Hayatı

11 Cemâziyelevvel 597’de (17 Şubat 1201) bugün İran sınırları içerisinde bulunan Tûs şehrinde dünyaya geldi. Muhakkik Tûsî ya da Hâce Nasîrüddin lakabıyla tanındı.

İlk eğitimini babasından aldı. Ailesi aslen Sâve’dendir. Babası İmâmiyye mezhebinin önde gelen fakih ve muhaddislerindendir. İlimle meşgul olan bir ailede yetişen Tûsî’nin dayısı ve babasının dayısı da zamanının önde gelen Şiî alimlerdendir. İlk eğitiminden sonra Tûsî dönemin çeşitli ilim merkezlerine yolculuklar yaptı. Nişabur’da Sâlim b. Bedrân el-Mâzinî’den fıkıh dersleri aldı. Fahreddin er-Râzî’nin öğrencisi ve Kânûn şârihi Kutbüddin el-Mısrî’den (ö. 618/1221) felsefe ve tıp okudu. Tûsî, burada Ferîdüddin Dâmâd’dan (ö. VI/XII. yüzyıl) İbn Sînâ’nın el-İşârât ve’t-tenbîhât adlı eserini ve Fahreddin er-Râzî’nin birçok eserini okudu. Ünlü sûfî Ferîdüddin Attâr ile (ö. 618/1221) münasebet kurdu. Tûsî, Nîşâbur’un Moğollar tarafından istila edilmesi sürecinde buradan ayrılarak Rey ve Irak bölgelerine ilmî seyahatlerde bulundu. Daha sonra Tûs’a döndü ve evlendi.

Tûsî genç yaşlarından itibaren ilme olan iştiyakı nedeniyle büyük bir üne kavuştu. Hayatının bu ikinci evresinde İsmâilîler’le münasebet kurdu. Kuhistan Emîri Nâsırüddin Abdürrahîm b. Ebû Mansûr Muhteşem’in (ö. 655/1257) davetiyle Kuhistan’a gitti. Başlangıçta Kuhistan’da ilmî faaliyetleri için uygun bir ortam buldu. Ancak Bağdat’taki sünnî halifeyle mektuplaşması sebebiyle hapsedildi ve bilahare Alamut Kalesi’ne götürüldü. Bu sebeple Şerhu’l-İşârât adlı eserinin son kısmında ve Ahlâk-ı Nâsırî eserinin başında anlattığı gibi, isteyerek katılmış olsa da İsmâilîler arasında istemeyerek ikamet etti. Tûsî bu dönemde başta Ahlâk-ı Nâsırî ve Şerhu’l-İşârât olmak üzere birçok eser telif etti. Ayrıca Tûsî 632-654 (1235-1256) yılları arasında yaklaşık yirmi iki sene İsmâilîler’in emrinde yaşadığı dönemde matematik bilimler alanındaki Tahrîr projesinin büyük bir kısmını da gerçekleştirdi. Tûsî, İsmâilîler’in lideri Rükneddin Hûrşah’ı (ö. 654/1256) Moğollar’a teslim olma konusunda ikna etti ve bu çabası, onun Moğol Hükümdarı Hülâgû ile (ö. 664/1265) birlikte çalışmasının da yolunu açtı.

Hayatının üçüncü merhalesinde Hülâgû tarafından vezir yapılan Tûsî, Hülâgû ile birlikte Bağdat seferine katıldı. Bir rivayete göre Tûsî Hülâgû’yu Bağdat seferine ikna etmiş ve son Abbâsî halifesi Müsta‘sım-Billâh’ın öldürülmesini tavsiye etmiş, dolayısıyla Abbâsî Devleti’nin yıkılmasında rol oynamıştır. Bir başka rivayet ise Tûsî’nin, Bağdat’ı ve Bağdat’taki kültür hayatını kurtarmak için çaba gösterdiğini söyler. Tûsî Bağdat’ın işgalinden sonra Hille’yi ziyaret etti ve Meraga’ya döndü.

Tûsî Hülâgû’dan özellikle müsbet ilimlerdeki faaliyetlerini yürütmek için maddî destek elde etti. Böylece Azerbaycan’ın Meraga şehrinde kendi dönemine kadar İslâm coğrafyasında yapılan en büyük rasathâneyi kurabildi. Büyük bir kütüphanesi de olan rasathane dünyanın farklı bölgelerinden mantık, matematik ve astronomi alimlerinin bir araya toplanmasını sağladı. 660 yılında gözlemler başladı ve gözlemlerin sonuçları 672 yılında Zîc-i İlhânî olarak bir araya getirildi. Rasathanede İslâm dünyasından ve Çin gibi farklı kültürlerden âlimler ilmî faaliyetlerini sürdürme imkânı buldular. Bu isimler arasında Çinli bilge Fau Mun Ji, geometri ve rasat aletleri alanında uzman olan Müeyyedüddin el-Urzî (ö. 664/1265), felsefe, kelâm ve mantık alanında uzman olan Kutbüddin eş-Şîrâzî ve Necmeddin el-Kâtibî, matematik ilimlerde uzman olan Fahreddin el-Ahlatî (ö. VII. yüzyıl), tabip ve matematik ilimlerde uzman olan Fahreddin el-Merâgî ve daha başka çok sayıda âlim vardı. Tûsî, uzun yıllar Meraga’daki bu rasathânede ilmî ve felsefî faaliyetlerini sürdürdü.

Hülâgû’nun ölümünden sonra farklı zamanlarda öğrencisi Kutbüddin eş-Şîrâzî (ö. 710/1311) ve Moğol Hükümdarı Abaka Han ile (slt. 663/1265-681/1282) birlikte Kuhistan, Horasan, Irak ve Bağdat gibi bölgeleri ziyaret etti. İdarî ve diğer işler dışında bu seyahatleri sırasında kitap topladı. Dinî ve felsefî konularda görüş alışverişinde bulunmak üzere İslâm dünyasının farklı bölgelerinde yaşayan Sadreddin Konevî, Necmeddin Kâtibî ve Şemseddin Hüsrevşâhî gibi âlimlerle mektuplaştı. Çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Bunlar arasında Kutbüddîn-i Şîrâzî, İbn Meysem el-Bahrânî, İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, Hasan b. Şerefşah, İbnü’l-Havvâm, İbnü’l-Fuvatî gibi birçok âlim bulunmaktadır.

Son Bağdat seyahati sırasında hastalandı ve 18 Zilhicce 672 (25 Haziran 1274) tarihinde vefat etti. Bağdat’ta İmam Mûsâ el-Kâzım’ın türbesinin yanına defnedildi. Tûsî’nin Sadreddin Ali, Asîlüddin Hasan ve Fahreddin Ahmed adındaki üç çocuğundan Sadreddin Ali babasının ölümünden sonra Meraga Rasathânesi’nin ilmî ve idarî işlerini üstlenirken, diğer çocukları Moğollar döneminde siyaset ve ilim hayatında önemli roller oynadılar.

Varlık Düşüncesi ve Metafiziği

Tûsî’nin varlık anlayışı, mütehhirûn dönemi kelâmı ile bu kelâmı etkilemiş olan Meşşâî felsefesinin izlerini taşımaktadır. Onun genelde kelâm sistemi, özel olarak da varlık ve bilgi anlayışı İbn Sînâ ve İbn Sînâ sistemine eleştiriler yönelten Râzî’yle birlikte oluşan geç dönem kelâm ilminin çerçevesini yansıtır. Bu nedenle Tûsî, özellikle felsefe ve kelâmın konularının birlikte alınma imkânı veren genel kavramlar bölümünde felsefî kelâm ekolünün problemlerini çözmeye çalışır.

Tûsî varlığın tanımlanamayacağı, bedihî olduğu, varlık mefhumunun müşterek olduğu, varlığın artma ve çoğalma kabul etmediği, hayır olduğu, zihnî ve harici varlık ayrımı, varlık ve yokluk arasında vasıta olmadığı gibi temel ilkeleri hemen bütün müteahhirin bilginler gibi kabul eder. Bununla birlikte Tûsî mümkün varlıklarda varlık-mahiyet ayrımı olduğu Zorunlu Varlık’ta olmadığı konusunda İbn Sînâcı tutumu sürdürür. Genel kavramların sübûtî olmadıkları konusunda daha çok Râzî ve Sühreverdî’nin tutumlarını kabul eder. Tûsî, atomculuğu kabul etmez, bunun yerine Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî ile birlikte basit cismin herhangi bir parçaya sahip olmadığını savunur. Göksel akıllar ve sudur teorisine karşı Bağdâdî ve Râzî’nin eleştirilerinin de etkisiyle mütereddit ve eleştirel bir tutum takınan Tûsî hem Konevî hem Râzî’nin öğrencisi Hüsrevşâhî ile mektuplaşmalarında bu düşüncesini dile getirir. Çünkü ona göre sudûrun kabul edilmesi, âlemdeki her bir varlığın doğrudan ya da dolaylı birbirinin illeti olmasını gerektirir. Bu da hiçbir varlığın diğerinden bağımsız bir varlığı olmadığı anlamına gelir. Oysa duyulur aleme dair gözlem bunun tersinedir. Belli bir düzen söz konusu olsa bile bazı varlıkların ortadan kalkması hepsinin ortadan kalkmasını gerektirmez.

Tûsî isbât-ı vâcib konusunda genel olarak İbn Sînâ tarafından geliştirilen imkân delilinin üzerinde durur. Özellikle zincirlemenin iptâli konusunda ileri sürülen en önemli delillerden biri olan “burhân-ı tatbîk”in serdedilişinde kendisinden önce ortaya konmamış farklı bir versiyon geliştirir. Allah’ın sıfatları konusunda ise İbn Sînâ felsefesiyle de uyumlu olan İmâmî-Mu‘tezile çizgisini benimseyerek sıfatların zâtın aynı olduğunu kabul eder. Tûsî tanrının kâdir-i muhtar olduğunu kabul etmekle birlikte filozofların “mûcib bizzât tanrı” anlayışının Râzî’nin düşündüğünün aksine tanrının kâdîr ve muhtar olduğunu dışladıkları anlamına gelmediğini ileri sürer. Tûsî’nin benzer bir uzlaştırma çabasını Allah’ın cüzileri bilmesi meselesinde de görmek mümkündür. Ona göre Meşşâîler Allah’ın ilminin herşeyi kapsadığı konusnda kelâmcılardan farklı düşünmemektedirler. Zira onların Allah’ın cüzîleri bilmediğine dair herhangi bir iddiaları yoktur, ancak onların bizim bilgimizle Allah’ın bilgisi arasındaki farka dikkat çekmek arzularından doğan bir yanlış anlaşılma söz konusudur. Tûsî gerçek kadimin Allah olduğunu belirtmekle beraber zamanın dikkate alınmadığın bir kadim tanımıyla İbn Sînâcı kıdem anlayışını savunur.

Psikoloji

Tûsî’nin psikolojiye ve ahlâka dair açıklamaları Eflâtuncu ve Aristocu nefs anlayışlarının bir sentezi gibidir. Bu çerçevede insani güçleri şehvet, öfke ve akıl olarak ayırdığı gibi, yine insan nefsini nebatî, hayvanî ve insanî nefs olarak ele alır. 

Metafizik bakımdan Tûsî, insan nefsin varlığının apaçık bir gerçek olduğunu ve ispata ihtiyaç duymadığını ifade eder. İbn Sînâ’nın “uçan adam” düşünce deneyine uygun biçimde Tûsî’ye göre uyanık olan, uyuyan, sarhoş olan, çocuk, deli herkes kendi zatının bilincindedir. Buna göre nefis kendi kendini idrak eden basit ve cismanî olmayan bir cevherdir. Nefis, cevherdir, çünkü akledilir suretlerin taşıyıcısı ve kabul edicisidir, cismanî değildir, zira nefis çok sayıda sureti kabul edebilir, cisim ise aynı anda sadece tek bir suret kabul edebilir. Basittir, çünkü kabul ettiği bilgi suretleri bölünmediğine göre nefis de bölünemez. Nefsin basit ve cismanî olmayan bir cevher olması onun ölümsüzlüğünün de dayanağıdır. Tûsî’ye göre sadece insan nefsinin kendi bilincinde olması ve ebedî olan faal akıldan sudur etmesi nedeniyle ölümsüzdür.

Ahlâk

Tûsî’ye göre pratik felsefenin konusu ahlâk, ev yönetimi ve siyaset ilmidir. Tûsî’nin “düşünüp taşınmaksızın fiil ve davranışların kolaylıkla sâdır olmasını sağlayan melekelerdir” şeklinde ahlâk tanımı Gazzâlî etkisini yansıtır. İnsan yetkinliğe ve mutluluğa ulaşmak için ikinci yetkinliklerle donanmak durumundadır. Çünkü yetkinlik faziletin eksiklik ise reziletin sonucudur. Faziletler temelde insandaki gazap gücünün bir erdemi olarak yiğitlik, şehvet gücün bir erdemi olarak iffet ve insanî nefsin bir erdemi olarak hikmet olup bunların her birinin nicelik yönünden ifrat ve tefriti ise reziletleri oluşturur. Örneğin yiğitliğin nicelik yönünden ifratı saldırganlık, tefriti ise korkaklıktır. İffet hazlara düşkünlükle isteksizliğin, hikmet kurnazlıkla aptallığın itidalidir. Bütün erdemlerin itidali ise adaleti oluşturur. Bu görüşlerin Yunan ve İslâm felsefesinde kökleri olmakla birlikte Tûsî’nin dikkat çeken görüşlerinden biri de erdemsizliklerin tasnifidir. Buna göre erdemlerin nitelik ve nicelik bakımından ifrat ve tefriti vardır. Nicelik yönünden uzaklaşma yukarıda ifade edilmişti. Örneğin şehvet gücünün nitelik bakımından uzaklaşması sapıklığı doğurur. Nicelik bağlamındaki erdemsizlikler ise ahlâka uygun olmasa da doğaya uygun olabilir, oysa nitelik bakımından erdemsizlik hem ahlâktan hem de fıtrattan sapma anlamına gelir. Tûsî’den önce görülmeyen bu ayırım Osmanlı ahlâkçıları tarafından da sürdürülür.

Tûsî’nin ahlâk felsefesinde Ebû Zeyd el-Belhî, ve Ebû Bekir er-Râzî gibi düşünürlerden gelen et-tıbbu’r-rûhânî anlayışına uygun fikirleri de görmek mümkündür. et-Tıbbü’r-ruhânî geleneğinde felsefe taliplisinin felsefî tedrise başlamadan önce tüm nefsî bağlantılarından, marazlarından, dünyevi ilgilerinden ve özellikle hüzünden kurtulmasını sağlayan bu felsefî terapi görevi görmesi diğer yandan nefsin güçleri ile bedenin organları arasında kurulan paralellikle tebarüz eden Galenci et-tıbbu’r-ruhânî geleneği Kindî ve Râzî tarafından tevarüs edilmiş, bilahare Tûsî de de yankısını bulmuştur. Buna göre Tûsî, erdemlerin korunması nda ve tedavisinde tıp ilmiyle ahlâk arasında bir bağ kurmuştur. Buna göre ilk önce insan reziletlerin yol açtığı hastalıkları bilmeli ve erdemlerle kendisini korumalıdır ki bu bir tür hızı’s-sıhha ameliyesdir. Tûsî’nin ahlâk felsefesinde Kindî’nin üzüntüden kurtulma ve ölüm korkusunu yenme düşüncesi ile stoik unsurları da görmek mümkündür. Bununla birlikte Tûsî’nin ahlâkının baskın karakteri mutluluk ahlâkıdır. İbn Miskeveyh’i takiben Tûsî mutluluğun duyusal münfail bir haz değil, aklî bilfiil bir haz olduğunu belirtir. Şehvânî ve gazabî güçler maddî haz uyarıları karşısında pasif olmaları ve haz alma kapasitelerinin sınırlı, doyumlu olması, haz veren şeylerin geçici olduğunu gösterir. Bilfiil hazlar ise aklîdir, kesintili değil süreklidir, dolayısıyla arazi değil, özseldir. Asıl mutluluk da budur. Tikel ve göreli mutluluk bu dünyada insanın erdemli bir hayatı için önemli iken, mutlak ve tümel haz insanın aklî âlemdeki hayatının hedefidir. Fakat mutluluk toplumun da nihai gayesidir; toplumsal hayat insanların mutluluğa ulaşmasının bir vasatı görevini görür. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Bu insanın kendi kendine yeterli olmadığı, muhtaç olduğu ve yetkinleşmesinin toplum içinde olacağı anlamına gelir. Bu da toplumun nizamının sürdürülmesini, dolayısıyla devlet ve yöneticiyi gerekli kılar. Tûsî’nin siyaset felsefesi de ferdin ahlâkının vasatının kurulması ile ilgilidir. Bu nedenle mutluluğun inşası için bu vasatın genel ilkelerini tespit etmekle ilgilidir. Tûsî yine toplumsal bağlamda sevgi, dostluk ve adaletin önemine işaret eder.

Tecrübî Bilimler ve Astronomi

Tûsî dinî felsefî ilimlerde olduğu gibi matematik bilimlerde de öncü çalışmalar yapmıştır. Meraga Rasathânesi’nde Tûsî’nin öncülüğünde yapılan çalışmaların İslâm dünyasında müsbet ilimlerin gelişmesine önemli katkıları olmuştur. Çünkü bu rasathâne, astronominin yanında büyük bir kütüphanenin bulunduğu, aklî ve naklî ilimlerde çalışmalarını yürüten Kutbüddîn-i Şîrâzî, Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî, Müeyyidüddin el-Urdî, Fahreddîn-i Merâgî, Fahreddîn-i Ahlâtî, Fau Mun Ji gibi âlimlerin çalışmalarını yürüttüğü kapsayıcı bir kurum özelliğindeydi. Bu rasathane yaklaşık elli yıl faaliyette kalsa da Semerkand, Çin ve Avrupa’da astronominin gelişimine etki etti. Tûsî buradaki çalışmalarının bir ürünü olarak semt ve irtifa tayininde kullanılan torquetum adlı araç gibi Meraga Rasathânesi’nde kullanılan astronomi aletlerinin birçoğunu icat etti. Batlamyus astronomisinin tadili bağlamında kendi adıyla anılan Tûsî çiftini geliştirdi. Yine Tûsî astronomi kataloglarını içeren Zîc-i İlhânî’yi yazmaya başlamış, ancak eser Tûsî’nin ölümü sebebiyle tamamlanamamıştır. Tûsî astronomi çalışmalarında Batlamyus’un arz merkezli sisteminin yanlışlarını tadil ederek yine yer merkezli başka bir sistem önermiş, yerin durağanlığı ve yer merkezli sistemin delilleri hakkında şüpheler ileri sürmüştür. Onun bu çalışmaları öğrencileri Kutbüddin Şîrâzî ve İbn Şâtır üzerinden Copernicus gibi erken-dönem astronomların çalışmalarında, Bizans ve Sanskritçe metinlerde yankısını bulmuştur.

Tûsî’nin matematik bilimlerdeki önemli katkılarından biri onun tahrîr projesidir. Yunan ve erken dönem İslâm bilim çalışmalarında kullanılan matematik bilimlere dair metinleri daha önce Ebherî’nin yaptığı gibi yeniden, anlaşılır, yanlışlıklardan arınmış ve zaman içinde değişen unsurları da göstererek standart metinler halinde yazdı. Bu çalışma Öklid’in Elementler, Batlamyus’un el-Macestî, bunların arasında incelenen Öklid, Theodosius, Hypsicles, Autolycus, Aristarchus, Archimedes, Menelaus, Sâbit ibn Qurra ve Benü Mûsâ gibi müelliflerin el-Mutavassıtât diye adlandırılan çalışmalarını kapsamaktaydı.

Bu tahrîr projesinde kaleme alınan Tahrîru Öklîdis’te Tûsî Öklid’in beşinci postulatı olan “paraleller postulatı”nı ispat edilememiş kabul etmiş ve onu “Tûsî postulatı”yla değiştirmiş, bu postulatı kanıtlamada başarılı olamamışsa da Öklid dışı geometrilerin ortaya çıkmasına öncülük etmiştir.

İslâm dünyasında trigonometriyle ilgili ilk müstakil çalışma olan Şeklü’l-katta‘ adlı eseriyle Tûsî trigonometrinin astronomiden ayrılmasını hızlandırmış ve matematiğin bir dalı olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. 

Mûsikî

Tûsî'nin mûsikîye ait risâlesi, Risâle fî İlmi'l-Mûsikâ, Paris Milli Kütüphanesi 2466 numarada, çeşitli konularda risâleler içeren başlıksız bir yazmanın içerisinde (vr. 197-198) bir bölümdür ve dünyadaki tek nüshadır.

Tûsî mûsikî ilmini; te'lif (beste) ve îkâ´ olmak üzere iki kısma ayırmaktadır. Telif; tiz ve pest insan tabiatının kabul ettiği çeşitli nağmelerde bulunan seslerin oranları ile ilgilidir.

Tûsî'ye göre bir beste yapımında tizlik ve pestlik açısından, nağmeler arasında belli sayısal oranlar bulunmalı ve bu oranlar insan tabiatına uygun olmalı, insan nefsine hoşluk vermelidir. Tûsî, telif'in tanımını yaparken ara cümle olarak nağmenin şiddet ve zayıflığının, telifin tanımına girecek bir nitelik olmadığını belirtmektedir.

Mûsikî ilminin ikinci bölümü îkâ´dır ki Tûsî, îkâ´ konusunda Risâlenin en sonunda birkaç cümle söylemektedir. Herhangi bir usûl ismine yer vermese de îkâ´ ilmine dair birkaç temel kavrama işaret etmiş ve şiirdeki veznin îkâ´ ile ilişkisini belirtmiştir.

Tûsî'nin mûsikî risâlesinin önemli ölçüde aralıklar (ebâd) üzerine kurulu olduğunu söyleyebiliriz. Ona göre "Çeşitli tizlik ve pestlikteki her iki nağme bu´d (aralık-interval) olarak adlandırılır." Risalesinde yer verdiği ve açıkladığı aralıklar şunlardır: iki oktav, oktav, oktav ve beşli, (oktav ve dörtlüyü atlamıştır), beşli, dörtlü ve dörtlüden sonra gelen aralıkların 5/4'ten başlayarak 6/5, 7/6…olarak sonsuza kadar devam edeceğini belirtir. Ancak en son uyumlu sesin 46/45 oranlı aralık olduğunu belirtir. Bundan sonra gelen sayılar arasındaki farklılığın kulakta hissedilemeyeceğini belirtir. Bununla Tûsî "en uyumlu aralıkların küçük tam sayılardan oluşan ve süperpartiküler oranlarla ifade edilen aralıklar olduğu" kuralına işaret etmektedir. Bu kural eski Greklerden beri mûsikî nazariyatında "küçük sayılar kuralı" olarak yer almaktadır: Birlikte duyulan iki sesin frekans oranı ne kadar küçük tam sayılardan meydana gelirse, o iki ses arasındaki aralık o kadar uyumludur. Bu sebeple mûsikî nazariyâtımızda bazı aralıklar için takrîbî değerler kabul edilmiştir.

Tûsî’nin risâlesi bu kadar kısa olsa da kendisinden sonra mûsikî bilimi alanında çok önemli iki eser kaleme alan Urmevî’ye ve müzik notasyonunda önemli bir yeniliğe imza atan Şîrâzî’ye öncülük etmesi açısından oldukça önemlidir.

Öne Çıkan Eserleri

  • Ahlâk-ı Nâsırî: Kum 1413.
  • Esâsu’l-İktibâs: Tahran 1375 hş.
  • Musâriu’l-Musâri’: thk. Şeyh Hasan el-Mu’izzî, Kum 1405.
  • Şerhu’l-İşârât ve’t-Tenbîhât: thk. Kerim Feyzî, Kum 1383 hş.
  • Ta‘dîlu’l-Mi’yâr fî Nakdi Tenzîli’l-Efkâr: nşr. Mehdi Muhakkık, Mantık ve Mebahisu’l-Elfaz: Mecmua-i Mutun ve Makalat-ı Tahkîkî içinde, Tahran 1353 hş.
  • Tecrîdu’l-İ’tikâd: thk. Muhammed Cevad Hüseyni Celâlî, Kum 1986/1406.
  • Tecrîdu’l-Mantık: Beyrut 1988/1408.
  • Telhîsu’l-Muhassal: Beyrut 1985/1405.
  • Şeklu’l-Kattâ (Kitab Shakl al-Qatta’): ed. Fuat Sezgin, Frankfurt 1998.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu