Hayatı

Kays b. Adî kabilesine mensup fakir bir ailenin dördüncü kız çocuğu olarak 95/714 veya 99/718 yılında Basra’da doğdu. Küçük yaşlarda yetim kalmış, gençliğinde ise Basra’daki kıtlık sebebiyle kız kardeşlerinin dağılmasının ardından tek başına hayat sürmeye başlamıştır. Bir müddet köle olarak yaşayan ve hürriyetine kavuşmasının ardından hacca gitmeye karar veren Râbia, bu yolculuk esnasında dünyadan uzaklaşıp zühde yönelmesinin ilk işaretleri olan bir dizi olay yaşamıştır. Bu olaylarda Râbia’nın züht ve ilahî aşk fikrini birlikte dile getirdiği görülür. Hac dönüşü Basra’ya yerleşen Râbia, Abdülvâhid b. Zeyd ve Basra emiri el-Hâşimî gibi ünlü sûfî ve yöneticilerden evlilik teklifi almışsa da hepsini reddetmiştir. Rebâh Kaysî el-Basrî, Zünnûn el-Mısrî, İbrâhim b. Edhem, Süfyân-ı Sevrî, Şakîk-i Belhî, Mâlik b. Dînâr gibi ünlü sûfîlerin yanı sıra Muâze el-Adeviyye, hizmetinde bulunan Abde bint Ebû Şevâl, Meryem el-Basriyye ve Leylâ el-Kaysiyye gibi kadın sûfîlerle görüştüğü bilinir. Râbia el-Adeviyye, 180/796 veya 185/801 yılında Basra’da vefat etmiştir.  

Öğretisi

Tasavvufî düşüncenin korku, kaygı ve hüzün gibi kavramlarla dile getirildiği bir dönemde Râbia, ilahi sevgi ve aşk fikrini ilk kez dile getiren isimlerden biri olarak dikkati çeker. Râbia’nın en temel düşüncesi, beklentisiz ve koşulsuz bir kulluk bilincinin ancak ilahî sevgiden kaynaklanan rızâ ve ihlâs ile mümkün olmasıdır. Bu bakımdan Râbia’nın düşüncesinde tevhîd, ihlâs, rızâ, sabır vb. dinin ana kavramları, ilahî sevginin tezahürleri olarak değerlendirilir. Daha sonra İbnü’l-Arabî ve Yûnus Emre gibi pek çok mutasavvıfta izlerini gördüğümüz koşulsuz ve beklentisiz ibadet anlayışı, Râbia’nın üzerinde durduğu en önemli konudur.

Ona göre beklentisiz kulluk ancak Allah’a yetkin bir şekilde iman etmekle erişebileceğimiz ilahî sevgiyle mümkündür. Cennet sevdası ve cehennem korkusu olmaksızın Allah’a sadece Allah olduğu için ibadet edilmesi gerektiğiyle ilgili ifadeleri bu anlayışı yansıtır. Öte taraftan ilahî sevgi, karşıtı nefret olan tikel bir kavram değil, bütün varlığı ihata eden bir sevgi türüdür. Bu nedenle sevgi, insanda ahlâkî yetkinleşmeyi sağlayacak kuşatıcılığa ve dönüştürücülüğe sahiptir. Râbia, daha sonra İbnü’l-Arabî tarafından atıf yapılan ve vahdet-i vücûd izlerinin görüldüğü pek çok görüş dile getirmiştir. Bu nedenle bazı araştırmacılar onun vahdet-i vücûd temelli ilahî aşk anlayışını benimsediğini öne sürmüşlerdir. Bu etkileşimi değerlendirebilecek yeterli veri bulunmasa bile Râbia’nın ilahî sevgi ve rızâ arasında kurduğu ilişki, kendisinden sonraki sûfîlerin de aynı şekilde ihlâs ve rızâyı ilahî sevginin tezahürleri olarak değerlendirdikleri nazariyelerine kaynaklık ettiği kesindir. 

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu