Hayatı

Yakın dönemin en kıymetli âlimlerinden Ömer Nasuhi Bilmen, Osmanlı mirası âlimlerimizden bir tanesidir. Bu itibarla onu son Osmanlı ulemasından Mustafa Sabri Efendi, Elmalılı Hamdi Yazır, Muhammed Zahid el-Kevserî, İzmirli İsmail Hakkı ve Babanzâde Ahmed Naim gibi müstesna isimlerin halefi olarak görmemiz mümkündür. 1883 yılında Erzurum’un Salasar köyünde dünyaya gelen Bilmen’in validesi Muhibe Hanım, babası ise devrin ulemâsından Hacı Ahmed Efendi’dir. İlmiye sınıfına dahil bir aileye mensup olmanın ötesinde Bilmen, ayrıca baba tarafından Hz. Peygamber’e ulaşan bir nesebe sahip yani seyyiddir. Babası ve ilk hocası olan Hacı Ahmed Efendi, Ömer Nasuhi henüz buluğ çağındayken Mekke-i Mükerreme’de ahirete irtihal eylemiştir. Babasının dâr-ı bekâya irtihali sonrasında Erzurum’da bulunan Ahmediyye Medresesi müderrislerinden ve nâkibü’l-eşref kaymakamı olan amcası Abdurrezzâk İlmî Efendi’nin yanına yerleşip tedrisine bir süre daha amcasının himaye ve gözetiminde devam etmiştir.

Amcası dışında yine bu dönemde Erzurum müftüsü olan Narmanlızâde Hüseyin Hâki Efendi’den dersler almaya başlamış fakat Narmanlızâde’nin vefatı üzere İstanbul’a geçerek Fatih dersiamlarından Tokatlı Şakir Efendi ile Yusuf Talât Efendi’den dersler okuyup icazetler edinmiştir. Ömer Nasuhi Bilmen, Tabakatü’l-Müfessirîn isimli iki ciltlik eserinin sonunda bizzat kendisinin anlattığı üzere, bu eğitim sürecinin akabinde Medresetü’l-Kudât’ın yani hukuk ihtisas okulunun imtihanında muvaffak olup burada eğitim görmeye devam etmiştir. Medresenin başından sonuna değin sürdürdüğü istikrarlı ve başarılı eğitim sürecinin neticesinde okulu birincilikle tamamlamaya muvaffak olmuştur. Bu manzara, onun hem zekasının hem de ilme olan iştiyakının bütün hayatına şamil olduğunu gösteren misallerdendir.

Medreseden mezun olduktan sonra kısa bir süre Fatih Camiî’nde tedris faaliyeti ile iştigal eden Bilmen, Dârü’l-Hilafe ve Medresetü’l-Vaizîn gibi eğitim müesseselerinde de usûl-i fıkıh ve fıkıh okutmuştur. Fıkıh sahasında olduğu gibi tefsir ve ilm-i kelâm sahalarında da mütebahhir bir âlim olan Bilmen aynı zamanda Sahn-ı Semân Medresesi’nde ilm-i kelâm dersleri vermiştir.

İlmî meşguliyetlerinin yanında uzun bir memuriyet serüveni de bulunan Ömer Nasuhi merhum, bu sürece evvela fetvahâne-i âlî mülazımı olarak başlamış, ardından 1915 tarihinde heyet-i te’lifiyye üyeliğine geçmiş, 1926 senesinde ise İstanbul müftü yardımcılığı vazifesini ifa etmiştir. Cumhuriyet dönemi meşguliyetleri arasında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü müderrisliği yanında, 1960 tarihinde başlayan ve fakat kendi arzusuyla kısa bir sürede nihayete eren Diyanet İşleri Reisliği vazifesi de bulunmaktadır. Ömer Nasuhi Bilmen’in, Diyanet İşleri Reisliğini 10 ay gibi kısa sürede kendi iradesiyle bırakmasının ardında Türkçe ezan gibi bir kısım hassas konularda atılabilecek olası adımlar ve bu adımlara karşı etkisiz kalma endişesi ve hassasiyeti bulunmaktadır. Söz konusu hassasiyetlerinin neticesinde o, hiçbir makama tenezzül etmeyip imrenilesi bir dirayet göstererek kendi insiyatifi ile makamından istifade etmiştir.

Diyanet İşleri Reisliği vazifesinden ayrıldıktan sonra tabir-i caizse vaktini tamamen ilmî çalışmalara vakfetmiş ve her biri birbirinden kıymetli, sahasında çok önemli boşlukları dolduran yirmi civarında eser telif etmiştir.

Ana dili olan Türkçe’nin haricinde; Arapça, Farsça ve tercüme yapabilecek derecede Fransızca bilen, gençlik dönemde Arapça ve Farsça şiirler yazmış olan Ömer Nasuhi Efendi, şahsî hususiyetleriyle de örnek olan hâlim, selim ve mütevazi bir zâttır. Tasavvufî tarafı pek bilinmese de onun İskender Paşa’ya gidip geldiği, Ömer Ziyaeddîn Dağıstanî ve Yusuf Ziyaeddîn Ezherî gibi ehl-i tarik isimlerden istifade ettiği nakledilmektedir. Dolayısıyla Bilmen sadece zahirî ilimlerle meşgul olan bir âlim değil, aynı zamanda bâtınî yönünü de pekiştiren ve çift yönlü gelişimin yetkinleştirdiği isimlerden olmuştur. Talebeleri ve kendisinden istifade eden isimler arasında; Ahmed Davudoğlu, İsmail Çetin, Yanya Efendi Cami imamlarından Ali Yıldırım, Mahmud Es’ad Coşan, Ali Kemal Belviranlı, M. Emin Saraç ve Hayrettin Karaman gibi pek çok zât bulunmaktadır. Ömer Nasuhi Bilmen, bereketli bir ömrün ahirinde 88 yaşını idrak ettiği bir dönemde 12 Ekim 1971 tarihinde vefat etmiştir. Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’nde medfundur.

İslam Düşünürleri

Öğretisi

Ömer Nasuhi Bilmen, İslâm anlayışını mezhebi çizgisinin içinde özenle yerleştirmiş ve bu çizginin dışına çıkmamaya daimî bir gayret göstermiş bir âlimdir. Onun fıkıh anlayışını Hanefîlik, kelâmî anlayışını Mâtürîdîlik, tasavvufî anlayış ve yaşantısını Nakşîlik olarak ifade etmek, efradını câmi ağyarını mâni bir ifadedir. Hayatını ve eserleri mezhebi bağlılık ve sınırlar içerisinde, olağanca sadakatle şekillendiren Bilmen’in aslî sahasının fıkıh olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bununla birlikte onun tüm eserlerinde ve hayatında baskın olan husus ahlâkî vurgudur ve alanı ne olursa olsun hemen tüm eserlerinde bu vurgu kendisini hissettirir. Te’lif hayatının erken dönemleri de söz konusu ahlâkî hassasiyetinin yansımasıdır. Bu dönemde Yüksek İslâm Ahlâkı ile Kur’ân-ı Kerîm’den Dersler ve Öğütler isimli iki eserini neşretmiştir.

Daha sonra ilmî meşguliyetini fıkhî metinlere döndürmüş ve ilk olarak Büyük İslâm İlmihâli’ni, ardından Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu isimli sekiz ciltlik muhalled eserini kaleme almıştır. Hem ilmihâl hem de kamus, Bilmen’in Hanefî fıkhına bağlılığını açık bir şekilde yansıttığı gibi, bilhassa kamusta yer alan Hanefî tabakâtında adı anılan, kısa terceme-i hâli sunulan ulemâya yönelik ifadeleri onun artık üslûp hâline gelen ahlâkî hassasiyetini de yansıtmaktadır. Ulemâya bağlılık hassasiyeti, Bilmen’i yeni konulara dalıp içtihadda bulunmak yerine mezhebin görüşlerini dikkatli bir şekilde tespit ve nakletmeye sevk etmiştir. Onun fıkhî konulara dair duruşu genel itibariyle bu minvaldedir. Fıkhî muhtevadaki eserlerin ve tefsirinde Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın etkisi de ciddi şekilde kendisini hissettirmektedir.

İçtimaî hayattan kopuk bir âlim olmayan Bilmen, toplumun beklenti ve ihtiyaçlarını göz önünde tutan ve eser te’lifini de buna göre şekillendiren bir isimdir. O, evvela yeni ilm-i kelâm tartışmalarının ardından hangi kaynağa gideceğini bilmeyenler için Muvazzah İlm-i Kelâm’ı te’lif etmiş, yine Yüksek İslâm Enstitüsü’nün müfredatı için lüzumlu olduğu hissedilen tefsir tarihini yazılmaya koyulmuş ve böylece Tabakâtü’l-Müfessirîn isimli eserini kaleme almıştır. Bu arifede halka dönük özlü bir akide metni olarak da Mülahhas İlm-i Tevhid’i neşretmiştir. Ardından mevcut tefsirlerin halkın ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olması hasebiyle Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlîsi ve Tefsiri’ni yazmıştır. Bilmen’i bu tefsiri yazmaya sevk eden saik; Elmalılı merhumun tefsirinin havasa hitap etmesi, Bediüzzaman’ın İşârâtü’l-İ’câz’ının nâtamam olması, diğer bir kısım tefsirlerin ise Osmanlıca oluşudur. Sade bir üslûp ile belagat, fesahat, teknik kelâmî-felsefî muhtevadan arındırılmış, yine nazarî tasavvuf bahislerinden ziyade ahlâkî vurgulara yoğunlaşmış bir tefsir telif eden Bilmen, bu eserinde de ahkâm meselelerini daima Hanefî, akide konularını Mâtürîdî mezhebi üzere izah etmiştir. Bu tefsir, Bilmen’in neşredilen son eseri olmuştur.

Onun tefsir tarihine dair Tabakâtü’l-Müfessirîn’i kendisinden önceki tabakâtlardan farklı olarak incelenmemiş birçok müfessirin tefsirini -mesela İmam Mâtürîdî’nin Te’vilâtü’l-Kur’ân’ını- ilk defa inceleyip tanıtan eserlerdendir ve ülkemizde halen aşılamamış bir çalışmadır.

Bilmen’in kelâm anlayışı Mâtürîdî çizgiye muvafık şekillenmekle birlikte onun yeni ilm-i kelâm müteşebbisi İzmirli İsmail Hakkı’dan ve Yeni İlm-i Kelâm’dan oldukça etkilendiği ve Muvazzah İlm-i Kelâm’ı bu etki ile yazdığı anlaşılmaktadır. Bilhassa kelâmî ve felsefî ekollerin ve kavramların Türkçeleştirilmesinde İzmirli İsmail Hakkı’nın tercihlerine bağlılık göstermekte, bu konuda yeni tekliflerde bulunmak yerine İzmirli’nin birçok tarifini aynıyla paylaşmaktadır. Öte yandan o da yaygın bir şekilde yeni ilm-i kelâm hareketini benimsemiş, klasik kaynaklarda yer alan epistemoloji ve ontoloji bahislerini tasfiye etmeyi, özlü bir şekilde de olsa Darwinizm ve İzafiyet nazariyesi gibi konulara teması tercih etmiştir.

Öne Çıkan Eserleri

  • Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meâl ve Tefsir: İstanbul 1963-1966.

  • Tabakâtü’l-Müfessirîn: İstanbul 1955-1961.

  • Muvazzah İlm-i Kelâm: İstanbul 1955.

  • Büyük İslâm İlmihali: İstanbul 1947.

  • Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahât-ı Fıkhiyye: İstanbul 1949-1952.

  • Mülehhas İlm-i Tevhid: İstanbul 1962.     

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu