Hayatı

488/1095 yılında Semerkant’ın Üsmend köyünde doğmuştur. Bazı kaynaklarda köyün adı Esmend olarak nisbesi de Esmendî olarak geçmektedir. Geç dönem bazı kaynaklarda künyesi Ebû Hâmid veya Ebû Bekr olarak geçse de kaynakların çoğu künyesinin Ebü’l-Feth olduğunda hem fikirdir. Aynı şekilde babasının ismi bazı kaynaklarda Abdülmecîd veya Abdürreşîd şeklinde geçmekteyse de kaynakların çoğunda Abdülhamîd olduğu belirtilmiştir. Bu tür hataların istinsah veya başka şahıslarla karıştırılmış olmasından kaynaklanması muhtemeldir. Kendisine atıf yapılan bazı kaynaklarda isim ve nisbe benzerliği yüzünden Tuhfetü’l-fukahâ sahibi Alâeddin es-Semerkandî ile karıştırılmıştır.

Hocalarına dair kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Eşref b. Muhammed el-Alevî’den fıkıh tahsil ettiği, Bağdat’ta bulunduğu sıralarda Sardüşşehîd Ömer b. Abdülazîz el-Buhârî’den hadis rivayet ettiği, Ali b. Ömer el-Harrât’tan hadis dinlediği nakledilir. Öğrencileri arasında el-Furûk müellifi Ebü’l-Muzaffer Es‘ad b. Muhammed el-Kerâbîsî, Sirâceddin el-Ûşî, el-Hidâye sahibinin oğlu Nizâmeddîn Ömer el-Merğinânî’nin isimleri geçmektedir. el-Ensâb’ın yazarı Sem‘ânî’nin oğlu Abdürrahim es-Sem‘ânî ile Asyût Kadısı Ebü’l-Berekât Muhammed b. Ali el-Ensârî’nin de kendisinden hadis rivayet ettiği belirtilir.

Sem‘ânî’nin bizzat kendisinden dinleyip aktardığına göre Üsmendî, Merv Kadısı olan Muhammed b. Hüseyin el-Ersâbendî’yi görmek için Merv’e gitmiş ancak onu bulamayınca Sem‘ânî’nin babası Muhammed b. Mansûr es-Sem‘ânî’nin dersine katılmış, daha sonra da oradan ayrılmıştır. Hac yolculuğunda Bağdat’a uğramış ve buradaki âlimlerle münazaralarda bulunarak onlara üstün gelmiştir. Yine Bağdat’ta iken İbnü’l-Cevzî’nin vaaz meclisine katılmış ve hocası Sadruşşehîd’in oğlu Ebû Cafer Şemseddin Muhammed b. Ömer’le görüşmüştür. Aynı bölgeye mensup çağdaşı Alâeddîn es-Semerkandî ile görüşüp görüşmediğine ilişkin kaynaklarda bir bilgiye rastlanmamıştır. Hacdan döndükten sonra hayatının son zamanlarında münazara ve cedeli terkederek zühd hayatı yaşadığı belirtilir. Bazı kaynaklar vefat tarihini 563/1168 olarak kaydederse de birçok biyografi kaynağı vefat tarihinin 552/1157 olduğunu belirtmiştir. Sem‘ânî ise hac dönüşünde 553 yılında Merv’de Üsmendî ile görüştüğünü ifade etmiştir.

Fıkıh, fıkıh usûlü, hilâfiyat, kelam alanlarında yazdığı eserler ve yaptığı münazaralar ile tanınan Üsmendî hakkında kaynaklarda iki iddia yer almaktadır. Bu iddialardan biri, ilim konusunda cimri olduğu hatta sorulan sorulara bile cevap vermediği şeklindedir. İbn Tağrîberdî’nin ileri sürdüğü ve İbnü’l-İmâd tarafından tekrarlanan bu iddia daha erken dönemdeki kaynaklarda yer almamaktadır. Münazaracı kimliği, ilmî temaslara açık olması, seyahat ettiği yerlerde karşılaştığı kişilerle görüşmesi ve Bezlü’n-nazar isimli usûl eserini arkadaşlarının isteği üzerine yazdığını belirtmesi, bunun zayıf bir iddia olduğunu gösterir. İddia eğer doğru ise bunun münazarayı terk edip uzlete çekildiği hayatının son dönemlerine ait bir tavır olması mümkündür. Diğeri ise yine bazı kaynaklarda yer alan içki müptelası olduğu yönündeki iddiadır. Özellikle İbnü’l-Cevzî, Zehebî, İbn Hacer gibi Şâfiî ve Hanbelî biyografi yazarlarının yer verdiği bu iddia, Sem‘ânî’nin el-Ensâb’ında “Ondan hadisten hiçbir şey dinlemedim, çünkü şarap içen bir görüntüsü vardı (kâne mütezâhiran bi şürbi’l-hamr)” şeklinde geçen sözüne dayanmaktadır. Sem‘ânî’nin bu sözü, sonraki kaynaklarda bazı eklemeler yapılarak onun içki müptelası olduğu ve uzlete çekildiği dönemde bu alışkanlığı terk ettiği şeklinde ileri sürülmüştür. Ancak Sem‘ânî, kendisinin hadis rivayet etmediğini belirtmekle birlikte oğlunun Üsmendî’den hadis rivayet ettiğini belirmiştir. Ayrıca kendisi de tevbe ettiğine ilişkin bir şey söylemeden hac dönüşünde Merv’e uğradığında ona birtakım hadisleri okuduğunu söylemesi, bu iddiayı zayıflatmaktadır. Diğer yandan Hanefî biyografi yazarlarının eserlerinde böyle bir iddiaya yer vermemeleri de dikkat çekicidir. Bu durum söz konusu iddianın eğer doğru ise Hanefîlerin mubah, diğer mezheplerin haram saydığı nebizle ilgili tartışmadan kaynaklamış olabileceğini akla getirmektedir.

          

Öğretisi

Kelam

Üsmendî fıkıh, fıkıh usûlü, hilaf ve kelam alanında eserler kaleme almış cedel tekniğini iyi kullanabilen çok yönlü bir âlimdir. Daha çok fıkhî yönüyle meşhur olmakla birlikte kelama dair yazdığı Lübâbü’l-kelâm adlı eseri onun bu alandaki yetkinliğini göstermesi açısından önemlidir. Bu eserinde Üsmendî, Mâverâünnehir bölgesindeki Hanefî/Mâtürîdî kelamî düşüncenin temel tezlerini aklî ve naklî delillerle ortaya koyup mahir olduğu cedel tekniğiyle savunmuştur. Bu şekilde Mâtürîdî’den sonra Ebü’l-Yüsr Pezdevî, Ebü’l-Muîn en-Nesefî ve Lâmişî tarafından devam ettirilen Sünnî-Mâtürîdî çizginin pekiştirilmesine katkıda bulunmuştur.

Üsmendî tartışmalı kelamî konularda savunduğu görüşün doğruluğunu ortaya koyarken iki aşamalı bir akıl yürütme yöntemi kullanır. Birinci aşamada konunun bağlı olduğu temel ilkeyi ele alıp konunun bu ilkeyle bağlantısını ortaya koyar ve bunu tarîkatü’l-binâ diye isimlendirir. İkinci aşamada ise konuyu bu ilke çerçevesinde bütün yönleriyle ele alır ve bunu da tarîkatü’l-ibtidâ diye isimlendirir. Bu yöntem hem konunun hangi ilkeye dayandığını hem de bütün yönleriyle ele alınması noktasında eserine sistematik bir özellik kazandırmıştır.

Bezlü’n-nazar isimli usûl eserinde Mutezilî Ebü’l-Hüseyin el-Basrî’den etkilenmiş olsa da Kur’ân’ın mahluk olup olmadığı, kulların fiillerinin kendileri tarafından yaratılıp yaratılmadığı, aslah olana riayetin Allah’a vacip olup olması ve Allah’ın ahirette görülüp görülemeyeceği gibi ehl-i sünnet ve Mutezile arasındaki tartışmalı konularda Mutezile’nin görüşlerini reddetmiştir. Yine Mutezile ve Eş’arîlerden farklı olarak tekvin-mükevven meselesinde tekvinin kadîm, mükevvenin ise hâdis olduğunu, bu tekvin anlayışının mahlukatın ezelî olduğunu kabule müncer olmayacağını belirtir.

Eş’arîlerden farklı olarak Allah’ı bilmenin aklen ve şeran gerekli olduğunu, bu konuda müslüman çoğunluğun eserden müessire ulaşma şeklinde basit bir akıl yürütmeyle bir yaratıcının varlığı fikrine ulaşabildiklerini belirtir. Allah’ın varlığı ve sıfatları akıl tarafından kabul edildikten sonra insanlara doğru yolu göstermek üzere peygamberler göndermesinin hikmet açısından gerekli olduğu anlaşılır. Çünkü akıl, nimet verene şükretmenin güzel olduğunu, küfran-ı nimetin kötü olduğunu bilebilir fakat bunların ayrıntısını bilemez. Bu açıdan hüsün-kubuh konusundaki yaklaşımı Hanefî/Mâtürîdî çizgi doğrultusundadır. Eş’arîlerin yaptığı gibi hüsün-kubuh konusunda aklı büsbütün devre dışı bırakmak doğru değildir.

Bir kimsenin peygamberlik iddiasında doğruluğunun delili ise gösterdiği hissî mucizelerdir. Üsmendî Hz. Peygamberin hissî mucizelerini sıraladıktan sonra Kur’an’ın da kıyamete kadar devam eden bir mucize özelliği taşıdığını belirtir.

Üsmendî, naslarda geçen Allah’ın arşa istivâ etmesi, semada bulunması ve yeryüzüne nüzulü gibi müteşabih ifadelerin zahir anlamlarının kastedilmediğini, bu tür ifadelerin mesela istivânın hakimiyeti altına alması, semada bulunmasının yarattığı eserlerin orda bulunması, yeryüzüne nüzulünün de Cebrâil’in gönderilmesi vb. şekillerde tevil edilmesi gerektiği üzerinde durur.

Müslümanların başında bir devlet başkanının bulunmasının gerekliliği sahabe döneminden itibaren bütün dönemlerde ümmetin icmâsı ile sabittir. Dinin korunması, şer‘î ahkamın icrası, husumetlerin çözülmesi, zekâtın toplanması, Cuma ve bayram namazlarının kıldırılması, siyasi münasebetlerin yürütülmesi gibi işlerin yerine getirilmesi açısından müslümanların başında belli nitelikleri taşıyan âlim ve âdil bir yöneticinin bulunması gerekir.

Fıkıh

Çok yönlü bir âlim olan Üsmendî, özellikle fıkıh ve fıkıh usûlü alanındaki eserleriyle tanınmaktadır. Eserlerinde Hanefî mezhebinin görüşlerini savunmakla birlikte münazara usûlünü iyi bilmesi ve cedel sanatını iyi kullanması, telifatına farklı bir boyut kazandırmasını sağlamıştır.

Bezlü’n-nazar ve Lübâbü’l-kelâm eserlerinde yaptığı atıflarından Tarikatü’l-hilâf isimli hilâfiyata dair eserini daha önce yazdığı anlaşılmaktadır. Hilâfiyat konusunda yazılan eserlerde ihtilaflı olan meselelerde mezhebin görüşlerinin savunulması esastır. Üsmendî de fıkıh bablarına göre düzenlediği bu eserinde bazı farklı görüşlere de yer vermekle birlikte özellikle Hanefilerle Şafiiler arasında ihtilaflı olan 200 civarında meseleyi ele alıp mezhebinin görüşünü savunmuştur. Eserde naklî gerekçelerden ziyade aklî gerekçelere yer verilmiş olup bu yönüyle cedel başarılı bir biçimde kullanılmıştır. Eser Hanefiler arasında şöhret bulmuş olup örneğin Zeylaî Tebyînü’l-hakâik’te yirmiden fazla yerde Üsmendî’nin bu eserine atıfta bulunmuştur. Her ne kadar bu esere atıfta bulunmamış olsa da Sıbt İbnü’l-Cevzî, hilafiyata dair yazdığı eserde mesele seçiminde ve mesele başlıklarında bu eserden oldukça istifade etmiş görünüyor. Üsmendî aklî gerekçelere göre bu meseleleri ele alırken Sıbt İbnü’l-Cevzî, naklî deliller çerçevesinde bu meseleleri ele alıp incelemiştir.

Fıkıh usûlüne dair yazdığı Bezlü’n-nazar isimli eseri ise Hanefî usûl literatüründe nevi şahsına münhasır bir özelliğe sahiptir. Üsmendî, Tarikâtü’l-hilâf adlı eserinde fıkıh usûlünden ihtiyaç duyulan kısmı özet olarak verdiğini ancak arkadaşlarından bazılarının bunu yeterli bulmayıp kendisinden fıkıh usûlünün tüm konularını içeren ve usûl eserlerinde alışılmış bir tarzda ele alan müstakil bir eser yazmasını istemeleri üzerine yazdığını belirtir. Üsmendî’nin eserini Hanefî fıkıh usûlü literatüründe sıra dışı kılan özelliği, usûl konularının tertibinde, birçok tanım ve açıklama konusunda ağırlıklı olarak Mutezilî usûlcü Ebü’l-Hüseyin el-Basrî’nin el-Mu‘temed adlı eserini esas almış olmasıdır. Üsmendî’nin neden Basrî’nin eserini tercih ettiği araştırılmaya değer bir konudur. Kelamcı ve cedelci yönü dikkate alınırsa usûl konularının bu perspektiften ele alınması açısından en iyi örneğin Basrî’nin eseri olduğunu düşünmüş olmalıdır. Diğer yandan Basrî usûl konusunda sadece Üsmendî’yi etkilememiş, farklı mezheplerden usûlcüleri de etkilemiştir. Üsmendî’den önce Hanbelî usûlcülerden Ebü’l-Hattâb el-Kelvezânî, et-Temhîd adlı eserinde benzer şekilde konu tertibi ve açıklamalar konusunda yer yer Basrî’ye ve eserine atıfta bulunmakla birlikte birçok konuda ismini vermeden el-Mutemed’den aynen ya da az bir tasarrufla oldukça fazla alıntı yapmıştır. Aynı şekilde Şâfiî kelamcı usûlcülerden Fahreddîn er-Râzî de bazen isim vererek bazen isim vermeksizin Basrî’den oldukça fazla alıntı yapmış ve etkilenmiştir.

Üsmendî eserine fıkıh usûlünü bilmenin vacip olduğu konusuyla başlar, ardından fıkıh usûlünün mahiyetini fıkıh ve asıl terimleri üzerinden açıklayarak fıkıh usûlü ile istidlalin keyfiyetini ele alır. Ardından Ebü’l-Hüseyin el-Basrî’nin yaptığı gibi fıkıh usûlünün konularının taksimini genelden özele doğru şu şekilde sıralar. Fıkıh usûlü şer‘î hükümlere ulaşmanın yolu olduğuna ve hükümler de hem müçtehidi hem de müçtehit olmayanı bağladığına göre bunun bir yolunun olması gerekir. Müçtehit olmayanın izleyeceği yol, müçtehitten fetva sormasıdır. Bu ise müftî ve müsteftî ve bunlara bağlı konuların ele alınmasını gerektirir. Müçtehidin ise izleyeceği iki yol vardır. Bu yollardan biri aklın hükmüne başvurmaktır. Aklın hükmüne başvurulması Şer‘in herhangi bir konuda düzenleme yapmasına kadar olup bu açıdan hazr ve ibaha konusu fıkıh usûlünün konularına dahil olur. Müçtehidin izleyeceği diğer yol ise sözler ve fiiller şeklinde ikiye ayrılır. Söz, Allah Teâlâ’dan sadır olmuş ise bu Kitap’tır; Hz. Peygamberden sadır olmuş ise haberdir; ümmetten sadır olmuş ise icmâdır. Fiiller ise kıyaslar ve içtihatlardır.

Üsmendî, birinci asıl olan Kitab kapsamında hakikat-mecaz, hurûfü’l-meânî, emir-nehiy, umum-husus, mutlak-mukayyet, mücmel-mübeyyen ve nesih konularını ele alır ki, bu konular eserin yarısını oluşturur. Hanefi usûl eserlerinde Debûsî ile başlayan dörtlü taksimler burada mevcut değildir. Üsmendî bu konuları daha çok kelamcı usûlcülerin eserlerinde görülen başlıklarla ve onların ele alış tarzına göre incelemiştir. Bu yüzden Hanefî usûl eserlerinde görülen fıkıh usûlünün füru fıkıh ile iç içe oluşu, her bir usûl kaidesinin mezhebin füruundan seçilen örnek meselelerle desteklenmesi şeklindeki ele alış tarzı Bezlü’n-nazar’da pek görülmez.

İkinci asıl olan Sünnet’in ele alındığı “Haberler” başlığı altında ele aldığı kimi tartışmalar ve ele alış tarzı diğer Hanefî usûl eserlerinden farklı olarak daha kelamî/felsefî bir perspektife sahiptir. Haberler konusunun alt başlıkları neredeyse Basrî’nin el-Mu‘temed’inde yer alan başlıklarla aynıdır. Burada Mutezilenin ve özellikle Basrî’nin etkisini görmek mümkündür. Tahsis, takyid, nesih, nassa ziyade gibi konularda Hanefi usûl anlayışı açısından son derece önemli bir yer tutan meşhur habere ayrı bir kategori olarak yer vermemesi de dikkat çekicidir. Hatta Kitabın Sünnetle neshi konusunda “Bil ki, sünnet mütevatir ve âhâd yolla nakledilen olmak üzere iki kısımdır” demektedir. Ancak meşhur habere ayrı bir kategori olarak yer vermese de bu, Üsmendî’nin meşhur haberi kabul etmediği anlamına gelmez. Vasiyet ayetinin (Bakara 2/180) neshi meselesinde bu ayetin hükmünün miras ayetleriyle değil, “Vârise vasiyet yoktur” hadisi ile mensuh olduğunu belirtip bunun haberi vâhid olduğu gerekçesiyle ayeti neshedemeyeceği şeklindeki itiraza, bu hadisin ümmetin kabul etmesi sebebiyle mütevatir konumunda olduğunu belirtir. Semerkandî’nin meşhur haber için verdiği iki tanımdan birinin ümmetin kabul ettiği haber şeklinde olduğu dikkate alınacak olursa Üsmendî’nin mütevatir ile âhâd haber arasında zımnen de olsa bir ara kategori kabul ettiğini söylemek mümkündür.

Üsmendi haberler konusunun ardından sırayla icmâ, sahabeyi taklit, kıyas, istihsan, istıshab, önceki şeriatlar, iftâ ve içtihatta hata-isabet konularını ele alır.

Gerek Basrî’nin belirgin etkisi gerekse usûl konularını ele alış tarzı ve kelamcı yönü dikkate alındığında bu özellikleri Matürîdî, Semerkandî ve Lâmişî gibi Üsmendî’nin de kelamcı usûlcü kategorisinde değerlendirilmesine yol açmıştır. Burada problem kelamcı usûlcü ve fıkıhçı usûlcü ayırımının neye göre yapıldığının net olmamasından kaynaklanmaktadır. Eserin yazım tarzından ziyade usûlcülerin eserlerini hangi amaçla yazdıkları bu noktada daha belirleyici bir unsurdur. Fıkıh usûlünü mezhebin füruuna dayalı olarak ve ona uygun olarak yazma, fıkıhçı usûlcüleri diğerlerinden ayıran temel özelliktir. Kelamcı usûlcülerde ise usûl yazımının usûlcülerin bağlı oldukları mezhebin füruuna dayanması ve ona uygun olması gerekmez. Mutezile’nin fıkıh usûlünün oluşumuna katkısı düşünüldüğünde herhangi bir mezhebi bütünüyle iltizam etmemeleri sebebiyle Mutezilî usûlcülerin usûl yazımında bağımsız hareket etmeleri tabiidir. Bâkıllânî, Cüveynî, Gazzâlî, Râzî, Âmidî, İbnü’l-Hâcib, Beydâvî gibi Eş’arî kelamcı usûlcülerin de fıkıh usûlüne dair yazdıkları eserlerde mezhebin görüşlerini destekleme amacı gütmedikleri açıktır. Bâkıllânî’nin fıkıh usûlünün herhangi bir mezhebin görüşünü desteklemesinin gerekli olup olmadığı tartışmasında şu ifadeleri kelamcı usûlcülerin izlediği yöntemin özelliğini ortaya koyacak niteliktedir: “Biliniz ki, bir görüşün (mezhebin) kabul edilmesinin gerekli olması, imamının o görüşü benimsemiş ve kabul etmiş olması sebebiyle değil, ancak delilin o görüşe delalet etmesi sebebiyledir. Bu yüzden delillerin görüşlere değil, görüşlerin delillere dayandırılması gerekir.”

Bu açıdan bakıldığında Üsmendî fıkıh usûlüne dair yazdığı bu eseri, konuları ele alışı açısından kelamcı usûlcülerin yazım tarzına uygun olarak yazmış ve bazı konularda Basrî’den etkilenmiş olsa da esas itibariyle mezhebin görüşlerini savunmak amacıyla yazdığı görülür. Mesela nassa ziyadenin nesih olduğu, haber-i vahid ile neshin caiz olmayıp mütevatir ve mütevatir konumunda olan haberle Kitab’ın neshinin caiz olduğu, âmmın delaletinin kati olduğu, mefhumu’l-muhalefenin genel olarak olarak hüccet olmadığı, umûmu’l-belvâda varid olan haber-i vahidin sabit olmadığı, sukutî icmâın hüccet olduğu, kıyasa aykırı sahabî sözünün hüccet olduğu, istıshabın hüccet olmadığı, her müçtehidin içtihadında isabet etmeyip içlerinden birinin isabet ettiği, içtihadî konularda Allah katında muayyen bir hükmün bulunduğu gibi Hanefîlerle cumhur özellikle de Şafiiler arasında ihtilaflı olan meselelerde bağlı bulunduğu mezhebin görüşlerini savunmuştur.

Üsmendî’nin usûl eserine Hanefî usûlcülerden ziyade Karâfî, Alâî, Sübkî, Zerkeşî, Birmâvî, Merdavî gibi diğer mezheplere mensup usûlcülerin atıf yapmış olması da dikkat çekicidir. Bu usûlcülerin eserlerinde Üsmendî’ye “el-Âlemî el-Hanefî” veya “el-Âlemî mine’l-Hanefiyye” şeklinde atıfta bulunulmuştur.

Öne Çıkan Eserleri

  • Tarîkatü’l-Hilâf Beyne’l-Eʾimmeti’l-Eslâf: nşr. Muhammed Zeki Abdülber, Kahire 1990; nşr. Ali Muhammed Muavvaz, Beyrut 1992.

  • Bezlü’n-Nazar fi’l-Usûl: nşr. Muhammed Zeki Abdülber, Kahire 1992; nşr. Yahya Murâd, Beyrut 2004.

  • Lübabü’l-Kelâm: nşr. M. Sait Özervarlı, İslam Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005.

  • Şerhu Manzûmeti’n-Nesefiye.    

    Kaynak: İslam Düşünce Atlası
    Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu