Hayatı

Tam adı Ebü’l-Fazl Seyyid Ali İmâdüddin Nesîmî olan, Hurûfîliği ile bilinen, halk arasında ise Seyyid Nesîmî olarak ünlenen Nesîmî 770/1369 tarihinde Şamahı’da doğmuş olup hayatı hakkında kaynaklarda birbiriyle çelişen muhtelif bilgiler mevcuttur. İran ve Arap kaynakları Nesîmî’nin Tebriz, Şîraz veya Şirvan’lı olduğu üzerinde yoğunlaşırken Osmanlı tezkirecilerinden Aşık Çelebi onun Diyarbekir, Latîfî Bağdatlı olduğunu ifade etmektedir. Yeni araştırmalar ise Nesîmî’nin bugün Azerbaycan sınırları içinde olan Şamahılı olduğuna ve orada doğduğuna yöneliktir.

Nesîmî hakkında kaynaklarda yeterli bilgi olmadığından hayatının ilk evreleri hakkında çok fazla detay yoktur. Ancak, eserlerinden hareketle iyi bir eğitim aldığı, genç yaşta tasavvuf yoluna girdiği anlaşılmaktadır. Latîfî, Nesîmî’nin başta Bedreddîn eş-Şiblî’ye bağlandığını belirtir ancak Hurûfîliğin kurucusu Fazlullâh Hurûfî’ye intisab ettikten sonra Nesîmî’nin asıl şöhretine kavuştuğu açıktır. 796/1394 yılına rastlayan Beyânü’l-Vâki olayında Fazlullâh Hurûfî’ye intisâb eden Nesîmî, onunla Bakü ve Şirvan’da bir süre beraber yaşayarak Hurûfîliği bütün yönleriyle öğrenmiş ve bu yolun en önemli temsilcilerinden biri olmuştur.

Şam ve Osmanlı üzerine sefere çıkmadan önce Azerbaycan civarında tehlike arz eden güçleri ortadan kaldırmayı amaçlayan Timur tarafından Fazlullâh Hurûfî’nin öldürülmesinden sonra müritlerinin farklı yerlere dağıldığı görülür. Nesîmî de şeyhinin katledilmesinden sonra Anadolu yollarına düşmüş, birçok yer gezerek Ankara’ya gelmiş, Ankara’da Hacı Bayram-ı Velî ile görüşmek istemiştir. Fakat, Nesîmî’nin Tanrılık iddiasında bulunduğu şeklindeki bir iddianın müritleri tarafından Hacı Bayram-ı Velî’ye ulaştırılması üzerine onunla görüşmeyi reddetmiştir. Anadolu’da I. Murâd devrinde Bursa’ya kadar gittiği bilinen Nesîmî, Bursa’da hoş karşılanmadığından ve Anadolu’da da umduğunu bulamayarak bugünkü Suriye topraklarına geçmiştir.

O dönemde Suriye’de Hurûfîlerin en önemli merkezi olduğu bilinen Halep’e geçtikten sonra Nesîmî’nin Hurûfî şeyhi olarak faaliyetler yürüttüğü ve etrafındaki müritlerini çoğalttığı söylenir. Aynı dönemde Şeyh Bedreddin Simavî’nin de Halep’i ziyaret etmesinin Nesîmî ile görüşmek arzusundan kaynaklandığı düşünülür. Şairlik yeteneğini fikirlerini yaymak için kullanan Nesîmî halkın yanısıra Dulkadiroğlu ve Karakoyunlu yöneticilerini de etkiledi. Nesîmî girdiği meclislerde Tanrı’nın insan yüzünde tecelli ettiğini ve her bir uzvun harflerle kodlandığını belirttiğinden Halep ulemasınca zındık olarak görülüp katline cevaz verildi. Bunun üzerine derisi yüzülmek suretiyle katledildi.

Nesîmî’nin öldürüldüğü tarih tam olarak tesbit edilebilmiş değildir.  İbn-i Hacer başta olmak üzere kaynaklar genelde 820/1417 tarihi üzerinde durur; ancak 807/1404, 824/1421 ve 837/1433 tarihini veren kaynaklar da vardır. Abdülbaki Gölpınarlı, Refi’î’nin Beşâretnâme’sinde Nesîmî’nin şehit olarak anıldığını, eserin 811/1408’de telif edildiği göz önüne alındığında ölüm tarihinin 1408’den önce olduğunu ifade eder.

Öğretisi

Nesîmî’nin fikirleri ve öğretisine dair izleklere onun şiirlerinden ve mensubu olduğu Hurûfî düşüncesinden ulaşılabilir. Bu bağlamda, onun Türkçe ve Farsça divanlarının büyük bir ehemmiyete haiz olduğu aşikârdır. Nesîmî’nin Türkçe ve Farsça divanlarındaki beyit, mülemma ve gazellerden onun Arapçayı da bu dilde şiirler yazacak kadar iyi bildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Latîfî de onun “elsine-i selâsede” şiir söylediğini ifade etmiştir. Nesîmî’nin Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazacak kadar bu dilleri iyi bilmesi onun sağlam bir medrese eğitimi gördüğüne işaret eder. Medreselerde okutulan sarf, nahiv, fıkıh, tefsir ve kelâm ilimlerinden izlerin şiirlerinde görülmesi bu düşünceyi güçlendirir.

Hiç şüphesiz, Nesîmî’nin hayatında ve fikirlerinde en önemli kırılma noktası Fazlullâh Hurûfî ile Şirvan’dayken tanışması ve onun rahle-i tedrisinden geçmesiydi. Bu olay bir dönüm noktası olarak kabul edildiğinde Nesdüğüne işaret edeî ile tanışmadan önce yazdığı şiirlerinin onunla tanıştıktan sonra yazdıklarından tema yönünden kısmen farklılaştığı söylenebilir. Bu yönüyle şiirleri incelendiğinde Hurûfîlik etkisine girmeden önce Nesîmî’nin daha çok Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Ahmet Yesevî etkisinde olduğu, onlar gibi hikmetli söz söyleme ve nasihat etme arzusunda olduğu açıktır. Bu dönemde Hz. Ali, Ehl-i Beyt, On İki İmam hayranlığı apaçık ortada olan Nesîmî onları yücelten beyitler düzmekten geri durmamıştır. Yine bu dönemde Nesîmî’nin vesvese, şüphe ve zandan kaçınmaya, Cuma namazının şartları ve o günde vuku bulacak hadiselere, cennet ve nimetlerini övüp insanları hak yola davet ettiğine dair şiirlerine rastlamaktayız.

Nesîmî’nin Fazlullâh Hurûfî ile tanışıp ona intisab etmesinden sonra düşüncelerinde ve düşüncelerini dile getirdiği şiirinin dili ve üslûbunda değişimler yaşandığını gözlemlemek mümkündür. Bu dönem şiirlerinde Nesîmî, ilâhî sıfatlara hâiz insanın kutsallık, saygınlık ve özgürlüğünü koruması gerektiğini belirtmiştir. İnandıklarını ve gerçekleştirmek istediklerini Hurûfîlik’te arayan Nesîmî , Tanrı’nın insan yüzünde tecelli ettiğini, bu nedenle insanın varlık güzelliğinin aynası olduğunu, insanı korumak ve ona saygı göstermenin bu güzelliği korumak anlamına geleceğini ifade eder. Ona göre, insan ceset ve ruhtan ibaret olmakla birlikte aslında bu ikisinin meydana getirdiğinden çok daha yüze bir varlıktır.

Nesîmî, Fazlullâh Hurûfî’nin keşfettiği yedi hattın (2 kaş, 4 kirpik, 1 saç) her türlü dîni tekâlif ve ilahi sırrı çözmeye yeterli görüyordu. Skolastik felsefenin dört unsuru olan ateş, su, hava ve toprak ile bu yedi hattın birbirine çarpılmasıyla Kur’an-ı Kerîm’in sırlarının çözüleceğine inanıyordu. Bu nedenle, öğrendiği bu yeni düşünceleri büyük bir şevkle başkalarına da öğretiyor ve zamanla bu alanda mürşid konumuna yükseliyordu. Bu dönemde de Kur’an ve Hadis’ten fazlasıyla yararlanan Nesîmî, seçtiği ayet ve hadisleri Hurûfîlik düşüncesiyle yoğurmakta büyük bir maharet göstermiştir. Dört büyük Sünnî mezhebin “müteşâbih” olarak kabul ettiği ayetleri, bir Hurûfî olarak “muhkem” kabul ettiğinden onlardan bol bol yararlanma yoluna gitmiştir. Bu bağlamda Yâsîn sûresinden yararlanarak “kef” ve “nûn” harflerinin ezelden beri var olduğunu ve insanlar başta olmak üzere bütün mahlukat ve alemlerin bu iki harften yaratıldığını söyler.

Nesîmî, diğer Hurûfîler gibi harflerin kutsiyetine inanmaktadır. Hurûfî inancına göre Hz. Adem’e 4’ü (p, ç, j, g) Fars alfabesinden, 28’i de Arap alfabesinden olmak üzere toplam 32 harf öğretilmiştir. Ancak harflerin taşıdığı potansiyel ilim birden değil derece derece tevdi edilmiştir. Bu aşamalar ise sırasıyla “nübüvvet”, “velâyet” ve “uluhiyyet”tir ki Şiîlikteki 12 imam düşüncesinden izler taşımaktadır. Bu sistemde, dinî hükümlerin yirmi sekiz ve otuz iki sayısına uygulanması durumunda bu hükümlerin insan yüzünde temsil edildiği iddia edilir.  Bu sistem ve Nesîmî’nin düşüncesine göre evrenin merkezinde insan vardır. Ruhun bedeni terk ettikten sonraki durumu ile cennet, cehennem, ahiret önemli tartışma konularıdır. Anadolu ve Bağdat Hurûfîlerinin önemli bir kısmı ölümden sonra hayat olmadığına, birleşik varlıkların basit varlıklara dönüşeceğine, Hurûfîliğin esasını oluşturan otuz iki kelimenin bilincine varıldığı takdirde dinî yükümlülüklerin kalktığına inanır. Nesîmî’nin Hurûfîlik ile alakalı fikirlerini şiirleri dışında en iyi yansıtan eseri Mukaddimetü’l- Hakâik’tir. Fazlullâh Hurûfî’nin Câvidânnâme’si esas alınarak yazılan bu mensûr eserde dinî meseleler, itikadî konular harflerle açıklanmakta, Kur’an’daki hurûf-i mukataa ile abdest, ezan, ikâmet, zekât, oruç, hac gibi konular harflerle rakamlar arasında bağlantılar kurularak yorumlanmaktadır.

Alevî-Bektaşî’lerin yedi büyük şairinden biri kabul edilen Nesîmî’ye Kalenderîler de kutsiyet atfetmiştir. Bu nedenle kendisine farklı bölgelerden mezar izâfe edilmiş, kendisi şehid ve mazlum bir velî olarak büyük kabul görmüş, hakkında çeşitli menkıbeler üretilmiştir. Nesîmî’yi dîvân edebiyatına katkıları bakımından değerlendirenler ise, onun bu edebiyata ait mazmûnları rahat bir söyleyişle Türkçe ifâde etme başarısını göstermekle överler. Söz konusu mazmunlar Fars dilinde yerleşmiş olmasına rağmen onları ilk defa Türkçede en uygun bir biçimde işleyen şairin Nesîmî olduğu düşüncesi bu övgülerin temel sebebidir.

Öne Çıkan Eserleri

  • Dîvân: haz. Selman Mümtaz, Bakü 1926.

  • Dîvân-ı Farsî-i Nesîmî: haz. Hamîd Mehmedzâde, Bakü 1970

  • Mukaddimetü’l-Hakâik: Süleymaniye Ktp., Tarhan, nr. 162/1.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu