Hayatı

1827 yılında İstanbul’da doğdu. Şinasi’nin babası Osmanlı-Rus savaşı sırasında Şumnu’da şehit düşen bir topçu subayıdır. Şinasi’nin büyüdüğü ve İstanbul’da yaşadığı yer Tophane semtidir. Annesi ve akrabaları tarafından büyütülen Şinasi mahalle mektebinden sonra Tophane Kalemi’ne çırağ olarak verildi. Şinasi Şark kültürüne ait bilgilerini bu kalemde görev yapan kendisinden yaşlı memurlardan, özellikle de İbrahim Efendi adlı bir kimseden almıştır. Ebüzziya’nın bildirdiğine göre, İbrahim Efendi’nin teşvikiyle Şinasi, Firuzabâdî’nin kamusunun büyük bir kısmını ezberlemiştir. Aynı kalemde görevli Fransız asıllı mühtedi Reşad Bey’den (Chateauneuf) Fransızca öğrenmeye başlar. Şeyh Zaik Efendi’den bir süre Farsça dersleri okur. Şinasi Tanzimat’ın ilk on yılını bu Kalem’de kendini yetiştirerek geçirmiştir.

Reşad Bey’in cesaretlendirmesiyle Şinasi, Paris’e tahsil için gitmek istediğini bir dilekçeyle Tophane Müşiri Fethi Bey’e arz ederek tavassutunu diler. “Tophane-i Amire Mektubî hulefasından fütüvvetlü İbrahim Şinasi Efendi” beş bin kuruş harcırah verilerek Paris’e gönderilir. Şinasi’nin Paris’e gidişi tarihi 1849 Mart’ının son günleridir. Şinasi bu sırada Tophane Müsteşarı Ziver Efendi’den de himaye sözü alır. Şinasi 1852 sonlarında dönmeyi düşünmüş olduğu halde ancak 1855 yılı ortalarında Paris’ten dönmüştür. Şinasi’nin dönüşünü geciktiren nedenler olarak bu arada Durûb-i Emsâl-i Osmanî adlı eserini yazmaya başlamış olması, Société Asiatique’e üye olması gibi önemli gelişmeleri sayabiliriz. 1851 yılında Asiatique cemiyeti üyeliğine kabul edilen Şinasi’nin Asiatique üyesi sıfatıyla vermesi gereken bir eser olarak Paris’te Durûb-i Emsâl’i kaleme aldığını düşünebiliriz. Bu uzatma süresinde Şinasi’nin Tophane’deki devam eden memuriyet maaşına zam yapılmıştır. Şinasi’nin bir tür görevlendirme ile Paris’e gönderildiği ve maaşıyla terfiinin kesilmediği anlaşılıyor. Şark dilleri ve kültürüne vukufu Şinasi’nin Renan’la görüşmesine, Sacy ailesiyle dostluklar kurmasına sebep olmuştur. Oryantalist çevreye girmeyi başaran Şinasi Mekâtib-i Umumiye Nazırı Kemal Efendi’nin ardından Société Asiatique’e üye olan ikinci Türk’tür. Asiatique cemiyetinin kayıtlarında Şinasi “Osmanlı hükûmetinin yüksek memuru” olarak anılmıştır.

İstanbul’a dönen Şinasi, “Paris’te ulûm-i edebiye ve maarif-i saireyi iktisap” etmiş olduğu kabul edilerek Meclis-i Maarif üyeliği görevine getirildi. Şinasi’nin Paris’teyken bir müddet Fransa Maliye Nezareti’ne devam ederek devlet maliyesi hakkında bilgi edindiği de bilinmektedir. Bu eğitimin Sadrazam Reşid Paşa’nın tavsiyesiyle alındığı kuvvetle muhtemeldir. Dil sorununu hallettikten ve Durûb-i Emsâl’i hazırladıktan sonra Şinasi’nin Paris’te ikametini uzatan sebeplerden biri maliye alnındaki eğitimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Şinasi’nin ilk Paris ikameti kesintisiz olarak altı yıl üç ay kadardır.

Şinasi’nin Encümen-i Daniş üyeleri arasında olduğuna ilişkin rivayet doğru değildir.

18 Eylül 1856 tarihinde Meclis-i Maarif üyeliği görevinden azledilmiştir. Azil nedeni olarak “bazı evzâ-ı makdûha” gösterilir. Aslında Şinasi’yi Meclis-i Maarif üyeliğine getiren de, bu görevden azleden de Ali Paşa’dır. Şinasi, bir buçuk ay kadar sonra Ali Paşa’nın azledilip yerine tekrar Mustafa Reşid Paşa sadrazam olunca ünlü kaside-i raiyyesini yazmıştır. Doktor raporlarıyla birlikte bir dilekçe veren Şinasi eski görevine dönmeyi talep etmiş ve 9 Haziran 1857 tarihinde Meclis-i Maarif’teki üyelik görevine dönmüştür. Şinasi’nin bu seferki görevi 5 Temmuz 1863 tarihine kadar devam edecektir.

Bu yıllarda Şinasi önce kaside ve münacaatını, sonra Tercüme-i Manzume adlı Fransızca’dan çevirdiği şiirlerini yayınlamış, ardından önce Agâh Efendi’yle birlikte Tercüman-ı Ahvâl (22 Ekim 1860), ardından kendi başına Tasvir-i Efkâr (28 Haziran 1862) gazetelerini çıkarmıştır. Padişah Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı karşısında yaptırdığı tiyatro binasında sahneye konmak üzere sipariş ettiği eserlerden biri olarak Şair Evlenmesi adlı piyesini kaleme almıştır. Eserin saray tiyatrosunda sahneye konup konmadığına ilişkin bir bilgiye sahip değiliz. Ancak eserin Tercüman-ı Ahvâl sayılarında tefrika edildiğini biliyoruz.  

Tasvir-i Efkâr’da yer alan bir haber-yorum nedeniyle irade-i seniyye ile Meclis-i Maarif’teki görevine ikinci defa son verilen Şinasi bu sırada Mustafa Fazıl Paşa ile yakınlaşma ihtiyacını duymuş ve nihayet Paşa’nın Avrupa’ya gitmesi üzerine muhtemelen 1865 yılı Ocak ayından sonra gizlice Paris’e gitmiştir.

Şinasi’nin bu ikinci Paris ikameti, bir ara kısa bir süreliğine İstanbul’a gelip dönmesi hariç, 1869 yılı sonbaharına kadar devam etmiştir. İkinci Paris devresinde Şinasi siyasetle ilgilenmeden, hummalı bir şekilde etimolojik bir Türkçe lügat hazırlığına girişmiştir. Pavet de Courteille ve Littré ile temaslarının bu sırada yoğun bir şekilde devam ettiği bilinmektedir.

Şinasi 1869 Ağustos’undan sonraki bir tarihte İstanbul’a dönmüştür. Ancak artık ne gazetesiyle ne de başka türlü bir siyasî hareketle ilgilenmeden sadece hazırlamakta olduğu lügati üzerinde çalışmaya devam etmiş ve kendi eserlerinin yeni basımlarıyla meşgul olmuştur. Beyninde oluşan bir tümör sonucu hastalanarak 12 Eylül 1871 gecesi vefat etmiştir. Taksim’de Ayaspaşa mezarlığında annesinin mezarı yanına defnedilmiştir. Cenazesi ailesi ve mahalleli tarafından kaldırılmış, cenazede Ebüzziya Tevfik dışında aydınlardan ve devlet adamlarından kimse bulunmamıştır. Şinasi’nin boşandığı eşinden Hikmet Şinasi adlı bir oğlu olup Galatasaray Sultânîsi’nde okumuş, hayatını gazete musahhihliğiyle geçirmiştir.

Öğretisi

Şinasi’yi “her yeniliğin başlangıç noktası” olarak görenlerle onu “ifratkâr bir müceddid” olarak görenler aynı görüşü farklı tonlarda onaylarken yeniliği onun sanatından ziyade davranış ve düşüncelerinde aramak gerektiğini ifade edenler de vardır. Başlattığı yeniliklerin gücünden çok yaptığı etki açısından bakıldığı nispette onun “tesirinin hiç kimseyle ölçülemeyecek kadar büyük” olduğu görüşünün egemen olduğunu görebiliriz. Bunun en önemli sebebi Şinasi’nin başka birçok yenilikçiler gibi tereddütlü ve müphem bir başlangıç olmayışıdır. Programlı bir çıkış yapması muhtemel bazı acemilikleri yaşamasına fırsat vermediği gibi kendinden sonraki zamanda da büyük ölçüde aşılamamasının nedeni olmuştur. Zamanında, başkasının bir türlü tutturamadığı halde Şinasi’nin başardığı şey, “eserinin arkasında hakiki bir ölçü fikrinin” bulunmasıdır.  

Tanzimat’ın ilanından önce kapsamlı bir fikir hareketinin bulunmaması reformların çok dar ve uyumsuz bir kadro ile başlatılmasına neden olmuştur. Batılılaşma sorunu bir ilke sorunu olarak değil ivedi bir sorun olarak toplumun önüne çıkarılmıştır. Toplumun tepkisini dağıtıp onu Batıcı düşüncenin yanına çekmek, o zamana kadar işi dar bir kadroyla götüren yöneticileri sıkıntıdan kurtaracağı gibi, yönetimin değişmesiyle Batıcı girişimlerin önlenmesi tehlikesini de ortadan kaldıracaktı. Çünkü Batılılığın artık yönetimle sınırlı kalan bir devletlerarası ilişkiler konusu olmaktan çıkıp toplumun yönünü verecek bir konu olması gerekiyordu. Bâbıâli’nin halkta bulamadığı, Padişah’ta ise güven duymadığı dayanağı aydınların sesini yükselttiği yerde araması Batılılaşmanın yalnız kanun şekilciliğinde kalmayıp öze ve düşünceye inmesi bakımından oldukça önemli ve gerekli bir yönelişti. Önce yönetimde, şimdi de aydınlar arasında uyanan seçeneksiz bir Batılılaşma tercihi böylece daha sonra halk katına inecekti.

Matbuat, yeni bir gayr-i şahsi ilişkiler devri başlatmıştı. Bu ilişkiyi kendi toplumunda yerleştirmeye kararlı ilk kişi olması Şinasi’nin önemini ve önceliğini anlamamıza yardımcı olacaktır. Şinasi’nin düşüncelerine bakıldığında onun şahıslara bağlı olmayı yerdiği, okur yazar kitlesine yönelik sebepli/hikmetli bir medeniyete inandığı görülür. Bu düşünce biçimi Aydınlanma filozoflarının yarattığı düşünce ikliminin sonucu olduğu kadar bu iklimin kendisini yaratan matbaa kültürünün de sonucudur.  Matbaayı bizde ilk defa, kendi düşüncesinin ve programının emrine vermiş ve onu, topluma ileteceği düşüncelerin tek dağıtım yeri olarak görüp ondan azami yararı bilinçli olarak sağlayabilmiş kişi Şinasi’dir.

Mustafa Reşid Paşa hareketinin en tutarlı, programlı ve bilinçli aydını olarak karşımıza çıkan Şinasi öncü bir yenilikçi aydın olmakla birlikte yaratıcı bir aydın değildir. Batı’nın ve İslâm düşüncesinin kaynaklarından çok iyi yararlanarak özgün görüşlerin kendi toplumuna yansımasına aracılık etmiş ve birçok konuda derin etkiler bırakan bir öncü olmuştur. Fakat Batı kültürü içinde geniş bir kulvardan ibaret olan Aydınlanma düşüncesi belirleyici, Avrupa Medeniyeti ideolojisi ise sınırlayıcı bir rolle onun aydın kişiliğini belli bir noktada bağlamışlardır. Bir aydın, teklif ettiği yeni önerilerin özgünlüğü ölçüsünde yaratıcı bir aydındır. Şinasi’nin yapmak istediği şey, temelde belli bir kültürün belli değerleri etrafında aydınları örgütleyerek topluma ulaşmaktır. Bu, ortak bir kültür vermek yoluyla toplumda belli bir konsensüsün oluşturulması çabasıdır. Basın, eğitim gibi tekrarlayıcı entelektüel kurumlar bu ortak kültürü vermeye çalışır. Geleneksel kültür değerleri ve unsurlarına bir katkıda bulunmaksızın onları yeni kuşaklara aktaran ve bunda çok başarılı olan geleneksel tekrarlayıcı elitin yaptığını, şimdi, yeni kültür değerleri ve unsurlarını, onlara bir katkıda bulunmaksızın halka benimsetmeye çalışan aydın almaktadır.

İslam Düşünürleri

Medeniyet Düşüncesi

Şinasi’nin Oryantalist bir topluluğa mensup oluşu onun çalışma programıyla birlikte temel düşüncelerini de etkilemekten, hatta belirlemekten uzak kalmamıştır. Şinasi’nin Asya’yı bütün bir kıta olarak yaşlanmış kabul eden görüşü Oryantalist espriyle çok iyi örtüşmektedir. Şinasi medeniyetçi ve Batıcı bir aydındır. Medeniyeti Avrupa’ya ait bir seviye ve ulaşılması gereken bir ideal olarak kabul eder. Bu tavrıyla, ilk defa Mustafa Reşid Paşa tarafından ifade edilen medenileşme/civilisation ideolojisine bir aydın olarak sahip çıkar. Tanzimat hareketini yine asıl bu yüzden alkışlayarak Reşid Paşa’yı bir Medeniyet Peygamberi olarak selamlar. Şinasi’de bir medeniyet eleştirisi yerine bir medeniyet tebliği buluruz.

Tanzimat hareketinin kurucu ideolojisi medeniyetçiliktir. Daha sonra başka fikirlerle beslenerek ve boyutlanarak bir genişleme meydana gelse bile medeniyetçilik merkezî ideoloji olmaya devam edecektir. Bu dönemde medeniyet kelimesi yalnız Avrupa Medeniyeti olarak mutlaklaştırıldığı için bu medeniyetin dışında kalanlar yalnız Batı dışı değil, aynı zamanda Medeniyet dışı kalmış sayılmaktadır. Buna göre Batılı olmayan toplumlar medenileştirilmesi gereken toplumlardır. Medeniyet terimi, bir yere izafe edilmeden kullanıldığı durumlarda, Mustafa Reşid Paşa’dan beri, bundan Avrupa Medeniyetinin anlaşıldığı artık bellidir. Şinasi’nin kullanışı da böyledir.

Şinasi, medeniyet kavramını en etkili biçimde işleyen ve toplumun içine sokan kişidir. Medeniyet kavramını o, kendi nesli ve gelecek nesiller için bir din haline getirir. Medeniyet ideolojisi onun elinde bir din haline dönüşür. Medeniyeti bu kadar güçlü ifadelerle kutsal bir ülkü haline getirmesinde toplumun taassup yönüne karşı bir tepkinin payı yok değildir. Ancak bu tepki giderek bir inanma üslubu içinde medeniyet kavramını bir eleştiri konusu olmaktan çıkarıp yeni bir iman haline dönüştürmüştür. Şinasi medeniyet kelimesini şiirinde iki yerde kullanmıştır; ancak kelime, göründüğü bu iki yerden onun bütün şiirini hatta bütün eserini idare eder. Gazete yazılarında yer yer temas ettiği medeniyet temasının toplam izleniminden çıkan sonuçla Şinasi’nin medeniyet anlayışında şu hususların içerildiğini gözlemek mümkündür: Medenî olan ve olmayan milletler vardır; medenî bir toplumda görev kadar hak ilkesi geçerlidir. Bu toplumlarda halkın haklarını kullanma bilincinde oldukları görülür, maarif faaliyetlerine yüksek değer verilir ve bu sayede halkın görüş ufku genişler. Medeniyet toplumlarında politikayla yakından ilgilenilir; halk, yönetime görüşleriyle katılır. Medeniyet barışçıdır, istilacılığa karşıdır, bağımsızlığa saygılıdır. Medeniyet Avrupa’ya ait bir hâldir; o, şimdiki hâliyle en yüksek seviyesini yaşamaktadır. Medeniyet geçmiş zamanlara ait bazı değerlerden sıyrılış, yeni bir değerler dönemine açılıştır. Bu yeni değerler daha insanîdir. İçinde bulunduğumuz medeniyet ekonomik gücü önceleyen ve endüstriyi ekonominin motoru olarak gören bir sanayi kapitalizmi medeniyetidir. Toplumun medeniyet seviyesi sanayinin derecesini, bu da ekonomisini belirler. Medenî toplumlar zengin ve müreffeh toplumlardır. Medeniyetin temeli sebeplilik ilişkisi anlamındaki hikmettir. Medeniyet her ne kadar Avrupa’ya ait bir seviye ise de bir ırkın ve kıtanın tekelinde değildir; Avrupalı olmayanlar da bu medeniyete katılabilirler ve mutlaka katılmalıdırlar, yoksa cehalet içinde kalırlar.

Bu düşüncenin sonucu, Avrupa yayılmacılığının, geri kalmış bölgelere medeniyetin ulaşması olarak yorumlanmasıyla kolayca birleşebilmiştir. Şinasi’nin dış politikadaki tercihleri devletin tercihleriyle açık bir paralellik gösterir. Mustafa Reşid Paşa’nın tercihleri doğrultusunda Şinasi de açık bir İngiltere taraftarı, şiddetli bir Rusya aleyhtarıdır. İngilizlerin liberal politikalarını ve Osmanlının bütünlüğünü koruyan tutumunu önemseyerek onları “Şark memleketlerinin huzurunu herkesten çok arzu eden bir devlet” olarak tanımlar. Osmanlı’yı parçalamak isteyen devlet, aynı zamanda medeniyetin de düşmanı olan Rusya’dır. Kırım Savaşı’nda bu ispat edilmiştir. Batı ülkeleri aynı zamanda Rusya’nın da karşısında olmakla bizim için Batı ile aynı safta olmak hem medeniyet tercihi hem siyasî tercih olarak en rasyonel tutum olacaktır. Şinasi’nin dış politikadaki temel ilkelerini milliyetçilik ve Batıcılık olarak özetlemek mümkündür. Böylece Batıcılık milli meselelerin önünde bir engel olarak değil, tam tersine milli meselelerin çözümünde vazgeçilmez bir şekilde yer alması gereken bir ilke olarak görülür.

Din Düşüncesi

Akıl Şinasi’nin özel ilgisine konu olan değerlerin başında gelir. Toplumsal ve siyasî tutsaklıklar ancak akılla aşılabilir. Yeni medeniyet aklın eseridir. Akıl bizim din karşısındaki duruşumuzu da gözden geçirmemize yardımcı olacak bir güçtür. Şinasi’nin akılcılığı, büyük ölçüde, vahyin sorgulanmazlığını yıkacak bir güç olarak anlaşılabilir. Şinasi’nin rasyonalizmi için Descartes’cı bir rasyonalizmden çok Aydınlanma felsefesinin sağduyu anlayışının bir devamı anlamında naif bir rasyonalizmden söz edebiliriz. Şinasi birçok konuda olduğu gibi akılcı yaklaşımda da Aydınlanma düşüncesinin tezlerini ve temalarını paylaşır.  

Din anlayışı bakımından Şinasi deist bir profil sunar. Şinasi’ye göre akıl Tanrı’yı bulmada tek geçerli vasıtadır. Şiirlerinde, özellikle dinî şiirlerinde bu husus açıkça görülür. Peygambere karşı ilgisiz, kutsal kitaba karşı ise olumsuz bir tavır içindedir. Onun dilinde İslâmiyet ve din terimleri siyasî-toplumsal bir kategori anlamında kullanılır. Aynı şekilde ibadet de Tanrı’yı düşünmekten ibarettir. Şinasi bu anlayışıyla Voltaire’e oldukça yaklaşmaktadır.

Ancak Şinasi kendi düşüncesini oluştururken dinin kavramlarından önemli ölçüde yararlanır; onun dinle bu tür bir ilişkisi de vardır. Ama bu kavramları kendi cephesinde kullanır. Vakt-i saadet, cahiliyye, resul, fahr-ı cihan gibi kavramlar Şinasi’nin şiirinde kullanılan ama farklı yerlere transfer edilen kavramlardır. 

Öne Çıkan Eserleri

  • Tercüme-i Manzume: Imprimerie de la Presse d’Orient, İstanbul 1859; Tasvir-i Efkâr Matbaası, İstanbul 1870; haz. Ebüzziya Tevfik, Matbba-i Ebüzziya, İstanbul 1885, 1894; haz. Süheyl Beken, Dün-Bugün Yayınevi, Ankara 1960; haz. İ. Parlatır, N. Çetin, Ekin Yayınevi, Ankara 2005.

  • Sadr-ı Esbak Merhum Reşid Paşa Hazretlerinin Sitayişini Mutazammın Olan Bazı Kasâid-i Âcizânemdir: Broşür, 1858.

  • Şair Evlenmesi: Tercüman-ı Ahvâl Matbaası, İstanbul 1860; haz. Mehmed Tayfur, Selanik 1873; haz. İ. Necmi, Yarın Mecmuası, İstanbul 1922; haz. Ahmed Rasim, İstanbul 1927; haz. İ. Hikmet Ertaylan, 1932; haz. M. Nihat Özön, 1940, 1943, 1965, 1972; haz. Cevdet Kudret, 1959; haz. Fevziye A. Tansel, 1960; haz. İ, Parlatır, N. Çetin, 2005.

  • Müntehabât-ı Eşʻârım: Tasvir-i Efkâr Matbaası, İstanbul 1862; Tasvir-i Efkâr Matbaası, 1870; Matbaa-i Amire, İstanbul 1872; haz. Ebüzziya Tevfik, Matbaa-i Ebüzziya, İstanbul 1885; haz. Ebüzziya Tevfik, Matbaa-i Ebüzziya, İstanbul 1894; haz. Mualla Anıl, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul 1943; haz. Süheyl Beken, Dün-Bugün Yayınevi, Ankara 1960; haz. İ. Parlatır, N. Çetin, Ekin Yayınevi, Ankara 2005.

  • Durûb-i Emsâl-i Osmaniyye: Tasvir-i Efkâr Matbaası, İstanbul 1863; Tasvir-i Efkâr Matbaası, İstanbul 1870; haz. Ebüzziya Tevfik, Matbaa-i Ebüzziya, İstanbul 1884; haz. Süreyya Beyzade, M.E.B Yayınları, İstanbul 2003.

  • Müntehabât-ı Edebiyye-Mes’ele-i Mebhûsetün Anhâ: haz. Ebüzziya Tevfik, Matbaa-i Ebüzziya, İstanbul 1885-1886.

  • Müntehabât-ı Tasvîr-i Efkâr (Makaleler): haz. Ebüzziya Tevfik, Matbaa-i Ebüzziya, İstanbul 1893-1894; haz. Fevziye A. Tansel, Dün-Bugün Yayınevi, Ankara 1960.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu