Türkiye, bundan tam 42 yıl önce uyandığı 12 Eylül sabahına darbe sesleri duydu. Sokaklarda, meydanlarda askerler, tanklar vardı. Radyo da ise Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve arkadaşları’nın talimatıyla ordunun yönetime el koyduğu haberi veriliyordu. Böylelikle, Türkiye sadece 20 yıl içinde 3’ncü kez üniformalı askerlerin yönetimine girmişti. Ancak bu defa darbeyi yapanların çıkardığı fatura ağırdı. Tüm siyasi partileri kapatılmış. Liderleri sürgüne göndermiştiler. Sokaklarda ise cadı avına çıkılmıştı. 650.000 bin kişi gözaltına alınmış. 1 Milyon 683 bin kişi fişlenmiş. 230.000 bin kişi yargılanmış. 7.000 bin kişi idam ile yargılanırken, 50 kişi ise idam edilmişti. Deyim yerindeyse, darbeden etkilenmeyen hiçbir kesim kalmamıştı. Kısacası 12 Eylül ülke tarihine kara bir leke olarak geçecek ve hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacaktı.
Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 1948 yılında Ordu’da dünyaya geldi. 1969 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra avukatlık yapmaya başladı. 1974-77 yılları arasında CHP Ordu İl Başkanlığı görevini yapan Günay, 77 seçimlerinde en genç milletvekili seçilerek meclise girdi. 1980 darbesinde ise tutuklanan Ertuğrul Günay, yaşadıklarını tv5.com.tr’ye anlattı.
?12 Eylül darbesine gidilen süreci, ortamı anlatır mısınız?
CHP-MSP Koalisyonunun bozulması talihsizlik
1974 Kıbrıs müdahalesinden hemen sonra CHP-MSP koalisyonunun bozulması Türkiye için tam bir talihsizlik oldu. Bozulan koalisyonun yerine, yakın tarihimizde ‘Milliyetçi Cephe’ diye anılan yeni bir koalisyon (AP-MSP-MHP koalisyonu) kuruldu. Mecliste sadece üç milletvekili olan MHP’nin bu koalisyonda iki bakanla temsil edilmesi, süreci gerginleştiren sonuçlara yol açtı. CHP lideri Ecevit’in Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası oluşan abartılı karizmasıyla baş etmek için MHP, milliyetçiliği körükleyen sert ve saldırgan bir politika izledi. Bu politika, 70’li yılların başında gençler arasında filizlenen sol-sağ çatışmalarını yeniden hortlattı ve daha tehlikeli boyutlara taşıdı. 1977 Seçiminde CHP yeniden birinci parti oldu. Ancak milletvekili sayısı tek başına iktidar olmaya yetmiyordu. Bu ortamda, partiler arasında -demokratik siyasetin doğasına uygun- koalisyonlar kurulacağı yerde, transferler yoluyla derme çatma hükümetler kuruldu, yıkıldı. Bu sağlıksız ortam siyaseti olumsuz etkilediği, kargaşaya imkân verdiği gibi büyük ekonomik sorunlara da yol açtı. 1980’e gelindiğinde ekonomik sorunlar tavan yapmış, ülke günde onlarca insanın öldürüldüğü bir savaş alanına dönmüştü. Bu ortamda TBMM, mart ayından eylül ayına kadar defalarca yaptığı oylamalarda yeni bir cumhurbaşkanı seçme basiretini gösteremediği gibi, büyük partiler arasında bir uzlaşma yaparak güven veren yeni bir hükümet kurmayı da başaramadı. 12 Eylül 1980 darbesine böyle geldik. Olaylara biraz soğukkanlı bakanlar açısından ‘darbe’ beklenmedik bir olay değildi. Türkiye 1960’da daha basit olaylar sonunda bir darbe, 1971’de daha düşük yoğunlukla çatışmalar sonunda bir askeri müdahale yaşamıştı. Bu tarihi birazcık anımsayanlar gidişin sonunu görüyordu; nitekim AP ve CHP’den bazı deneyimli siyasetçilerin TBMM kürsüsünden uyarıcı konuşmalar yaptığını anımsıyorum. Ama özellikle liderler, bu gidişi görmek istemedi ve onların bu aymaz tutumu, ‘geliyorum’ diyen darbenin işini kolaylaştırdı.
?Darbeyi ne zaman öğrendiniz?
Darbe ortamı kötülüğün zirve yaptığı günlerdi
12 Eylül 1980 günü Trabzon’da Ecevit’in katılacağı bir toplantı vardı. Toplantıya katılmak için milletvekili arkadaşlarımla gece yola çıkmıştık. Sabaha karşı Ünye çıkışında yol kesildi. Darbe olduğunu söylediler, bir süre tutulduktan sonra ertesi gün Ankara’ya döndük. Birkaç gün sonra telefonla aranarak Merkez Komutanlığına gelmemiz istendi. Hemen her partiden 100’e yakın milletvekili ve senatör vardı. Gözetim altında olduğumuz söylendi. Ankara Merkez Komutanlığı Dil ve İstihbarat Okulu denilen yerde 20 gün kadar kaldıktan sonra, bazı parti yöneticileri dışında kalanlar serbest bırakıldık. Darbe ortamı, asılsız suçlamalarla herkesin birbirini -ve özellikle de siyasi yahut ticari rakiplerini- suçlayarak kendine alan açmaya çalıştığı, kötülüğün zirve yaptığı günlerdi. 1981 Ocak ayı sonunda, seçim bölgemizde kongre ve önseçimlerde karşımızda olan ve sürekli yenilen iki eski CHP ilçe başkanının kurduğu kumpas yüzünden, bir milletvekili arkadaşımla birlikte yeniden gözaltına alındık. Biz, iki genç milletvekili bu asılsız suçlama yüzünden bir yıl yargı önüne çıkmadan tutuklu kaldık. Sonuçta iddialar asılsız çıktı. Bu asılsız suçlamaların sahipleri de bir daha siyasette toplum önüne çıkamadılar.
?Cezaevinde unutamadığınız bir olay var mı?
MSP’li dostlarımın manevi desteğini hep minnetle anımsarım
Cezaevi değil, ‘tutuk evi’ deyimini kullanmayı tercih ediyorum. Çünkü orada hükümlü değil, tutuklu olarak kalıyorduk. Tutukluluk günlerimde kendi yaşadıklarım ve aynı mekânı paylaştığım farklı siyasal partili arkadaşlarım hakkında elbette önemli, unutamadığım olaylar var. Ancak benim için en unutulmaz olanı, daha ilk aylarda babamın vefatı haberini almak oldu. Bu kederli günlerimde özellikle muhterem Erbakan Hoca merhumun, Lütfi Doğan hocamız ve Recai Kutan Bey başta olmak üzere MSP’li dostlarımın manevi desteğini hep minnetle anımsarım.
?Kenan Evren’in o dönem ki uygulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
12 Eylül Cuntası terörü önlemek iddiasıyla terör estirdi
Kenan Evren, tesadüflerin, çapını aşan yer ve görevlere getirdiği bir askerdi. 1977’de Silahlı Kuvvetler komuta kademesinde yapılan beklenmedik düzenlemeler sonucu, emekli olmak yerine Genelkurmay Başkanı olmuş, siyasi liderlerin basiretsizliği de onu önce darbe komitesinin, sonra da devletin başına getirmişti. Yaptığı ilk icraat (darbeden bir ay sonra), hiçbir diplomatik karşılık almadan Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünün önünü açmak oldu. Bu karar, Türkiye dış politikasının büyük hatalarından biri olarak tarihe geçti. Öte yandan 12 Eylül Cuntası, terörü önlemek iddiasıyla ülke çapında daha büyük bir terör estirdi. Kapalı rejim yolsuzlukların, yaygın biçimde uygulanan işkence ve kötü muamele ülke düzeyinde şiddeti yöntem olarak benimseyen PKK gibi yapıların yaygınlaşmasına yol açtı. İki yılı aşan baskı rejimi sonrası, özgürlük ve örgütlülükleri potansiyel tehlike sayan bir metin anayasa olarak halk oyunun sunuldu. Reddedilmesi halinde cunta yönetimini süreceği söylendi, ezici oranla kabul edildi. Türkiye, halen -daha da olumsuz özellikler kazanan- bu anayasanın tortularıyla uğraşıyor.
?12 Eylül darbesinden bu yana demokrasi, insan hakları, fikir ve ifade özgürlüğü ve toplumsal kutuplaşma bağlamında değerlendirdiğinizde geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye hiçbir zaman toplumsal sözleşme niteliğinde bir anayasa yapamadı
Türkiye, 1990’lardan sonra defalarca anayasa değişiklikleri yaptı. Başlangıçta bunların çoğunluğu, 12 Eylül darbesinin izlerini silmeye, ülkeyi daha medeni bir hukuk devleti haline getirmeye yönelikti. Ancak Türkiye, hiçbir dönemde bütünüyle yeni, çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü, ‘toplumsal sözleşme’ niteliğinde anayasa yapmayı başaramadı.
Bugün geldiğimiz yer 12 Eylül’ün mirasıdır
2000’in ilk on yılında bu yolda yapılan bazı girişimler de ya kesintiye uğradı ya da eksik kaldı. Sonunda 2017 değişikliğiyle Türkiye ‘demokratik hukuk devleti’ olmaktan büyük ölçüde uzaklaştı. Bazı hükümleriyle 1876 anayasasının bile gerisinde denilebilecek bir nitelik kazandı. Bugün geldiğimiz yer önemli ölçüde 12 Eylül’ün mirasıdır. Bu mirası aradan geçen 40 yıl içinde bütünüyle tasfiye edememiş olmak da bu süreçte siyasetin ve devletin yönetiminde bulunan herkesin ortak sorumluluğudur
?Anayas ve tartışmaları hakkında neler söylersiniz?
Yeni anayasa en büyük ve anlamlı vaatlerin başında gelir
Şu anda yeni ve sivil anayasadan söz etmek sadece bir gelecek tahayyülü olarak anlam taşıyor. Bu iktidar ve bu parlamentonun öyle bir niyeti de bunu yapmaya takati de yok. Ancak, önümüzdeki seçime giderken topluma yapılacak büyük ve anlamlı vaatlerden birincisi budur. Türkiye, Cumhuriyetin 100. yılında, şimdiye kadar yapılamayanı yapmalı; sivil, katılımcı, çoğulcu, eşitlikçi yeni bir anayasa ile cumhuriyeti demokratlaştırmalı, demokrasisini sağlam ve halk için anlamlı temellere kavuşturmayı başarmalıdır.



