Hayatı

18 Ekim 1865 tarihinde, bugünkü Lübnan’ın Trablusşam yakınlarındaki Kalemûn Köyü’nde doğdu. Babası Ali Rızâ, Hz. Muhammed’in soyundan geldiği için seyyid ünvanı sahip ve Irak asıllı olan saygın bir aileye mensuptu. Bu durum, Reşid Rızâ’nın alacağı eğitimi de etkilemiş ve genç Rızâ, Kur’ân öğrenmek ve temel eğitimini almak için öncelikle bir köy okuluna gönderilmişti. Ardından Trablus Rüşdiyesi’nde bir yıl eğitim gördükten sonra Tripoli’deki el-Medresetü’l-Vataniyye’de eğitimine devam etti. Bu medresenin kurucusu Şeyh Hasan el-Cisr, Müslümanların, geleneksel İslamî dinî eğitim ile Batı’nın pozitif bilimlerinin bir sentezini yaparak ilerleyebileceğini düşündüğünden okulun müfredatında modern bilimlere de yer vermişti. Bu okulda, mantık, matematik, pozitif ve dinî bilimler, Fransızca, Türkçe ve Arapça eğitimi alan Rızâ, bunun yanı sıra özel çalışmalarla kendisini yetiştirmeye gayret etti. Bu dönemde o, Gazâlî’nin İhya adlı eseri üzerinde çalıştı ve Gazâlî’nin ihya ve tecdid anlayışından etilendi. Rızâ’nın fikir hayatındaki dönüm noktalarından bir diğeri, Cemâleddîn-i Efgânî ve 1882’de Lübnan’da tanışma fırsatı bulduğu Muhammed Abduh’un 1884’te Paris’te çıkarmaya başladıkları el-‘Urvetü’l-Vüskâ dergisiyle karşılaşmasıdır. Bu dergi, özgürlük, bağımsızlık, yönetilenlerin hakları, devletin ıslahı, despotizme ve  emperyalizme karşı isyan, İslam dayanışması ve vahdeti gibi meselelerde Müslümanlarda bilinç oluşturma çabası içindeydi. Bu dergi Reşîd Rızâ üzerinde önemli etkiler bıraktı. Rızâ’nın kendi ifadesiyle, “el-‘Urvetü’l-Vüskâ’yı okumadan önce tüm yapmak istediğim, İslam’ın temel unsurlarını ve dünya hayatının geçiciliğini öğretmekti. Şimdi yeni bir ışık gördüm: Dünya Müslümanlarının vahdeti için çalışmak. Şimdi biliyorum ki görevim, mümine ilerleme ve modern medeniyete giden yolları göstermektir.” Rızâ işte bu amacını gerçekleştirmek için İstanbul’a gidip Cemâleddîn Efgânî’nin öğrencisi olmak istedi. Ancak Efgânî’nin 1897’de vefat etmesi üzerine, Reşîd Rızâ rotasını İngiliz işgali altındaki Mısır’a çevirdi. 1898 yılında Mısır’a giden Rızâ’nın buradaki temel amaçlarından biri, el-Menâr olarak bilinen kendi dergisini çıkarmak isteğiydi. Rızâ ıslahat çizgisinde bir dergiye ihtiyaç bulunduğu konusunda hocası Muhammed Abduh’u ikna etti. Abduh, taraf tutmama, polemiğe girmeme ve yüksek rütbeli yetkililere hizmet etmeme şartıyla Rızâ’nın çıkaracağı dergiye onay verdi. Reşîd Rızâ, 1899’da çıkarmaya başladığı el-Menâr’ın ıslahatçı çizgisini, Abduh’un vefat ettiği 1905’e kadar politik meselelere girmeden sürdürdü. Bu tarihten itibaren ise el-Menâr’ın siyasî eğilimi açıkça ilan edilmişti. Rızâ, despotizm, Osmanlı İmparatorluğu’nda ıslahatın gerekliliği, şûrâ ve bir anayasaya duyulan ihtiyaç, demokrasi, emperyalizm, yabancı işgali ve etkileri üzerine makaleler yazmaya başladı. Rızâ’nın el-Menâr’daki bütün yazılarına sinmiş olan iki temel husus, İslam dünyasının şiddetle ihtiyaç duyduğu ıslahat ve vahdetti.  el-Menâr, Reşîd Rızâ’nın vefatından sonra İhvân-ı Müslimîn eliyle 1941’e kadar altı yıl daha çıkmaya devam etti. Rızâ el-Menâr’daki siyasî yazılarının yanı sıra, düşüncelerini daha geniş kitlelere ulaştırmak için çeşitli sivil toplum kuruluşları bünyesinde faaliyetler yürüttü. Bu çerçevede o, Şûrâ-yı Osmânî Cemiyeti’nin başkanlığını üstlendi. 1907’de, daha sonra kuracağı modern medresenin alt yapısını teşkil teşkil edecek olan ed-Da‘vâ ve’l-İrşâd Cemiyeti’ni kurdu. Bu cemiyet 1912 yılında bir okula dönüşecekti. 1908’de Suriye’yi, II. Meşrûtiyetin ilanından sonra da 1909’da İstanbul’u ziyaret etti. 1912’de Nedvetü’l-‘Ulemâ başkanı Şiblî Nu‘mânî’nin davetiyle Hindistan’a bir ziyaret gerçekleştirdi. 1916’da Hicaz’a giderek Şerîf Hüseyin ile görüştü. 1925’te yeni kurulan Suud Krallığı’nın himayesinde, Mekke’de hilafet konferansına katıldı. İslam Üniversitesi kuruluş çalışmalarında Filistinlilerin yanında yer almak için 1931’de Kudüs’e gitti. 23 Ağustos 1935’te, Süveyş seyahati dönüşünde Kahire’de vefat etti.

İslam Düşünürleri

Öğretisi

Reşîd Rızâ’nın düşüncesinin gelişim seyrinde, Mısır’ın sosyo-politik durumunun önemli bir etkisi vardır. On dokuzuncu asırda, yerel idareci Muhammed Ali tarafından Avrupa’ya gönderilen ve burada eğitim aldıktan sonra Mısır’a dönen öğrenciler, Avrupa hakkındaki görüş ve bilgilerini hemşerileriyle paylaşarak İslam dünyasının entelektüel ve siyasî yaşamına katkıda bulunmuşlardır. Bu katkıların başında, Batı’nın Müslümanlara karşı kendi doğasından kaynaklanan bir üstünlüğe sahip olmadığını göstermeleri gelir. Onlara göre Müslümanlar, Batı’nın pozitif ve övgüye değer yönlerini alabilirler. Ayrıca Avrupa’nın İslam dünyasını eğitim ve siyasî organizasyon konusunda geride bıraktığını ve bu iki unsurun Batı’nın ilerleyişindeki temel faktörler olduğunu dile getirmişlerdir. Bu imaj, Reşîd Rızâ gibi Müslüman entelektüeller arasında önemli bir etkiye sahip olmuştur. Nitekim Rızâ’ya göre de Batı’nın başarısının temelinde eğitim, bilimsel ve teknik gelişmeler yatmaktadır. Batılı eğitim alan öğrencilerin yanı sıra Batı dünyasından Arapçaya tercüme edilen metinler de Rızâ üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Muhammed Abduh’un grubunun üyelerinden biri olan Fethi Zağlul, Rousseau’nun Social Contract, Le Bon’un Sprit of Society ile A Quoi tient la superiorité adlı eserlerini tercüme etmişti. Rızâ, bu eserleri okumuş, kitapların içeriklerini el-Menâr’da özetlemiş ve yazılarında bu eserlere atıflar yapmıştır. Bu eserlerin yanı sıra Rızâ’nın kendi dergisinde Dumas, Demolins, Spencer, Shaws, Tolstoy, Hugo ve Homer’den yapılan çevirileri tanıttığı da bilinmektedir. Rızâ’nın Arapça dışındaki bir başka dilde okuyamaması nedeniyle, bu çeviri faaliyetlerinin, Batı dünyasının düşünce haritasını takip edebilmesi ve İslam toplumuyla mukayeseler yapabilmesi bakımından onun için son derece önem arz ettiğini söylemek gerekir.

Reşid Rızâ, el-Menâr’da yayımlanan “Avrupa ve Doğu Medeniyetinin Karşılaştırılması”, “Doğudaki Batılı” gibi makalelerinde Batı’nın toplumsal, tarihsel ve siyasal gelişmelerini açıklamaktadır. Bunun yanı sıra, bilim, teknik ve demokrasi gibi alanlara vurgu yapmakta ve kendi toplumunun da hem kendi ahlâkî değerlerini koruyup hem de Batı’nın hâkim olduğu bu alanlarda başarılı olmasını gerekli görmektedir. Çünkü Reşîd Rızâ, tıpkı kendi dönemindeki Müslüman entelektüeller gibi, ileri bir Avrupa ile geri kalmış Doğu arasındaki farktan çarpılmıştır. Rızâ bu durumu bir makalesinde şöyle dile getirir: “Avrupa bize uluslarının, bilimlerinin, sanayilerinin, örgütlenişinin zenginliğinin, zekiliğinin ve bilgeliğinin gücüyle saldırıyor. Biz bu cahillik, düzensizlik, parçalanmışlık ve asalaklık halinde kaldığımız sürece, Avrupa’nın karşısına asla dikilemeyeceğiz. Bu çağ bireyler değil, milletler çağı olduğundan ve despotizm değil disiplin ve dayanışma çağı olduğundan parayı feda etmeli ve milletimizi kalkındırmak için birleşmeliyiz. Sonra da yöneticilerimizi reform yapmaya zorlamalıyız.” Rızâ’nın Batı ile Doğu arasındaki farkı vurguladığı bu ifadelerinde Müslümanlara sunduğu reçete, geleneksel modellere uygun değildir. Çünkü o, Müslümanların birlik, toplumsal işbirliği, örgütlenme gibi modern özelliklere sahip olmadığını düşünmekte ve Avrupa hakimiyetinin Müslümanların zayıflığının bir sonucu olduğunu savunmaktadır. Rızâ, batılı bilim ve teknolojinin Müslümanlar tarafından öğrenilmesi konusundaki düşüncesini meşru bir zemine oturtmak için, Batı’nın bilimsel gelişiminde İbn Sînâ gibi Müslüman filozof-bilim adamlarının hayati bir etkiye sahip olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla Reşîd Rızâ’ya göre Müslümanlar, batılı bilimleri benimseyerek aslında kendi miraslarına sahip çıkmış olacaklardı. Bu düşüncesiyle Rızâ, Müslüman toplumunun geleneksel tavrı sürdüren kesimlerinin Batı kültürüne karşı tutundukları tavrı da zayıflatmayı amaçlamaktadır.

Reşid Rızâ’ya göre, Avrupalıların ilerlemelerinin temelinde bir diğer neden de onların sahip olduğu düşünce, irade ve eylem özgürlüğüdür. Bu çerçevede o, Martin Luther’in reformasyon hareketine özel bir vurgu yapar. Ona göre reformasyon, Batı’nın ilerlemesine katkıda bulunan en önemli unsurlardan biridir. Çünkü Luther, reformasyon hareketiyle, ilerlemenin önündeki en büyük engel olan cehaleti ortadan kaldırmıştır. Bu nedenle Rızâ, Müslümanların medeniyet yarışında söz sahibi olabilmeleri için, Gazâlî ve İbn Teymiyye gibi İslam düşüncesine yön veren müceddidlerin yetişmesi gerektiğini savunur. Reşîd Rızâ’nın bu düşüncesi, batılı tecrübenin tamamıyla İslam dünyasına ithali anlamına gelmez. Çünkü o, modernleşme ve batılılaşma arasında önemli bir fark olduğunu düşünür. Ona göre modernleşmede toplum, kendi yerel değerleri ile ahlâkî temelini korurken teknik beceri ve bilgileri Batı’dan alır. Bu çerçevede o, batılı bir ulus olmayan ve kısa bir sürede fark edilir bir ilerleme kaydetmeyi başaran Japonya’yı örnek olarak verir. Ona göre Japonya, hem batılı teknik ve bilimsel gelişmeleri takip edip modernleşmiş hem de bunu yaparken kendi kültürel değerlerinden vaz geçmemiştir. Öte yandan Mısır ve Türkiye, modernleşmeyi batılılaşma ile karıştırmış ve kendi kültürel değerlerinde yozlaşmalar baş göstermiştir. Batılılaşan bu Müslüman ülkeler, bilimsel ve teknolojik anlamda kayda değer bir gelişme gösterememiştir. Rızâ, batıcıların aşağılık kompleksi içinde olduğunu ifade eder ve başkaları tarafından takip edilecek modeller olmak yerine boyun eğerek, özgür olmak yerine kendilerini köleleştirerek aşağıladıklarını düşünür. Kendi ifadesiyle “Avrupa’dan tüm almamız gereken onun bilimsel başarıları, teknik becerileri ve gelişmiş sanayileridir. Bu yönlerin alınması ise böylesi bir batılılaşmayı gerektirmez.” Ne var ki Reşîd Rızâ, 1932-33’te yayımlanan el-Vahyu’l-Muhammedî adlı kitabında Batı medeniyetinin olumsuz yönleri üzerinde durarak daha önce el-Menâr’da savunduğu sentezci yaklaşımın ötesine geçmiş görünür. Çünkü Rızâ, Birinci Dünya Savaşı’nda Batı’nın acımasız yüzünü görmüştür. Ona göre, Batı servet birikimi sağlamak için fetih ve emperyalizm politikaları gütmüş ve sömürdüğü ülkelerin kaynaklarını yağlamamıştır. Böylece Batı, sömürdüğü Müslüman ülkeleri ekonomik bağımlılığa sevk etmiştir. Bu ekonomik bağımlılık da Müslümanların siyasî bağımsızlığını ortadan kaldırmaktadır. Reşîd Rızâ, Batı’nın sömürgeci politikalardan vaz geçip kardeşlik, barış ve merhamet dini olan İslam’a ihtiyacı olduğunu düşünmeye başlamıştır. Dahası, Kur’ân’ın modern reformlar için gerekli her şeyi içerdiğini ispatlamaya çalışmış ve liberal Avrupalı ve Japon entelektüellere İslam’ı benimsemeleri çağrısında bulunmuştur. Reşîd Rızâ, el-Vahyu’l-Muhammedî’de Kur’ân’a dayalı bir inanç metodolojisi üzerinde durur ve tıpkı Gazâlî gibi, kelâm ilminin İslam inançlarını koruma işlevine işaret eder. Kur’an’ın başlıca hedeflerini on maddede toplayan Rızâ, bunları dinin temel rükünlerini ortaya koymak, nübüvvet yoluyla insanlara ilâhî mesajı iletmek, fıtratı taklitten korumak, toplumun ıslah ve mutluluğunu kolaylaştırmak, idarî konularda yol göstermek, malî meselelerde hakkaniyeti öne çıkarmak, kadınlara ve bütün insanlara haklarının verilmesini sağlamak ve köleliğin kaldırılmasına öncülük etmek şeklinde sıralar. Muhâveretü’l-Muslih adlı eserinde ise Allah’ın varlık âleminin işleyişi için koyduğu tabiat kanunlarıyla insan hayatının işleyişi için gönderdiği din kanunlarının birbiriyle uyumlu yürümesini sağlamak amacıyla dinî prensiplerin dinamik hayatın ihtiyaçlarını çözecek bir usule bağlanmasını gerekli görür. Aksi takdirde ise bu esasların yöneticiler tarafından zamanla terk edileceği uyarısında bulunur. Çünkü ona göre tabiat kanunlarının hayata geçirilmesi, insanın iradesine bırakılmamış, buna karşılık din kanunlarının uygulanması isteğe bağlanmıştır. Dolayısıyla din kanunlarıyla tabiat kanunları arasındaki denge ortadan kalkarsa din hayattan uzak ve kopuk bir hal alır. Reşîd Rızâ’nın üzerinde önemle durduğu bir diğer konu ictihaddır. Ona göre mutlak taklit İslam’a uygun değildir. İbadetlerde helal ve haramlar değişmezken muâmelâta ilişkin hükümler zaman ve şartların değişmesiyle değişebilir. Ayrıca o, muâmelât konularında kıyas yerine maslahat prensibini dikkate almak gerektiğini savunur. Bu çerçevede tek bir mezhebe bağlı kalmak yerine diğer mezheplerin çözüm ve fetvalarına da başvurulabileceğini savunur. Reşîd Rızâ ortaya koyduğu bu ilkesel tavra uygun olarak kendisine sorulan soruları cevaplayarak muâmelâta ilişkin meselelerde birtakım fetvâlar vermiştir. Kadın ve erkeklerle konuşmasının dinen sakıncalı olmadığı, zikirlerin, ayin ve merasim halinde yapılmasının mânevî hayata uygun olmadığı, iğneyle enjekte edilen ilacın orucu bozmadığı gibi fetvaları bu cümledendir. Bunun yanı sıra irtidad ve cihadla ilgili yaklaşımı da geleneksel tavrın farklı yorumlanabileceğini gösteren bir örnek niteliğindedir. Ona göre İslam’a düşmanlık ve ümmete zarar gâyesi taşıyan irtidad, ferdî düşünce olarak gerçekleşen irtidâddan farklıdır. Birinci durumda ölüm cezasını uygulamak mümkündür; ancak ikinci durumda ölüm cezası gerekmez. Cihadın da İslam’ı savunmaya ve yaymaya yönelik iki türünün bulunduğunu; birincisinin daima meşru olduğunu, ikincisinin ise İslam’ın barışçıl yollarla yasaklanması hâlinde devreye girebileceğini savunur.

Reşîd Rızâ, tasavvufun, nefis terbiyesini amaçlayan bir zühd hareketi olması hâlinde meşru olduğunu düşünür. Bunun dışında kalan vahdet-i vücûd gibi felsefî fikirlerin, naslar üzerindeki bâtınî yorumların, râbıta ve tevessül gibi hususların tasavvufla bağdaşmadığını ve İslam’da çeşitli yanlışlıklara yol açtığını öne sürer. Reşîd Rızâ, Nidâ’ li’l-cinsi’l-latîf adlı eserinde, Müslüman toplumlardaki içtimaî ıslahatın temellerinin ailede atılması gerektiğini vurgular. Gelenekteki uygulamalarda kadına dayatılan muamelelerin İslam’la bağdaşmadığını, İslam’ın kadına değer vererek ona erkeklerle eşit haklar tanıdığını savunur. Hilâfete ve Müslümanların birlik içinde siyasî varlıklarının korunmasına büyük önem veren Reşîd Rızâ, bu nedenle Osmanlı idaresinin devam etmesini ümmetin yararına olduğu görüşünü benimser. Rızâ’nın, II. Meşrutiyetin ilanından sonra İttihatçılar tarafından hürriyet ve şûraya dayalı yönetim anlayışına ağırlık verileceği yönündeki ümitleri artar. Ancak İttihatçıların Batıcı ve Türkçü politikalar benimsemesi nedeniyle onları eleştirir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması aşamasında Millî Mücadele hareketinin faaliyetleri de Rızâ’yı umutlandırmış; ancak hilâfetin kaldırılması ve din eğitiminin sınırlandırılması Rızâ’nın fikrini değiştirmesine neden olmuştur. Bu tecrübeler neticesinde Rızâ, Müslümanların siyasî temsili ve hilafetin yeniden işlerlik kazanması konusunda yeni arayışlara girmiş ve Arap milliyetçiliğini vurgulayan söylemleri daha çok dile getirmeye başlamıştır. Bu çerçevede o, hilafet konusunda geçici uzlaşmalara gidilebileceğini düşünür ve Arapların, Türklerin, Kürtlerin birlikte yaşadığı tarafsız bir bölgede bütün İslam ülkelerinin tanıdığı bir hilafet modelinin tesis edilebileceğini savunur.

Temel Soruları

Batı niçin ilerledi ve Müslümanlar geri kaldı? Batı’nın ilerlemesini sağlayan hususlar nelerdir? Müslümanların geri kalmasının sebepleri nelerdir? Müslümanların modernleşip Batı’yı yakalaması için neler yapması gerekir? Müslümanların ihtiyacına cevap veren en ideal eğitim ve yönetim modeli nedir? Batılılaşma ile modernleşme arasında nasıl bir fark vardır? Müslüman kadının aile ve toplumdaki rolü ne olmalıdır? Müslümanlar kendi aralarındaki birliği nasıl sağlayabilir? Hilâfet yeniden nasıl tesis edilebilir?

Öne Çıkan Eserleri

  • el-Menâr ve’l-Ezher. (Otobiyografi) Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1934.
  • Muhâveretu’l-muslih ve’l-mukallid fî mes’eleti’l-ictihâd ve’t-taklîd. (Telif) Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1906.
  • el-Hilâfe evi’l-imâmetu’l-‘uzmâ. (Telif) Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1922.
  • el-Vahyu’l-Muhammedî. (Telif) Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1933.
  • Târîhu’l-üstâzi’l-İmâm eş-Şeyh Muhammed ‘Abduh, I-III. (Biyografi/Hâtırat) Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1905-1925-1931.
  • Nidâ’ li’l-cinsi’l-latîf. (Telif) Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1932.
  • Yusru’l-İslâm ve usûli’t-teşrî‘i’l-‘âmm. (Telif) Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1928.
  • Şübehâtu’n-Nasâra ve hucecu’l-İslâm. (Telif) Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1904.
  • ‘Akîdetu’s-salîbî ve’l-fidâ. (Telif) Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1913-1913.
  • el-Muslimûn ve’l-Kıbt ve’l-mu’temeru’l-Mısrî. (Telif) Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1909.
  • es-Sünne ve’ş-Şî‘a. (Telif) Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1928.
  • el-Vehhâbiyyûn ve’l-Hicâz. (Telif) Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1928.
  • er-Ribâ ve’l-mu‘âmelât fi’l-İslâm. (Derleme) Ed. Muhammed Behcet el-Baytâr. Kahire: Mektebetu’l-Kâhire, 1960.
  • Fetâvâ’l-İmâm Muhammed Reşîd Rıdâ, I-VI. (Derleme) Ed. Selâhaddîn el-Müneccid & Yûsuf Hûrî. Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-Cedîd, 2005.
  • Makâlâtu’ş-Şeyh Reşîd Rıdâ es-siyâsiyye. (Derleme) Ed. Yûsuf Îbiş & Yûsuf Hûrî. Beyrut: Dâr İbn ‘Arabî, 1994.
  • er-Rehalâtu’l-İmâm Muhammed Reşîd Rıda. (Derleme) Ed. Yûsuf Îbiş. Beyrut: el-Müessesetu’l-‘Arabiyye li’d-Dirâsâti ve’n-Neşr, 1971.
  • Tefsîru’l-Kur’âni’l-hakîm, I-XII. (Telif) Ed. Reşîd Rıdâ. Kahire: Matba‘atu’l-Menâr, 1934.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu