Hayatı

Şemseddin Günaltay, 1883’te Erzincan’ın Kemaliye (Eğin) ilçesinde dünyaya geldi. Babası müderris İbrahim Efendi, annesi Saliha hanımdır. Günaltay, ilk öğrenimini Üsküdar Ravza-i Terakkî Mektebi’nde tamamladı. Daha sonra Vefa İdâdîsi’ni bitirdi. 1905 yılında Dârü’l-muallimîn-i Âliyye’den birincilikle mezun oldu. Özel olarak Arapça, Farsça ve Fransızca eğitimi aldı. Fen bilimleri eğitimi almasına karşın dinî ilimler alanına da ilgi duyarak kendini yetiştirdi. Maarif Nezareti tarafından Avrupa’ya gönderildi. Lozan Üniversitesi’nde doğa bilimleri eğitimi aldı.

Günaltay’ın hayatının önemli bir aşamasını da tedris hayatı teşkil etmektedir. Yurtdışı dönüşü bir müddet Kıbrıs, Midilli ve İzmir Gelenbevî idâdîlerinde öğretmenlik ve idarecilik yaptı. 1914’te Dârü’l-Fünûn Edebiyat Fakültesinde Türk Tarihi ve İslâm Kavimleri hocası oldu. 1917’de Süleymaniye Medresesi İslâm Felsefesi hocalığına atandı. 1922 yılında Şer‘iyye Vekâleti Tedkîkat ve Te’lîfat Heyeti âzası oldu. Günaltay, 1924 yılında Dârü’l-Fünûn İlahiyat Fakültesi Din-i İslâm Tarihi ve Fıkıh Tarihi müderrisliğiyle beraber fakülte sekreterliğine ardından bir yıl sonra da dekanlığa tayin edildi. 1931’de Türk Tarih Kurumu’na üye seçildi; 1941’den ölümüne kadar bu kurumun başkanlığını yürüttü. İdari ve siyasi görevlerinin yanı sıra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde dersler vermeye devam etti.

Günaltay’ın ilmî faaliyetlerinin yanı sıra aktif siyasî hayatı olmuştur. İlk defa 1915’te İttihad ve Terakki partisinden Ertuğrul (Bilecik) mebusu seçildi. 1920’de Teceddüd Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı. Yine Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin İstanbul teşkilâtında, arkasından da Kuvâyi Milliye hareketinde faaliyetler yürüttü. Cumhuriyete geçiş sürecinde siyasî faaliyetleri devam etti. 1923’te Cumhuriyet Halk Fırkası Sivas mebusu oldu. 1954 yılına kadar milletvekilliği devam etti. Yedi dönem Sivas, bir dönem de Erzincan milletvekilliği yaptı. Bu süre içerisinde Millet Meclisi Başkan Vekilliği görevinde de bulundu. 15 Ocak 1949 ila 22 Mayıs 1950 tarihleri arasında tek parti döneminin son hükümet başkanı oldu. Günaltay, 20 Ekim 1961’de İstanbul’da öldü, Ankara Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedildi.

İslâm tarihi ve İslâm düşünce tarihiyle hayatının her aşamasında ilgili olan Şemseddin Günaltay, İslâm düşüncesinin Batı karşısında kriz yaşadığı ve arayış içerisinde olduğu bir dönemde yaşamıştır. Bu bağlamda modernist ve ıslahatçı kanatta yer almış olduğu ve düşüncesini bu eğilimin şekillendirdiğini söylemek mümkündür. İslâm düşünce tarihi, ihya ve ıslahat hakkındaki düşüncelerini Sırât-ı Müstakîm ve Sebilürreşâd dergilerinde kaleme almıştır. Bu makaleleri daha sonra farklı isimlerle kitaplaştırılmıştır.

Günaltay, gerek siyasî gerekse fikrî hayatında farklı dönemlerde farklı düşünceleri savunmuş ve farklı tutumlar takınmıştır. Özellikle dinî düşüncesi ve dinî değerlere yaklaşımı açısından farklı tutumlar sergilemiş olması her kesimden eleştirilere maruz kalmasına neden olmuştur.

Türk Tarih Kurumu üyeliği ve başkanlığına tekabül eden bir dönemde yazılan ve 1950’li yıllara kadar okutulan tarih ders kitaplarında İslâm hakkında hatalı bilgilerin yer alması, vahyin reddedilmesi ve evrim teorisinin yaratılışı çürüten temel bilimsel teori olarak değerlendirilmesi dolayısıyla Günaltay, şiddetle eleştirilmiştir. Yine dinî hayatı kısıtlayan 163. Maddenin yasalaşması onun döneminde olmuştur.  Bununla birlikte Başbakanlığı döneminde liberal politikalar çerçevesinde serbest ve objektif seçimlerin yasalaştırılması sağlanmıştır. Yine bu dönemde Ankara İlahiyat Fakültesi kurulmuş ve din eğitiminin yaygınlaşmasını sağlayacak birtakım adımlar atılmıştır.

Netice itibariyle Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş sürecinde yaşayan; doğu ve batıyı tanıyan; hem İslâm düşüncesi hem de Batı düşüncesine ilgi duyup takip eden; bütün bunların yanı sıra gerek siyaset gerekse bürokraside önemli görevler almış bir ilim, düşünce ve siyaset insanı olarak Şemseddin Günaltay, modern Türkiye’de din-devlet ilişkisi ve modern İslâm düşüncesinde etkili olmuş bir şahsiyettir.

İslam Düşünürleri

Öğretisi

Şemseddin Günaltay Osmanlı son dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş devrinde siyasî, fikrî ve dinî alanda önemli rol oynamış düşünce adamlarından biridir. O, gerek siyasî gerekse fikrî hayatında farklı dönemlerde farklı düşünceleri savunmuş ve farklı tutumlar takınmıştır. Bu durumun sebebinin, onun Osmanlıdan Cumhuriyete geçiş sürecinde ve İslâm dünyasının kriz döneminde yaşaması olması, dolayısıyla görüşlerinde dönemsel değişimlerin meydana gelmesi düşünülebilir. Peyami Safa onu iki ayrı şahsiyetin yıllarca aynı bedende yaşadığı bir kişi olarak değerlendirmiştir.

Günaltay, tarihçi kimliği ön plana çıkmakla İslâm düşüncesi alanında da fikir üretmiş ve yazılar kaleme almıştır. İslâm düşüncesi sahasında yazmış olduğu eserlerden biri Hurafattan Hakikate’dir. Bu, Günaltay’ın Sebîlürreşâd dergisindeki bazı makalelerini derlemesinden oluşmuş bir eserdir. Bu eserde İslâm’ın terakkiye mâni olmadığı fikri temellendirilmeye çalışılır; toplumda yer edinmiş yanlış düşünce, inanç ve uygulamalar eleştirilir ve bunlarla mücadele hedefi gözetilir. Bir diğer eser Zulmetten Nura’dır. Bu eser de yazarın Sebîlürreşâd’da yayımladığı makalelerin derlemesinden oluşmaktadır. Günaltay, bu eserinde İslâm dünyasının geri kalmasının sebepleri, bundan kurtuluş yolları ve İslâm’ın üstünlüklerini ele almıştır. Günaltay’ın felsefe alanında kaleme almış olduğu en önemli eseri Felsefe-i Ûlâ: İsbat-ı Vacib ve Ruh Nazariyeleri’dir. Bu eserde o, bilim adına hareket ederek Allah’ı inkâr etmenin imkânsızlığı, din ile bilim arasında bir çelişkinin bulunmadığı, Allah’ın varlığını isbat delilleri ve ruh düşüncesi gibi konuları incelemiştir.

Şemseddin Günaltay’ın neşet ettiği dönem, Osmanlı devletinin yıkıldığı, İslâm dünyasının Batı bilim ve felsefesinin yoğun etkisine maruz kaldığı bir devirdir. Kelâm tarihi açısından baktığımızda bu dönem Yeni İlm-i Kelâm devri olarak adlandırılan döneme tekabül etmektedir. Batı bilim ve düşüncesindeki değişim ve bunun sonucunda ortaya çıkan felsefî akımlar, yine bilim ve düşüncede yöntem değişimi İslâm dünyasını etkilemiştir. Günaltay, Batıda gelişen yeni akım ve felsefelere karşı İslâm ilimlerinde bir yenilenme ihtiyacını vurgular. O bu konudaki düşüncesini Batıda değişen ve gelişen bilim anlayışından hareketle ortaya koyar. Günaltay’ın İslâm ilimlerinde zorunlu gördüğü yenilenmeyi metodoloji merkezli düşündüğü anlaşılmaktadır. Ona göre İslâm’ın inanç sistemini ortaya koyan ve temellendiren kelâm ilminin de metodolojik bir yenilenmeye ihtiyacı bulunmaktadır. Günaltay’ın dönemin yaygın anlayışı olan bilimcilikten hareketle bazı yargılarda bulunduğu görülür. Bu bağlamda örneğin o, deney ve gözlem yöntemine aşırı bir güven duyması dolayısıyla klasik İslâm düşünürlerinin bu yöntemi göz ardı ettiği şeklinde eleştirilerde bulunur.

Yaşadığı bu dönem bağlamında Günaltay’ın önemli hususiyetlerinden biri ıslahatçı fikirlerinin bulunmasıdır. Islahat düşüncesini benimseyen İslâmcı aydınlarda olduğu gibi Günaltay, İslâm dünyasında yaşanan geriliğin sebebinin İslâm olduğu düşüncesine karşı İslâm’ın yanlış inanç ve hurafelerden kurtarılarak öz ve gerçek İslâm’ın ortaya çıkarılması gerektiği kanaatindedir. Böylelikle o ihya ve ıslah düşüncesini dinin hurafe ve bid’atlerden kurtarılması fikrine bağlamıştır. Ona göre söz konusu hurafeler daha ziyade diğer din ve kültürler kaynaklıdır. Bu bağlamda İran kültürünün İslâm ile entegrasyonundan sonra bu kültürün söz konusu süreçte önemli ölçüde etkisi bulunmaktadır.

Günaltay’ın, ıslahatçı/yenilikçi fikirlerinde Pozitivizm ve bilimciliğin etkisinin olduğunu söylemek mümkündür. Onun, Batıdan İslâm’a yönelik eleştirilerin cevaplanması adına İslâm ilim tarihini eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirdiği görülür. Bu bağlamda Günaltay, en yaygın modernist söylemlerden birini takip etmiş ve Gazzâlî’yi İslâm felsefesinin gelişimini durduran ve süreç içerisinde ortadan kalkmasına sebebiyet veren bir âlim olarak değerlendirmiştir. Yine dönemin önemli tartışmalarından biri olan içtihat kapısının kapalı olup olmadığı tartışmasında içtihadın devamlı olduğu ve içtihad düşüncesinin durmasının İslâm dünyasının gelişimini engellediğini savunmuştur. Zira devirler değiştikçe ve medeniyet seviyesi arttıkça insanların ihtiyaçları da değişmekte ve artmaktadır. Yine toplumlar arasında da gelişme, ihtiyaçlar ve yaşam tarzları bakımından farklılıklar söz konusu olup bunlarda yürürlükte olan hukuk kurallarının da farklı olması gerekmektedir. Yine ona göre medenileşme, sürekli ilerleme yönünde gelişir. Medenileşme ve ilerlemenin getirdiği toplumsal değişimler hükümlerde de sürekli bir değişim ve yeniliği gerektirmektedir. Günaltay’ın içtihad faaliyetinin devam etmesinin hayati bir konu olduğu hususundaki görüşünün temel dayanağı, klasik dönemde İslâm medeniyetinin inşa sürecinde içtihadın temel bir fonksiyon oynamış olmasıdır. Bu manada ihyacı düşünürlerde olduğu gibi o da öze ve İslâm’ın altın çağının prensiplerine dönüşün kurtuluş çaresi olduğunu düşünmektedir.

Günaltay, İslâm dünyasının ve İslâmi ilimlerin bu durumunda tasavvufi kurumlar, din adamları, medreselerin rolünün olduğunu savunmuştur. Ona göre akıl ve bilim merkezli bir anlayışın hâkim olması durumunda İslâm dünyası bu geri kalmışlıktan kurtulabilir.

Günaltay, din-bilim ilişkisinde İslâm’ın ilmi koruyan bir din olduğunu vurgulayarak İslâm açısından din-bilim çatışmasının mümkün olmadığını savunur. Ona göre İslâm, ilim ve fennin düşmanı olmayıp yakın bir birliktelik içerisinde bunların koruyucusu konumundadır. İslâm’ın müsbet ilimle uzlaşamayacağı hiçbir nokta yoktur. Zira ilmin dayanağı akıl olduğu gibi İslâm’da mükellefiyetin temelinde de akıl vardır. Bu bağlamda kesinleşmiş bilimsel verilerin hiçbiri dini emirlere aykırılık teşkil etmez. Şayet zahiri bakımından şer’î hükümler ile bilimsel veriler çelişik görünürse, şer’î hükmün te’vili yoluna gidilmelidir.

Günaltay, kelâm-felsefe ilişkisi ve bu iki geleneğin temel tartışmalarında kelâm taraftarı olarak görünür. Bu bağlamda o, Allah-âlem ilişkisi başta olmak üzere kelâm-felsefe tartışmalarında kelâm savunusu yapmakta, Meşşâî filozofları ise eleştirmektedir. O, esas İslâm felsefesinin kelâm ekollerince temsil edildiğini ileri sürmektedir. Zira ona göre kelâmda, diğer din ve felsefelerin etkisi sınırlı olup bu yöntem ve hareket İslâm dünyasının fikrî zenginliğinden neşet etmiş bir ilimdir. Yine Günaltay İslâm dünyasında felsefenin Yunan düşüncesinin tercüme edilmesinden sonra başladığı görüşünü de reddeder. Ona göre selefiyenin dogmatik fikirlerine karşı nazar ve burhan yöntemiyle hareket eden kelâmcıların fikrî mücadelesiyle doğrudan doğruya İslâm’da bir felsefe hareketi başlamış oldu. Günaltay’ın felsefî kelâm dönemini önemsediği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Gazzâlî, Şehristânî, Fahreddin Râzî gibi söz konusu dönemin kelâm âlimlerini kaynak olarak kullanır. Bu tutumda geleneksel Osmanlı ilim geleneğinin felsefî kelâm sürecini merkeze alan yaklaşımının etkisini görmek mümkündür.

Bilgi teorisi açısından değerlendirildiğinde Günaltay’ın dinî bilgi ve hüküm kaynağı olarak aklı esas kabul ettiği görülür. Ona göre akıl, dini mükellefiyetin kaynağı olduğu gibi temel bir bilgi kaynağıdır. Akıl ile nakil çelişmez. Yine dinî bilgiler kesinleşmiş bilimsel verilere de aykırı düşmez. Şayet akıl ile nakil arasında bir uyuşmazlık söz konusu olursa ona göre akıl daha önceliklidir. Böyle bir durumda aklî ilkeler ışığında nakil te’vil edilir.

Döneminde Pozitivizm ve Materyalizmin netice verdiği ilhad düşüncesine karşı yaygınlaşan telifata da katkıda bulunan Günaltay bu konuda Felsefe-i Ula: İsbat-ı Vacip ve Ruh Nazariyeleri adıyla bir eser kaleme almıştır. Pozitivizm ve Materyalizm eleştirisi yaptığı bu eserinde o, klasik dönem isbat-ı vacip delillerini açıklamanın yanı sıra tasniflerde bulunur ve yeni delillere de temas eder. O, bütün bu delilleri şu üç başlık altında toplar: 1. Dış âlemden çıkarılan tabii deliller 2. Akıl temelli metafizik deliller 3. İnsan doğasına dayalı ahlâkî deliller. O, bu çalışmasında modern dönemde özellikle öne çıkarılan ahlak ve vazife merkezli Tanrı kanıtlamalarını da ele alır. Günaltay’ın dikkat çekici hususiyeti söz konusu delilleri incelerken Batı filozoflarıyla karşılaştırmalar yapması ve bu düşünürlerin görüşlerini aktarmasıdır. Bu bağlamda Kant, Descartes, Bossuet ve Leibniz gibi isimleri zikreder. Günaltay’ın isbat-ı vacip konusunda dayandığı ve ön plana çıkardığı esas deliller ise insanın doğası itibariyle inanan bir varlık oluşuna dayalı fıtrat delili ile kâinatın amaçlılığı ve düzenine dayalı gaye ve nizam delilidir.

Günaltay, nedensellik tartışmalarında âdet teorisini savunur görünmektedir. O, kelâmcıların âdet teorisiyle Nicolas Malebranche’nin “okasyonalizm”i arasında bir ilişki kurarak bunların benzerliğine dikkat çeker. Ona göre nedenselliğin reddiyle hakikatlerin tespit edilemeyeceği, dolayısıyla bilimin yapılamayacağı ve tabiat kanunlarının inkârı anlamına geleceği eleştirilerini kabul etmez. Zira ona göre kelâmcıların savunduğu âdet teorisi kâinatta hiçbir düzen ve sürekliliğin bulunmadığı anlamına gelmez. Kelâmcılar bu süreklilik ve düzenin kaynağının eşyanın tabiatı değil, yaratıcı olduğunu savunmuşlardır.

Günaltay, dönemindeki yenilikçi/ihyacı tüm ilim adamları gibi dinin toplumsal boyutuyla ilgilenmiş, dolayısıyla bir takım ictimaî sorunlara yol açtığını iddia ettiği inanç ve üretilen değerleri aslî kaynaklardan sapma olarak telakki etmiştir. Bu bağlamda Günaltay’ın vurguladığı meselelerden biri toplumda var olan yanlış kader anlayışıdır. Ona göre İslâm dünyasında başlayan ve hâkim olan cebr düşüncesiyle geri kalmışlık ve sefalet yayılmıştır. “Ne yapalım kader böyleymiş” sözüyle Müslümanlar mutlak cebr anlayışına sürüklenmişlerdir. Bu yanlış kader anlayışı aynı zamanda Batı dünyasından İslâm dinine yönelik eleştirilerin de odağını oluşturmuş ve Müslümanların şu andaki durumlarının dinlerinden kaynaklandığı fikrine sebebiyet vermiştir. Haliyle ona göre böyle bir kader anlayışı çalışma, gayret ve üretmeye engel teşkil edecektir. Bu düşünce aynı zamanda Müslümanları tembelliğe itmekte, tembellik ise sefalete neden olmaktadır. Günaltay’a göre din ve akidenin teorisine derinlemesine bakmaksızın, Müslümanlar arasındaki yanlış inanç veya sözlerden hareketle İslâm’ı sorumlu tutmak bir cehalet göstergesidir. Hâlbuki İslâm hiçbir zaman ilerlemenin ve ilmin karşısında olmamıştır.

Temel Soruları

  • Batı bilim anlayışı ile İslâm arasında uyumun varlığını ortaya koymak.

  • İslâm’ın bilimsel ve teknolojik ilerlemeye mâni olmadığını ortaya koymak.

  • Pozitivizm ve Materyalizm’e spiritualist bir anlayışla eleştiri yöneltmek.

  • Tecdit, ihya, öze dönüş kavramları çerçevesinde dinî düşüncede yenilik arayışı içerisinde olmak,

  • Türk Tarihi’ni inşa etmek.

  • Modern Türkiye’de din-devlet ilişkilerini düzenlemek.

Öne Çıkan Eserleri

  • Hurâfattan Hakikate: İstanbul 1332/1914.

  • Tarih-i Edyân: İstanbul, 1338/1920.

  • Mâziden Âtiye : İstanbul, 1339/1921.

  • Zulmetten Nûra.

  • İslâm’da Tarih ve Müverrihler: İstanbul, 1991.

  • Felsef-i Ûlâ: İstanbul, 1994.

  • İslâm Târihi: İstanbul, 1341/1923.

  • Müslümanlığın Çıktığı ve Yayıldığı Zamanlarda Orta Asya’nın Umumi Vaziyeti: İstanbul, 1933.

  • İbrânîler: Akşam Basımevi, İstanbul 1936.

  • Suriye ve Palestin: Akşam Basımevi, İstanbul 1934.

  • Türk Tarihinin İlk Devirlerinden Yakın Şark, Elam ve Mezopotamya: İstanbul, 1937.

  • Türk Tarihinin İlk Devirleri, Uzak Şark, Kadim Çin ve Hind: İstanbul, 1937.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu