Hayatı

Klasik Türk şiirinin en önemli isimlerinden olan Nâbî'nin asıl adı Yûsuf'tur. 1052/1642 yılında eski adı Ruha olan Urfa'da doğan Nâbî, çocukluk yıllarını burada geçirmiştir. Çocukluğu ve gençliğiyle ilgili kısıtlı sayıda bilgi bulunan Nâbî'nin o zamanlar Urfa'da tanınmış bir aile olan Hacı Gaffarzâdelere mensup olduğu bilinmektedir. Babasının adı Seyyid Mustafa, dedesinin adı Seyyid Mahmûd’tur. Dedesinin babası Seyyid Muhammed Bakır, dedesinin dedesi ise Şeyh Ahmed-i Nakşîbendî'dir. Nâbî'nin dört tane kardeşi olup bunlar Hacı Mahmud Ağa, Hacı Mehmed, Seyyit Ahmed ve Hacı Hemşire olarak bilinmektedir. Ebülhayr Mehmed ve Mehmed Emin ise onun oğullarıdır (Bilkan, s. XI).

Yaklaşık 1076/1665 yıllarında doğduğu şehir olan Urfa'dan İstanbul'a hareket eden Nâbî, edebî ve kültürel birikimini çoğunlukla bu şehirde kazanmıştır. Arapça ve Farsça'ya vukufiyeti eserlerinden anlaşılan Nâbî'nin sanatının gelişmesinde hamilik sisteminin rolü büyüktür. Bu anlamda Osmanlı'da pek çok sanatçı ve şairin yetişmesine zemin hazırlayan hamilik sisteminin Nâbî üzerinde de olumlu tesirleri olduğu kolaylıkla söylenebilir. Bu doğrultuda Musahib Mustafa Paşa'nın ihsanlarından faydalanan Nâbî, onun divan kâtibi olmuştur. Bu şekilde sarayla olan bağlantısını geliştiren Nâbî, IV. Mehmed'in av gezmelerine ve sohbet meclislerine katılmıştır. Bu anlamda padişahın Edirne'de bulunduğu 1086/1675 yılında şehzadeler için düzenlenen sünnet törenine katılan Nâbî on beş gün süren şenlikleri Sûrnâme adlı eserinde anlatmıştır. Aynı zamanda 1082/1671'de yapılan Lehistan seferine de katılan Nâbî, Kamaniçe'nin fethi üzerine Fetih-nâme-i Kamaniçe adlı eserini kaleme almıştır (Karahan, s. 259-260).

1678 yılında Mustafa Paşa'nın desteğiyle Hacca giden Nâbî, IV. Mehmed'in tarafından verilen bir fermanla gittiği her yerde hürmetle karşılanmıştır.  Hac dönüşünde Mustafa Paşa'ya kethüda olan Nâbî, Tuhfetü'l-Harameyn adlı eserini hac yolculuğunu anlatmak üzere kaleme almıştır. Musahip Mustafa Paşa'ya oldukça bağlı olan Nâbî, onun görevden uzaklaştırıldığı ve sürgün edildiği yıllarda dahi yanında olmuştur. Bunun ardından Musahip Mustafa Paşa'nın aniden ölmesiyle Nâbî, İstanbul'dan ayrılmış ve Halep'e yerleşmiştir. Nâbî'nin oğulları Emülhayr Mehmed Çelebi ve Mehmed Emin şairin Halep'te bulunduğu sıralarda dünyaya gelmiştir. Ayrıca şair Hayrî-nâme'sini 1701 yılında burada kaleme almıştır. Bunun dışında Nâbî'nin Halep'te bulunduğu sıralarda az şiir yazdığı ve İstanbul özlemi çektiği şiirlerine yansımaktadır.

Çorlulu Ali Paşa'nın sadrazam olmasıyla birlikte Nâbî'nin devletten aldığı aylığın kesildiği, evinin elinden alındığı ve sıkıntı yaşadığı bilinmektedir. Bunun ardından Halep Beylerbeyi olan Baltacı Mehmed Paşa ona yardımcı olmuş; 1710'da sadarete getirilince şairi beraberinde İstanbul'a getirmiştir. Nâbî'nin İstanbul'a geri dönmesi, dönemin önemli şairlerini sevindirmiş ve bu durum muhtelif şiirlere yansımıştır. Nâbî Halep'ten İstanbul'a döndükten yaklaşık 2 yıl sonra, 1124/1712 yılında dâr-ı bekâya rıhlet etmiştir. Mezarı bugün Üsküdar'da bulunan Karaca Ahmet Mezarlığı'nda yer almaktadır (Bilkan, s. XIV-XVIII).  

İslam Düşünürleri

Öğretisi

Mine Mengi tarafından geliştirilen bir düşünce çerçevesinde Nâbî genellikle hikemî ekolün en önemli temsilcisi olarak kabul edilmektedir. Bu anlamda şairin insan, hayat ve toplumla ilgili görüşlerini şiirlerine yansıttığı ve böylece insanlara öğütler verdiği görülmektedir. Bu doğrultuda Nâbî genellikle şiirlerinde manayı ön plana çıkarmakta ve didaktik bir tavır sergilemektedir.  Döneminde karşılaştığı devlet ve toplum düzeyindeki karışıklıklar hakkında görüşlerini belirten Nâbî, bu minval etrafında insanları bilgilendirmek ve onlara öğütler vermek istemiştir.

Nâbî'nin hikemî tarzda yazdığı şiirler daha sonra bu tarzın bir ekol olmasına yol açmış ve Nâbî takipçileri onun gibi şiirlerinde didaktik bir tavır sergilemişlerdir. Bu anlamda Râmi Mehmed Paşa, Mustafa Sâmi Bey, Seyyid Vehbî, Hâmî-i Amidî, Münif Paşa ve Koca Ragıp Paşa gibi şairler belirli ölçüde Nâbî'nin açtığı bu yoldan etkilenmişlerdir (Mengi, s. 131). Ayrıca Nâbî'nin gazellerini daha çok sade bir Türkçeyle yazdığı, atasözü ve deyimlerden sıklıkla faydalandığı görülmektedir. Bu anlamda çevresine ibret nazarıyla bakan Nâbî, vuzûh bir ifadeyle kendine has bir şiir dili yakalamıştır. Bu özelliklerin yanında Nâbî'nin belirli bir ölçüde Sebk-i Hindî şiirinden de etkilendiği söylenmektedir. Bu anlamda Şevket-i Buharî, Örfî ve Feyzî gibi şairlerin şiir anlayışından etkilenen Nâbî, Sebk-i Hindî'nin birtakım hususiyetlerini şiirlerine taşımıştır. Dolayısıyla Nâbî gerek dil yönünden gerekse edebî kişilik bakımından farklı şiir özelliklerini bünyesinde barındırmaktadır.

Tüm bunları bir arada düşündüğümüzde nazımdan nesire pek çok alanda eser veren Nâbî, ictimaî hayatta gördüğü olumsuzluklara kayıtsız kalmamış, bunları şiir dünyasına taşımış ve kendinden sonrakileri de etkileyecek hikemî tarzın öncüsü olmuştur. Bununla birlikte vüzûh bir İstanbul Türkçesiyle kendine has bir şiir dünyası yakalayan Nâbî, farklı şiir özelliklerinden beslenerek kendi edebî şahsiyetini vücuda getirmiştir.      

Öne Çıkan Eserleri

  • Divan: haz. Ali Fuat Bilkan, Akçağ Yayınları, Ankara 2011.

  • Hayriyye: haz. İskender Pala, Bedir Yayınları, İstanbul 1989.

  • Sûr-nâme: Agah Sırrı Levent, Nâbî'nin Sûr-nâmesi, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1944.

  • Tuhfetü'l-Harameyn: haz. Mahmut Karakaş, Özdal Yayınları, 1989.

  • Tercüme-i Hadîs-i Erba'in: Necip Âsım, “Nâbî'nin Kırk Hadîs Tercümesi”, Millî Tetebbu'lar Mecmu'ası, sy. 4/2 (1331), s. 155-160.

  • Münşeat: Adnan Oktay, “Nâbî'nin Münşeât’ı: İnceleme-Metin”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır 2014.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu