Hayatı
Ebû Bekir es-Sayrafî, Bağdatlı olduğu için el-Bağdâdî nisbesiyle anılmaktadır. Ancak daha çok Sayrafî nisbesiyle meşhur olmuştur. Altın alışverişiyle uğraşanlara es-seyârife kelimesine nisbetle Sayrafî denilmektedir. Muhtemelen Sayrafî, Bağdât’ta altın ticaretiyle meşgul olduğu için bu nisbeyle meşhur olmuştur.
Günümüze ulaşan ve incelediğimiz tarihi kaynaklarda doğum yeri ve tarihi hakkında bilgi bulunmamaktadır. Bağdatlı olmasından dolayı muhtemelen III./IX. yüzyılda burada doğmuştur. Keza yetişmesi ve hocaları hakkında yeterli bilgi yoktur. Tarihi kaynaklarda fıkıh eğitimini Ebü’l-Abbâs İbn Süreyc’ten (ö. 306/918) aldığına ilişkin kayıtlar bulunmaktadır. İbn Süreyc’in Şâfiî fıkhında yetkin ve otorite bir fakih olduğu dikkate alınırsa, dönemin en önemli Şâfiî fakihinden fıkıh eğitimi aldığını söylemek gerekir. İbn Süreyc’in dışında Irak’ta Şâfiîlerin diğer önemli temsilcilerinden olan Ebû Saîd el-İstahrî’den (ö. 328/939) de fıkıh eğitimi almış olması ihtimal dâhilindedir. Bu ikisi dışında Ahmed b. Mansûr er-Ramadî’den (ö. 562/879) hadis dinlemiştir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Ebû Ahmed Muhammed b. Sâ‘îd b. Muhammed b. Abdillâh b. Ebi’l-Kâdî (ö. 340/951) kendisinden ders alan öğrencilerindedir. el-Kâdî Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed b. İshâk b. Yezid el-Halebî Mısır’da kendisinden hadis rivayet etmiştir. Bu bilgi onun Irak bölgesi dışında Mısır’a seyahat ettiğini göstermektedir. Ancak burada ne kadar kaldığına ilişkin herhangi bilgi yoktur. 330/941 yılında Mısır’da vefat ettiğine ilişkin kayıtlara bakıldığında, ömrünün sonlarına doğru Mısır’a gittiği anlaşılmaktadır. Sayrafî’nin döneminde hocası İbn Süreyc ile beraber Irak bölgesi, Şâfiîliğin çıkış yeri olan Mısır dışında yeni bir merkez olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemdeki Iraklı Şâfiîler, mezhebin kurucu imamının öğrencilerinin yetiştiği, eserlerinin yazıldığı, rivayet edildiği ve istinsah edildiği Mısır bölgesine seyahat ettikleri görülmektedir. Mısır’da Şâfiîlerin önde fakihlerinden olan ve Mısır kadılığı görevini de üstlenen Ebû Bekir İbnu’l-Hâddâd el-Mısrî (ö. 344/955) ile görüşmüş olması ihtimal dahilindedir. Bu dönemde Mısır ve Irak bölgesi Şâfiî âlimleri arasında karşılıklı seyahatlerle etkileşimin olduğunu söylemek gerekir. Örneğin İbnü’l-Hâddâd el-Mısrî 310/922-23 yılında çıktığı seyahatte Bağdat’ta Sayrafî ve İstahrî ile görüşmüştür.
Sayrafî’nin ilk dönem Iraklı Şâfiîlerin iki önemli şeyhi konumunda olan İbn Süreyc ve İstahrî dışında özellikle İbn Süreyc’in öğrencileriyle yakın ilişki içinde olduğunu söylemek mümkündür. Onun çağdaşı olan, İbn Süreyc’in öğrencileri olan İbnu’l-Kâss et-Taberî (ö. 335/946), İbn Ebû Hüreyre (ö. 345/956), Ebû Ali İbn Ebû Hayrân (ö. 320/932), Ebû Ali et-Taberî (ö. 350/961), İbnü’l-Kattân el-Bağdâdî (359/968) ve Ebû İshâk el-Mervezî (ö. 340/951) bu kişiler arasındadır. Keza Mâveraünnehir kökenli olup burada ve Horasan’da yetiştikten sonra Irak bölgesine gelen el-Kaffâl eş-Şâşî el-Kebîr (ö. 365/976) ve Horasanlı Ebû Sehl es-Su‘lûkî (ö. 369/980), Sayrafî’nin Irak bölgesinde ilişkili olduğu kişiler arasında yer almaktadır. Mu’tezile’den ayrıldıktan sonra Şâfiîlerle yakın ilişki içinde olan Ebü’l-Hasen el-Eş‘arî (ö. 324/935-36) de Sayrafî ile yakın ilişkide bulunan kişilerdendir.
Öğretisi
Sayrafî, kaynaklarda çok yönlü bir âlim olarak tanıtılmaktadır. Fıkıh, fıkıh usûlü, kelâm, hadis, şurût, hiyel ve ferâiz onun uğraştığı ilimlerdendir. Kaynaklarda hadis dinlemesine rağmen çok az hadis rivayetinde bulunduğuna vurgu yapılır. Mütekellimin sıfatıyla anılması, yaşadığı ve yetiştiği Irak bölgesinin kelâmî hareketlerine ilgisiz olmadığını göstermektedir. Bilindiği üzere Irak bölgesi, Mu‘tezile başta olmak üzere Eş‘arî kelâm ekollerinin merkezi konumuna sahiptir. Sayrafî, kendi döneminde kelâm meselelerine ilgi duymuş ve bazı konularda Mu‘tezile mezhebinin görüşlerini benimsemiştir. Sübkî, Ebû Muhammed el-Cüveynî’nin er-Risâle şerhinden Ebü’l-Hasen el-Eş‘arî ile Sayrafî arasında nimeti verene şükretmenin aklî zorunluluğu konusunda yaptıkları münazarayı aktarmaktadır (Sübkî, 1964, c. 3, s. 186-188). Eş‘arî ile kelâmî bir meselede münazara edecek kadar kelâm ilmiyle hemhal olduğu anlaşılan Sayrafî’nin, bundan dolayıdır ki kaynaklarda fakih mütekellimlerden olduğuna işaret edilmektedir.
Sayrafî’nin ilmî kişiliği bakımından dikkat çeken hususlardan bir tanesi de şürût ilmiyle uğraşmış olmasıdır. Tarihî kaynaklar, Şâfiî mezhebinde şürût ilmi ile ilk defa ilgilenen ve bu alanda eser yazan kişinin Sayrafî olduğuna dikkat çekmektedirler. Bu eserin son derece güzel bir eser olduğuna ilişkin değerlendirmelere bakıldığı taktirde bu alanda yetkin bir eser yazdığı anlaşılmaktadır. Şâfiîlerin Irak bölgesinde yargısal görevlere (kâdî, muhtesib) getirildiğini, buna paralel olarak yargı nezdinde kayıt ve tescil anlamına gelen şürût ilminde de literatür bakımından gelişmelerin yaşandığını tespit etmek gerekir.
Sayrafî, Şâfiî mezhebinde ashâbu’l-vücûh’tan sayılmaktadır. Şâfiî mezhebinde mezhep imamının usûlüne dayalı olarak tahriçte bulunmayı ifade eden vecih (çoğulu vücûh) sahibi kişiler, kurucu imamdan sonra ikinci tabakadaki müctehitler için kullanılmaktadır. Bu bağlamda Sayrafî’nin ashâbü’l-vücûh’tan kabul edilmesi, mezhep içindeki otoritesini göstermesi bakımından kayda değerdir.
Sayrafî’nin en yetkin olduğu ve kendisiyle neredeyse özdeşleştiği ilim ise fıkıh usûlüdür. Kaynaklarda çağdaşı el-Kaffâl eş-Şâşî el-Kebîr’in Şâfi‘î’den sonra fıkıh usûlünü en iyi bilen kişi olduğuna ilişkin tespiti, onun fıkıh usûlü alanındaki yetkinliğine işaret eden değerlendirmelerden bazılardır. Keza nazar, kıyâs ve usûl alanında son derece yetkin olduğuna ilişkin tespitlere bakıldığı zaman onun daha çok usûlcü kimliği ile ön plana çıktığını söylemek mümkündür. İbn Hallikân, usûl-i fıkıh alanında Sayrafî’nin yazdığı kitabın aşılmamış bir kitap olduğu değerlendirmesinde bulunmaktadır (İbn Hallikân, 1968, c. 4, s. 199). Usûl ilmindeki otoritesi, kendi döneminde farklı mezhep âlimleriyle yaptıkları tartışmalarda kendini göstermektedir. Kaynaklar özellikle Medine ehlinin icmâ‘ı konusunda Mâlikî alimlerle karşılıklı reddiyelerine değinmektedirler.
Fıkıh usûlündeki yetkinliği, bu alanda gerek telif gerekse de şerh düzeyinde birçok eser kaleme almasına imkan vermiştir. Şâfi‘î’nin er-Risâle’sinin şerhi olan Kitâbu Şerhi Risâleti’ş-Şâfi‘î adlı çalışması, er-Risâle’ye yazılan ilk şerhlerdendir. Bunun dışında Kitâbu’l-Beyân fi delâili’l-a‘lâm ‘alâ usûli’l-ahkâm, Kitâbu Nakdi kitâbî ‘Ubeydillâh b. Tâlib el-Kâtib li Risâleti’ş-Şâfi‘î, el-Usûl (Usûlü’s-Sayrafî) Şerhu İhtilâfi’l-hadîs, Şerhu İhtilâfi’ş-Şâfi‘î ve Mâlik adında yazdığı fıkıh usûlü eserleri ve icmâ konusunda yazdığı (Kitabun fi’l-icma‘) bir eseri bulunmaktadır. Bu eserler dışında ferâiz ilminde Kitâbu’l-Ferâiz, hiyel ilminde el-Hiyelü’ş-şer‘iyye adında eserleri, şürût ilmine dair yazdığı bir eseri, el-Fetvâ, el-Müstefad fi’n-nazari’l-müstecâb ve Hisâbü’d-devr adında farklı alanlarda yazdığı eserleri vardır. Tarihi kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla hem yetkin hem de velut bir alim olan Sayrafî’nin herhangi bir eserinin günümüze ulaştığı tespit edilmemiştir.
Sayrafî’nin günümüze ulaştığı tespit edilen herhangi bir eseri olmadığı için onun usûl düşüncesini derli toplu bir şekilde ele almak zordur. Ancak kendisinden sonra kaleme alınan usûl eserlerine referansla bazı tespitlerde bulunmak mümkünüdür ki bu tespitler onun usûli kimliğini tam olarak yansıtmaktan uzaktır. Sonraki usûl eserlerine yansıyan görüşleri dikkate alındığı taktirde, Sayrafî’nin birkaç yönden ele alındığı görülmektedir. Birincisi mezhep literatüründe Şâfiî’den sonra usûlü en iyi bilen kişi olarak takdim edilmesi mezhebin kurucu imamının yoruma açık olduğu iddia edilen görüşlerinin tespit edilmesinde bir referans kaynağı olarak gösterilmesidir. Özellikle Şâfiî’nin Kur’ân ve sünnet arasındaki nesih ilişkisi konusunda benimsediği görüşü, kendisinde sonra mezhep içinde farklı yorumları beraberinde getirmiştir. Literatürde Şâfiî’nin bu konudaki görüşü değerlendirilirken Sayrafî’nin, Şâfiî’nin düşüncesinde Kur’ân’ın sünnet ile nesih edilmesinin kesin olarak mümkün olmadığını vurguladığı ve bu konuda Şâfiî ile aynı görüşü benimsediği tespit edilmektedir. Keza haberler arasındaki teâruz ele alınırken, Hz. Peygamber’in hadisleri arasında birbirini nefyedecek derece zıtlığın mümkün olmadığına değinilmekte ve Sayrafî’ye referansla Şafiî’nin kesin olarak bu görüşü benimsediği dile getirilmektedir. Onun usûl düşüncesinin öne çıkan hususlarından biri, Irak bölgesindeki kelâmî ve fıkhî hareketlerin etkisinde kalmasıdır. Sayrafî’nin özellikle kelâmî temelleri olan bazı usûl konularında Mu‘tezile mezhebinden etkilenip onların görüşlerini benimsediği ancak daha sonra Eş‘ârî ile bu konularda tartıştıktan sonra Mu‘tezilî görüşlerden rücu ettiği usûl eserlerine yansıyan hususlardandır. Keza bazı konularda Şâfiî çoğunluğun görüşlerini değil, Hanefîlerin görüşlerini benimsediği vurgulanmaktadır. Husun ve kubuh meselesi ile ilintili olarak teklifin aklî ve şer‘î temelleri üzerinden fıkıh usûlüne yansıyan bazı meselelerde Sayrafî’nin Mu‘tezilî fikirlerden etkilendiği usûl eserlerine yansımıştır. Adalet, doğruluk, nimeti verene şükretmenin, yalan ve nimeti vereni inkar etmenin aklen iyi veya kötü olduğunun bilinebileceği, şer‘ varid olmadan önce yaratıcının varlığının akılla bilenebileceği gibi Mu‘tezilî fikirlerden etkilendiği ileri sürülen Sayrafî’nin daha sonra özellikle nimeti verene şükretmenin aklî zorunluluk olduğuna ilişkin meselede Eş‘arî ile münazarada bulunduktan sonra benimsediği bu Mu’tezilî görüşünden vazgeçtiği kaynaklarda yer almaktadır. Keza, mücmelin beyanının ve umumun tahsisinin te’hir edilemeyeceği şeklinde Mu‘tezile’ye ait olduğu ileri sürülen görüşü benimseyen Sayrafî, bu konuda Eş‘arî ile tartıştıktan sonra benimsediği görüşten rücu ettiği belirtilmektedir. Mu‘tezile’ye nispet edilen herhangi bir fiilin/ibadetin gerçekleşmeden önce neshinin câiz olmadığı görüşü Sayrafî’ye de nispet edilmektedir. Hz. Peygamber’in herhangi bir sebebe bağlı olmaksızın ibtidâen yaptığı mutlak (emre veya nehye delâlet etmeyen) fiillerinin ümmete müstehâb olduğu görüşü Mu‘tezile ile beraber Sayrafî’ye nispet edilmektedir. Bu konuda Sayrafî’ye tevakkuf görüşü de nispet edilmektedir. Yaygınlık kazanmış ancak muhalifi bilinmeyen sahabî kavlinin icmâ olmadığı ancak hüccet olduğu görüşü bazı Mu‘tezilîlere ve Sayrafî’ye nispet edilmektedir. Sayrafî, Irak bölgesinde Mu‘tezile dışında Hanefîlerle de etkileşimde olduğu görülmektedir. Mutlak emrin fevre delâlet ettiği, kıyâs ile sabit olmuş bir hükme kıyâs yapılamayacağı, bir fer‘in kendisine benzeyen birçok asıl bulunduğunda benzerlik açısında kendisine en çok benzeyen asla ilhak etmenin câiz olmadığına ilişkin konularda Hanefîlere nispet edilen görüşler, Sayrafî’ye de nispet edilmektedir. Emrin tekrara delâlet etmeyeceği, bir asırdaki müctehitlerin bir meselede iki görüş ileri sürerek ihtilaf etmeleri durumunda kendilerinden sonrakiler için bunun iki görüşte icmâ edildiği, üçüncü görüşün ihdas edilmesinin câiz olmadığı, umum lafzı tahsis eden bir muhassisin varlığı araştırılmadan umumla amel edilebileceği, dilin kıyâs ile sabit olmasının câiz olmadığı, kıyâsın ne nâsih ne de mensûh olduğu, müstefiz ve mütevâtir haberin eş değer olduğu, sahabenin “bize şu emredildi, yasaklandı veya şu sünnettir” gibi sözleri müsned haber kategorisine girmediği için hüccet olmadığı gibi görüşler usûl eserlerinde Sayrafî’ye nispet edilen görüşlerden bazılardır.ü
Temel Soruları
- Fıkıh usûlü alanında mezhebin literatürüne katkı sağlamak ve bu alanda eserler telif etmek.
- Şâfiî’nin fıkıh usûlü alanında yazdığı er-Risâle, İhtilâfü’l-hâdîs İhtilâfü Mâlik ve’ş-Şâfi‘î adlı eserlerini şerh ederek, mezhebin usûl gelişimine katkı sağlamak.
- Şâfiî’nin usûl görüşlerini tespit etmek, nakledip yorumlamak ve bu düşünceye karşı yapılan eleştirilere karşı Şâfiî’yi ve mezhebi savunmak.
- Irak bölgesinin kelâmî hareketlerinden etkilenmek ve bazı meselelerde (nimeti verene şükretmenin aklî zorunluluğu gibi) Mu‘tezile mezhebinin ilklerine uygun olan görüşler benimsemek.
- Bazı fıkıh usûlü meselelerine kelâmî perspektifle yaklaşmak.
- Mu‘tezile karşıtı kelâm sisteminin kurucu imamı olan Eş‘arî ile tartışmak ve sonuçta benimsediği Mu‘tezili görüşlerden vaz geçmek.
- Bazı fıkıh usûlü meselelerinde mezhebin genel görüşü yerine muhalif mezheplerin görüşlerini benimsemek.
- Şâfiî mezhebi bağlamında şurût ilminde öncü olmak ve bu alanda eser yazmak.
- Irak bölgesi dışında mezhebin diğer önemli merkezi olan Mısır’daki Şâfiî fakihleri ile irtibat kurmak ve onlarla fıkhî faaliyetlerde bulunmak.
Öne Çıkan Eserleri
- Kitâbu Şerhi Risâleti’ş-Şâfi‘î.
- Kitâbu’l-Beyân fi Delâili’l-A‘lâm alâ Usûli’l-Ahkâm.
- Kitâbu Nakdi kitâbî ‘Ubeydillâh b. Tâlib el-Kâtib li Risâleti’ş-Şâfi‘î.
- el-Usûl (Usûlü’s-Sayrafî).
- Şerhu İhtilâfi’l-Hadis.
- Şerhu İhtilâfi’ş-Şâfi‘î ve Mâlik.
- el-Müstefad fi’n-Nazari’l-Müstecâb.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu