Hayatı

Ahmet Âgâh, 1884’te Üsküp’te doğdu. Babası bir süre bu şehrin belediye başkanlığını da yürütmüş Nişli İbrahim Naci Bey, annesi ise soyu Rumeli sancak beylerinden Şehsüvar Paşa’ya uzanan Nakıye Hanım’dır. 1889’ta Üsküp’te Yeni Mektep’te başladığı tahsilini şehrin modern usulde eğitim veren okulu Mekteb-i Edeb’de sürdürdü. Ortaöğrenimine de yine Üsküp’te başladı. Annesinin itirazlarına rağmen babası İbrahim Bey Selanik’e taşınma fikrinde ısrar edince, 1897’de Selanik İdadî’sine kaydoldu. Fakat kısa bir süre sonra Nakıye Hanım rahatsızlandığı için aile yeniden Üsküp’e yerleşti. Aynı yıl içerisinde annesini kaybetti. Babasının yeniden evlenmesinin ardından okuluna yatılı olarak devam etmek üzere Selanik’e gittiyse de bir süre sonra hastalanarak yeniden Üsküp’e döndü. Lise eğitimini tamamlamak için buradan İstanbul’a gitti. İlk şiirleri Namık Kemal’den ilhamla kullandığı Âgâh Kemal imzasıyla Musavver Terakki, İrtika ve Malumat gibi dergilerde yayınlandı. Galatasaray Mekteb-i Sultanî’sine ve Robert Kolej’e girme teşebbüsleri sonuçsuz kalınca bir yıl kadar boşta kaldı. Anne tarafından akrabası olan İbrahim Bey’in Sarıyer’deki evinde kaldığı süre içerisinde, devrin entelektüellerinin toplandığı konağın müdavimlerinden Serezli Şekip Bey gibi isimlerin etkisiyle Jön Türklere yakınlaştı. Türk sanat müziğine olan alakası da yine bu konakta, zaman zaman Hacı Arif Bey gibi meşhur müzisyenlerin de katıldığı musiki meclisleri ile başladı. İstibdat devri gençlerinin ortak temayülüne uyarak Avrupa’ya gitme hayalleri kurmaya başladıktan kısa bir süre sonra 1903’te Paris’e gitti.

Burada hem siyasî görüşlerine olan yakınlığı sebebiyle hem de Rumeli kökenli olması sayesinde kendisini doğrudan doğruya Jöntürk muhitinde buldu. Bir müddet bu ortamlarda bulunduktan sonra Ahmed Rıza’nın tavsiyesiyle Paris’e birkaç saatlik mesafede bulunan ufak bir nahiye olan Meaux’daki bir okula yatılı öğrenci olarak kaydoldu ve Fransızca eğitimi aldı. Paris’e dönünce École Libre des Sciences Politiques adlı siyasi bilimler okuluna kaydoldu. Aynı zamanda College de France’da çeşitli dersler takip etti. Dokuz senelik Paris macerasının ilk üç yıllık kısmında içinde bulunduğu muhalif çevrelerin de etkisiyle gündelik siyasete olan ilgisi ağır basarken, zamanla Batı kültürünü ve yaşam tarzını keşfettikçe sanatçı şahsiyetinin belirginleştiği ve giderek bir estet hâline geldiği görülür.  

1912’de Balkan Savaşları’nın patlak vermesinin ardından İstanbul’a döndü. Yahya Kemal adını kullanmaya da bu yıllarda başlamıştır. Dârüşşafaka Mektebi (1913), Medresetü’l-Vâizîn (1914), Heybeliada Bahriye Mektebi (1916) ve Dârülfünûn Edebiyat Şubesi’nde (1916-1919) başta Türk edebiyatı olmak üzere Batı edebiyatından medeniyet tarihine çeşitli alanlarda dersler verdi. Lozan barış görüşmelerini yürüten heyette müşavir delege olarak yer aldı.  Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde II. dönem Urfa mebusu olarak görev yapan Yahya Kemal, Türkiye-Suriye sınırının tespiti için kurulan komisyon çerçevesinde Fransızlarla önemli müzakereler yürüttü. 1926’da Varşova, 1929’da Madrid, 1931’de ise Lizbon’da orta elçi olarak bulundu. 1933’te bu kez Yozgat mebusu olarak yeniden meclise girdi. 1947’de Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilân etmesinin ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin bu ülkedeki ilk büyükelçisi oldu. 1949’da emekliğe ayrıldıktan sonra çeşitli rahatsızlıklardan mustarip olan Yahya Kemal tedavi için birkaç kez Paris’e gitti. 1 Kasım 1958’de, bir süredir yatmakta olduğu Cerrahpaşa Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu. Aşiyan mezarlığına defnedildi. 

İslam Düşünürleri

Öğretisi

Edebî Şahsiyeti

Yahya Kemal’in kişiliğinin oluşumunda son derece dindar bir hanım olan annesi Nakıye Hanım’ın ve çocukluğunun geçtiği Üsküp şehrinin sahip olduğu manevi atmosferin ciddi bir tesiri olmuştur. Soyu Rumeli fatihlerine uzanan şairin tarihe olan alakasında bu kökenin ve erken yaşlarda edindiği izlenimlerin önemli bir payı bulunur. Başta mensubu olduğu kuşak için efsanevi bir kişilik olan Namık Kemal olmak üzere Recaizâde Mahmud Ekrem, Muallim Naci, Abdülhak Hamid, Ziya Paşa gibi şairleri Üsküp’teki ortaöğrenimi sırasında tanımış, henüz çocukluk yaşlarından itibaren şiire duyduğu meyli bu okumaları sayesinde bir üst seviyeye taşımıştır.

Estetik tercihlerinin belirginleşmesi ve tarihsel sürekliliği esas alan siyasi görüşlerinin oluşması ise Paris’te geçen uzun öğrencilik yıllarına rastlar. Buradaki eğitimi sırasında bir yandan hocası Albert Sorel’in dersleri sayesinde Fransız tarihini tanırken, bir yandan da Fransız şiirindeki güncel yönelimleri takip etti. Batı’nın medeniyet tarihi ve edebiyatını keşfettiği bu yoğun okuma döneminin tesiriyle kendi ülkesinin tarihine ve edebiyatına yeni bir perspektifle bakmaya başladı. Paris’teki Şark Dilleri Okulu’nun kütüphanesinde bulunan “eski divanları” yeniden okuduktan sonra, o güne kadar yazmış olduğu şiirlerde hissedilen Edebiyat-ı Cedîde etkisinden sıyrılarak klasik şiire has ahenk ve mısra zevkini yeni içeriklerle telif eden bir şiir dili geliştirdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkımın eşiğine geldiği günlerde, kendi ifadesiyle “mektepten memlekete” dönen Yahya Kemal, bilhassa Balkanların ve Üsküp’ün kaybedilmesinden kaynaklanan bir çaresizlik hâliyle, ülkenin geleceğine ilişkin çeşitli tasarılar ortaya atan II. Meşrutiyet devrinin diğer entelektüelleri gibi bir çıkış yolu aradı. Bir aralık, Yakup Kadri ile birlikte, Fransa’dakine benzer bir Nev-Yunânîlik akımı başlatma teşebbüsünde bulunduysa da kısa süre içerisinde bu romantik eğilimi terk etti. 

İmparatorluğun bünyesinde yer alan azınlıkların birbiri ardına isyan etmeleriyle Osmanlıcılığın iflas etmesi üzerine Türkçülük akımı ön plana çıkmış, Osmanlı sisteminde millet-i hakime sayılan Türklüğün de ulusal bir entite olarak yeniden tanımlanması gerekmiştir. Türk tarihini Orta Asya’daki İslam öncesi devirlerden başlatan Ziya Gökalp gibi Turancı aydınların ırk temelli yaklaşımlarının aksine Yahya Kemal, Türk milletinin 1071 Malazgirt Zaferi’nden itibaren Anadolu’da teşekkül ettiğini ileri sürdü. Tarih ve edebiyat üzerine görüşlerini Peyâm-ı Edebî (1919), İleri (1919-1921), Tevhîd-i Efkâr (1920-1921), Pâyitaht (1921) ve Yarın (1921-22) gibi gazeteler için kaleme aldığı makalelerde diler getirdi. 1921’de Ahmed Haşim ile birlikte çıkarmaya başladıkları Dergâh dergisi ile milli mücadelenin destekçisi oldu.

Yahya Kemal, Fransa’da bulunduğu dönemde tanıma fırsatı bulduğu Maurice Barrès ve Charles Maurras gibi Fransız milliyetçilerinin yaklaşımlarından hareketle kültürel bir milliyetçilik anlayışını savundu. Bin yıllık bir tarihsel süreç içerisinde Anadolu’nun vatan hâline getirilmesiyle Türklerin bir millet vasfı kazandığını dile getiren Yahya Kemal, Cumhuriyet’in ilanını takip eden dönemde ise yeni rejim eliyle Ankara’da sıfırdan var edilmeye çalışılan tarihsiz ulus projesine alternatif olarak İstanbul şehrini ve bünyesinde taşıdığı tarihsel sürekliliği merkeze alan bir söylem geliştirdi.

Yahya Kemal’in “İstanbul şairi” olarak da anılmasına yol açan “Bir Tepeden”, “Hayal Şehir”, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” ve “Koca Mustafapaşa” gibi şehrin manevi iklimini ve tarihsel kıymetini tasvir eden şiirleri de bu yöneliminin neticesi olup Yahya Kemal’in düşünce ufku ile sanatının oluşturduğu bütünlüğü ortaya koymaktadır. Şiirde mısra mükemmelliğini önceleyen Yahya Kemal’in şiiri “deruni ahenk” şeklinde ifade ettiği bir musiki hassasiyetine dayanır. Klasik şiirin nazım şekli olan aruzdan tevarüs eden bu işitsel kaygıya, modern şiire has bir görsel tasvir çabası eşlik eder. 

Öne Çıkan Eserleri

  • Kendi Gök Kubbemiz: Yahya Kemal Enstitüsü, İstanbul 1961.

  • Eski Şiirin Rüzgarıyle: Yahya Kemal Enstitüsü, İstanbul 1962.

  • Rubâîler ve Hayyam Rubâîlerini Türkçe Söyleyiş: Yahya Kemal Enstitüsü, İstanbul 1963.

  • Aziz İstanbul: Yahya Kemal Enstitüsü, İstanbul 1964.

  • Siyasi ve Edebi Portreler: Yahya Kemal Enstitüsü, İstanbul 1968.

  • Eğil Dağlar: Yahya Kemal Enstitüsü, İstanbul 1968.

  • Bitmemiş Şiirler: Yahya Kemal Enstitüsü, İstanbul 1976.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu