vasıfla söylendiğini bilmemenin teşrii fonksiyonu olmayan birçok rivayetin dinin bağlayıcı hükümlerinden sayılmasına yol açtığını belirtmektedir. Ayrıca Şeltût Hz. Peygamber’den sadır olan davranışların çoğunun onun beşerî vasfının veya örf adet ve tecrübelere dayalı içtihatlarının sonucu olduğu görüşündedir. Onun bu anlayışı fetvalarına da yansımıştır. Bir örnek vermek gerekirse sakal bırakmanın yemek, içmek, oturmak, giyinmek gibi Hz. Peygamber’in insan olmak hasebiyle yapmış olduğu âdetlerden olduğu gerekçesiyle sakalı tıraş etmenin mubah olduğu görüşüne varmıştır. Bu konudaki delillerin ise Hz. Peygamber’in irşat tasarrufuna dayandığını ve bu sebeple bağlayıcı hükümler doğurmayacağını belirtir. Yine bu konudaki anlayışının sonucu olarak Şeltût, Hz. Peygamber’in uyguladığı recm cezasını Kur’ân ve Sünnet’te belirlenmiş bir cezaî müeyyide (had) olarak görmemektedir. Ona göre bu ceza Hz. Peygamber’in kendi içtihadına ve maslahata dayanarak imamet tasarrufunun bir sonucu (siyaseten uyguladığı bir ceza “ta‘zîr”) olarak değerlendirilmelidir.

İtikadî Meselelerle İlgili Fikirleri

Şeltût’a göre itikadın tek kaynağı Kur’ân’dır ve kesin inanılması gereken, inkârı küfrü gerektiren itikadî hükümler ancak Kur’ân’ın kesin delaletiyle sabit olur. Klasik kelâm anlayışını tenkit ederek Kur’ân’ın değinmediği meselelerin inanç esası haline getirilemeyeceğini savunur. Allah’a ve ahiret gününe iman gibi akaitle ilgili konular ile namaz, zekât, can, namus ve malın dokunulmazlığı gibi dinin aslına taalluk eden meselelerde (usûlu’ş-şer‘) Kur’ân’ın içtihada ihtiyaç bırakmayacak şekilde çok açık ve net hükünler koyduğunu belirtmiştir. Bazı müfessirlerin, çoğu israiliyyât olan birçok meseleyi itikada dâhil etmesini tenkit etmiştir. Gaybî meselelerde inanılması gereken miktarın sadece Allah’ın Kur’ân’da açık bir şekilde koymuş olduğu kadarıyla sınırlı olduğunu ifade eder. Sahih hadislerde geçen kıyamet alametleri gibi hususlarda ise sahih rivayetin ifade ettiği sınırda durulması gerektiği, o rivayetlerin mahiyetleri hakkında yorumlar yapmanın, birtakım temsilî anlatımlara gitmenin veya ilave hükümler koymanın dinde olmayan şeyleri kendi yorumuna göre dine dâhil etmek olduğunu söylemiştir. Eserlerinde gaybî meselelerle alakalı birçok konuda görüşler beyan etmiş ve fetvalar vermiştir.

İtikadî meselelerde en çok tartışma konusu olan görüşü Hz. İsa’nın semaya yükseltildiği, orada şu ana kadar hayatta olduğu ve ahir zamanda dünyaya ineceği konusudur. O, bu konuya dair Kur’ân’da ve hadislerde kalbi tatmin edecek bir delil bulunmadığını, bunu inkâr eden kimsenin, kesin delillerle sabit olmuş bir şeyi inkâr etmiş olmayacağını ve dinden çıkmış sayılmayacağını söylemiştir. Bu görüşü büyük tenkit almıştır. Vefat ederken cumhura muhalif görüşlerinin bir kısmından özellikle de bu görüşünden vazgeçtiği şeklinde bazı söylentiler ortaya çıkmıştır. 

Tefsir Metodu

Şeltût daha önceki müfessirlerin metodundan farklı olarak surelerin maksatları (makâsıdü’s-süver) konusuna yoğunlaşmıştır. Surenin bir bütün olarak içerdiği muasır içtimai meselelere, fıkhî ahkâma ve akaitle ilgili konulara değinmiştir. Ayrıca bazı Kur’ânî kavramların tahlillerini yapmış, özellikle Kur’ân kıssaları meselesinde çağdaş felsefecilerin ithamlarına cevaplar vermiştir.  Akaitle ilgili ayetleri yorumlarken günümüz felsefî, dinî ve mezhebî akımlarına da değinmiştir.

M. Abduh ve M. Reşid Rıza tarafından savunulan yeni tefsir metodunu tam manasıyla benimseyen Şeltût Kur’ân’ın sadece üçte birini bu metotla tefsir edebilmiştir. O, bu metodu Kur’ân üzerine yazdığı bir eserinde (Kur’ân’a doğru) özet bir şekilde uygulamıştır. Genel manada Kur’ân’ın maksadını, özel manada ise surelerin içerdiği maksatları açıklamak üzere seçtiği yirmi beş sureyi -ki bu surelerin Kur’ân’ın dörtte birine tekabül ettiğini söylüyor- dört ana bölüme ayırarak işlemiştir. Tefsir metodunda Kur’ân’da konu birliği (konulu Kur’ân tefsiri), Müslümanların bilinçlendirilip genel bir uyanışa geçmelerinin sağlanması ve gayri müslimlerle diyalog olmak üzere üç esası daha uygulamıştır. Bu son ikisi ıslahatçı kişiliğinin bir yansımasıdır.

Şeltût’un tefsir metoduna ışık tutması açısından onun Bakara süresini bir tek ayet (Bakara 2/177) etrafında yorumlama çalışması örnek verilebilir. Şeltût, “Birr” (iyilik) kavramının semantik tahlilini yapmakta ve bunun Kur’ân’daki en kapsamlı kavramlardan biri olduğuna vurgu yapmakta, bu çerçevede birrin kısımlarını –inançta birr, amelde birr, ahlakta birr olmak üzere- izah etmektedir.

Temel Soruları

  • Müslümanlar niçin geri kaldı?

  • Islah ve tecdit nasıl yapılmalıdır?

  • Klasik İslâm anlayışını niçin terk etmeliyiz?

  • Taklit ve taassuptan niçin uzak durmalıyız?

  • Kur’ân merkezli bir dinî düşünceyi nasıl gerçekleştirebiliriz?

  • İslâm hukukunu nasıl güncellemeliyiz?

  • Sünneti bağlayıcılık açısından nasıl tasnif etmeliyiz?

  • Kur’ân’ı maksadını merkeze alarak nasıl tefsir edebiliriz?

Öne Çıkan Eserleri

  • Akaid ve Şeriat: çev. Muharrem Tan, Yöneliş Yayınları, İstanbul 1991, 1993.

  • Kur’ân’a Doğru: çev. M. Beşir Eryarsoy, Bir Yayıncılık, İstanbul 1987.

  • el-Fetava: Dârü’ş-Şürûk, Kahire 1983.

  • Mukayeseli Mezhepler Hukuku: çev. Sait Şimşek, İlim Yayınları, İstanbul [t.y.].

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu