Mısırlı tarihçi Muhammed İlhami, Batı dünyasının 7 Ekim saldırısına gösterdiği şaşkınlığı eleştirerek, bu olayın tarihsel süreçte kaçınılmaz olduğuna dikkat çekti. İlhami, “Filistinliler 7 Ekim’den başka ne yapabilirdi?” sorusunu gündeme taşıdı.
İlhami, Batı’nın olaya yaklaşımını sorgularken, Gazze’den gelen saldırıların nedenini anlamak için tarihe bakılması gerektiğini vurguladı:
“Bu saldırı bütünüyle bekleniyordu. Hatta başka bir şey beklenemezdi. Çünkü bu, işgal altındaki halkların mantığıdır; tarihin ve insan doğasının mantığıdır.”
“Tarih 7 Ekim’de başlamadı”
Batı medyasında sıkça kullanılan “Tarih 7 Ekim’de başlamadı” ifadesine atıfta bulunan İlhami, Batı’nın tarihe kulak tıkadığını belirtti. İsrail’in kuruluş sürecine işaret ederek, 1948 öncesinde “İsrail” diye bir devlet olmadığını hatırlattı.
İlhami, “Filistin köyleri boşaltıldı, halkı sürüldü, öldürüldü. Yerlerine dünyanın dört bir yanından Yahudi göçmenler getirildi. Bu, tarihte ilk kez bir milletin kaderinin elinden alınmasıdır.” dedi.
Oslo süreci ve Abbas dönemi
Filistin direnişinin tarihsel evrelerini hatırlatan İlhami, 1980’lerdeki taşlı intifadadan, Oslo süreci ve Yaser Arafat’ın tavizlerine kadar uzanan dönemi özetledi. Arafat’ın ardından gelen Mahmud Abbas’ın en uyumlu lider olmasına rağmen hiçbir kazanım elde edemediğini söyleyen İlhami, “Tek başarısı İsrail ile güvenlik işbirliği yapmak oldu” ifadelerini kullandı.
Hamas ve Batı’nın ikiyüzlülüğü
2006 seçimlerinde Hamas’ın sandıktan birinci çıkmasına rağmen Batı’nın bu sonucu tanımadığını hatırlatan tarihçi, Gazze’nin 2007’den bu yana ağır bir abluka altında bırakıldığını söyledi. İlhami’ye göre bu süreç, Gazze’yi “dünyanın en büyük açık hava hapishanesi”ne dönüştürdü.
“Sen bir Filistinli olsaydın?”
Son olarak İlhami, şu soruyu sordu:
“Sen bir Filistinli olsaydın –özellikle de Gazze’de– ne yapardın? Barış süreci çökmüş, müzakereler bitmiş, Arap ülkeleri çekilmiş, Aksa yıkılmaya yaklaşmış, kuşatma bitmiyor. 7 Ekim’den başka hangi cevabı verebilirdin?”
İşte İlhami'nin yazısının tamamı şu şekilde;
Müslümanlar, Batılıların –Avrupalıların ve Amerikalıların– 7 Ekim olayına gösterdiği büyük şaşkınlığa çok şaşırıyor. Sanki bu olay açıklanamazmış gibi. Oysa tarihe ya da bugüne bakan herkes için bu olay gayet beklenen bir şey değil miydi?!
Belki de şaşkınlık, Gazze’deki savaşçıların gösterdiği cesarete ve İsrail ile aralarındaki devasa teknik farklara rağmen böyle geniş kapsamlı bir saldırı gerçekleştirme kudretine duyulan hayranlıktan kaynaklanıyordur. Ama bu sadece ayrıntılı bir teknik mesele; olayın felsefesine değil, yöntemine ve araçlarına dair bir kısımdır. Yani eğer Gazze’den gelen savaşçılar bu saldırılarında tamamen başarısız olsaydı, asıl şaşırtıcı olan, “Neden bunu yaptılar, neden bu intihar saldırıyı göze aldılar?” sorusu olmayacaktı.
Dünyanın tamamı –Batılılar hariç elbette– Gazze savaşçılarının 7 Ekim saldırısını niçin yaptığını çok iyi biliyor. Gerçekte bu saldırı bütünüyle bekleniyordu. Hatta başka bir şey beklenemezdi. Çünkü bu, tarihin mantığıdır; insan tabiatının mantığıdır; işgal altındaki halkların mantığıdır; barışçıl yollarla çözülemeyen bir çatışmanın mantığıdır; kutsallarını tehdit altında gören her dindar insanın mantığıdır. Her şey şöyle diyordu: Böyle bir olay olacak! Eğer 7 Ekim 2023’te olmadıysa, 8 Kasım 2024’te, ya da 9 Aralık 2025’te veya başka bir tarihte olacaktı.
“Tarih 7 Ekim’de başlamadı”
Bu söz, Batı medyasında bu olayı anlamaya çalışanların en çok tekrarladığı cümle oldu. Söz basit, doğal ve anlaşılır görünüyor. Ama bu sözün bu kadar sık tekrarlanması aslında Batı’nın sağır kulağına ve kapalı zihnine işaret ediyor: Ne duymak ne de anlamak istiyor. Evet, tarih 7 Ekim’de başlamadı. O hâlde Batılılar neden tarihi görmezden gelmeye çalışıyor?!
İsrail 1948’den önce yoktu. İsrail’i kuranların pasaportlarında “Filistin” yazıyordu. Hâlâ mevcut olan paraların üzerinde “Filistin” yazıyor; internetten kolayca görülebilir. 1948’den önce basılan her kitapta, her haritada “İsrail devleti” diye bir şey yoktur – Batılılarınkinde bile!
Ne oldu peki?
Olan şuydu: Batılı işgal, özellikle Britanya, bu bölgeyi kontrol altına aldı ve Yahudilere vermeye karar verdi. Oysa bu topraklarda kadim bir halk yaşıyordu, tarihi kesintisizdi. Bunu nasıl gerekçelendirdiler? Churchill’in sözünü hatırlayın: “Ahırda uzun süre yattığı için ahır öküzün malı olmaz!” Onlara göre Filistinliler sadece hayvandı.
Tarihçiler –hatta İsrailli tarihçiler bile– bilir: Filistin köyleri ve şehirleri boşaltıldı, halkı sürüldü, öldürüldü. Yerlerine dünyanın dört bir yanından Yahudi göçmenler getirildi. Bu etnik temizlik ve iskan süreci için hukuki bir kılıf gerekiyordu: BM’nin meşhur “taksîm” kararı çıkarıldı. Böylece tarihte ilk kez bir milletin kaderi elinden alınarak, kendi toprağında yabancı bir devlet kuruldu; halka danışılmadan, onlara sorulmadan.
Sonra ne oldu?
İsrail hâlen sınırlarını tanımıyor. Hatta bayrağına, belgelerine ve birçok yetkilisinin sözlerine göre “Nil’den Fırat’a” uzanan toprakları kendi sınırı sayıyor! 1948 sadece başlangıç parçasıydı.
Batılıların çoğu bilmez: İsrail hiçbir zaman Arap ülkelerinden saldırıya uğramadı. Arap rejimlerinin yapısı ve Batı’dan gelen sürekli destek, İsrail’i hep saldıran taraf yaptı. BM arşivine bakan herkes, ateşkes ihlallerini görebilir.
1967’de İsrail, Gazze, Batı Şeria, Sina ve Golan’ı işgal ederek ikinci genişlemesini yaptı. 1982’de ise Güney Lübnan’ı işgal etti. Bugün hâlâ bazı Lübnan toprakları işgal altında.
1973’te Mısırlılar sürpriz saldırı yaptı. Sonra barış imzaladılar (1979). Topraklarının tamamını ancak on yıl sonra alabildiler (1989). Ama bazı bölgelerden vazgeçtiler. Ürdün de 1988’de Batı Şeria’dan vazgeçti, 1994’te barış yaptı. Suriye hâlâ Golan’ı alamadı.
Filistin topraklarında hem Müslümanlar hem Hristiyanlar için kutsal mekânlar var. Batılı Hristiyanlar kutsallarını unuttu belki; ama Müslümanlar unutmuyor. Batı’nın İsrail konusunda sergilediği ikiyüzlülük yüzünden biz Arap dünyasında İsrail’i Orta Çağ’daki Haçlı krallıklarının kopyası, hatta daha kötüsü olarak görüyoruz. Çünkü İsrail Hristiyan kutsallarına bile saldırıyor, Batı hiç umursamıyor.
Filistinli başka ne yapabilirdi?
İşgal altındaki her halk gibi, Filistinli de direnmek zorunda. Direnişin faydasız ya da “boşuna” görünmesi bu gerçeği değiştirmez. Tarih bize gösterdi: Yerli halkı tamamen yok etmeyi hedefleyen işgal ya soykırımda başarılı olur (Avustralya, Amerika kıtaları gibi) ya da sürekli yeni direniş dalgalarıyla boğuşur. Avrupalılar dünyanın başka bölgelerinde başarılı olamadılar, sonunda sömürgeciliği tasfiye ettiler. Bugün de aynısı oluyor.
1980’lerin sonunda taşlı bir intifada başladı. Askerlerin Filistinli çocukların kollarını kırdığı görüntüler hâlâ internette var. Yaşlı kadınlar bile bir elleriyle çocuk taşıyıp diğer eliyle taş atıyordu. Askerler gülerek ateş açıyordu. Bu da “boşuna” görünüyordu. Ama tarihe, dine, insan doğasına uygun olduğu için intifada büyüdü. Sonra bıçaklı saldırılar, sapan atışları, barikatlar geldi. İsrailliler ve Batı bu dalgayı “Oslo süreciyle” absorbe etmeye çalıştı. Filistin’e “otorite” verildi; ama otoritenin görevi İsrail’i korumaktı. Yani işgali korumak için Filistinliler görevlendirildi.
Yaser Arafat bu yolu denedi, on yıl uğraştı, sonuç alamadı. 2000’de Camp David’de en büyük tavizleri verdi, ama Ehud Barak’ı memnun edemedi. Müzakereler çöktü. 2004’te Arafat zehirlenerek öldü. Onun yerine Abbas geldi. İsrail’e karşı en uyumlu, en “esnek” lider oldu. Ama yirmi yıldır hiçbir şey kazanmadı. Tek başarısı İsrail’le güvenlik işbirliği yapmak, direnişçileri bastırmak oldu.
2006’da yapılan seçimleri Hamas kazandı. Bu sefer Batı, kendi kutsal “demokrasi dinini” yok saydı. Hamas’ı tanımadı, Filistin’i ambargoya aldı. Abbas hükümeti seçilmiş hükümeti devirdi, Batı Şeria’yı kontrolüne aldı. Gazze ise 2007’den beri Hamas’ın elinde, ama ağır abluka altında dünyanın en büyük açık hava hapishanesine döndü.
Üstelik Netanyahu hükümeti her zaman Mescid-i Aksa’yı hedef aldı. Yıkım hazırlıkları, radikal grupların orada yaptığı dini ayinler, her geçen gün tehlikeyi büyütüyor.
ŞİMDİ DÜŞÜN: SEN BİR FİLİSTİNLİ OLSAYDIN –ÖZELLİKLE DE GAZZE’DE– NE YAPARDIN?
Ne yapardın? Barış süreci çökmüş, müzakereler bitmiş, Arap ülkeleri çekilmiş, Aksa yıkılmaya yaklaşmış, kuşatma bitmiyor!
7 Ekim’den başka hangi cevabı verebilirdin?




