İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Twitter sayfasında yayınladığı duyuruda, şunları kaydetti:

“Tarihî yarımadanın 7. tepesinde yer alan, yıllardır kaderine terk edilmiş Bulgur Palas’ı İBB olarak satın aldık. Şimdi bu tarihî yapıyı tüm İstanbulluların kullanacağı bir kültür mekânına dönüştüreceğiz. Şehrimize hayırlı olsun.”

Bulgur Palas

Önder Kaya’nın Gezgin Dergisi’nin 48. sayısında yayınlanan “Bulgur Palas” başlıklı yazısında verdiği bilgiye göre Bulgur Palas, ismini 1. Dünya Savaşı’nın karaborsa günlerinden almıştı.

Yazıda verilen bilgiler, şöyle:

“Bu dönemde İttihat Terakki Cemiyeti’nden Bolu mebusu olan Mehmed Habib Bey, bulgur karaborsası yapmış ve bu sayede elde ettiği para ile halk arasında biraz da ironik biçimde “Bulgur Palas” olarak anılan yapıyı inşa ettirmişti. Bulgur Palas, biraz da bunun etkisiyle çevre halkının pek sempati duymadığı bir bina olarak tanınmış. Hakkında çeşitli hikâyeler uydurulmuş. Perili bir yapı olduğundan dem vurulmuş. Yine zevkperest Habib Bey’in köşkün güney tarafından Marmara Denizi’ne kadar olan sahada bir kanal açtırmayı tasarladığı, böylelikle de köşküne deniz yolu ile de ulaşmayı amaçladığı söylenmiş. Son rivayet her ne kadar uçuk kaçık olsa da yeri gelmişken hemen belirtelim ki Heybeliada’da da benzer bir hikâye anlatılır. Mısır’daki hidiv ailesinden gelen Abbas Halim Paşa’nın adadaki köşküne benzer bir kanal açtırmayı planladığı söylenir durur.

Yapı, son derece ilginç bir mimariye sahip olup üç tam kat ile bir yarım kattan oluşur. Millî mimari akımının etkisinin hissedildiği binanın ana gövdesi, sıvasız kırmızı kiremitten yapılmış ve sadece kulelerin olduğu kısım sıvanmıştır. Tepedeki kubbeli çatının etrafını ise korkuluksuz bir çıkmanın dolaştığını, hayatının bir kısmını bu binada geçiren Emine Erdem’in anılarından öğreniyoruz. Yazar, çatının manzarasını şu ifadelerle dile getirir:

“Marmara Denizi’ni Kızkulesi’ne, Adalar’a, Anadolu yakasına, bulutsuz havalarda belki Yalova’ya kadar en güzel buradan görebilirdi insan. İstanbul’u tepeden, göz alabildiğine uzaklara dek buradan seyretmek mümkündü. Burada insan, kendini gökyüzüne en yakın hisseder, düşlerinde rüzgâra kapılıp gidebilirdi.”

Yapının etrafı son derece yüksek duvarlarla çevrilidir. Bulgur Palas’ın çevresi sonradan pek çok yapı ile dolmuş olduğundan, bugün binadan fotoğraf almak oldukça zorlaşmıştır. Bunun için, ya Cerrah Paşa Camii’nin minaresine çıkmanız ya da çevre evlerin terasından binayı görüntülemeniz gerekmektedir.

Gelgelelim doğru yoldan kazanılmayan paranın acısı kısa sürede çıkmış olacak ki Mehmet Habib Bey, işlerinin bozulması sonrasında yapıyı elden çıkarmak zorunda kalmış. Yapı, 1921 yılında Osmanlı Bankası’na ipoteklenir. İnşaatı tam olarak bitmediği halde, bankanın mimarı Mongeri tarafından 250 bin lira ipotek bedeli biçilir. Sonrasında ise yapı, 1926 yılında Osmanlı Bankası’na kalmıştır.

Bulgur Palas, ilerleyen yıllarda hem evrak deposu hem kanaryahane ve hem de Osmanlı Bankası çalışanları için konut vazifesi yapmıştır. Bu özellikleri içinde en ilgi çekeni, herhalde ikincisi olsa gerek. Zira binanın alt katında bir oda, kanaryalara ayrılmıştı. Yüzlerce kanarya, muhtemelen Osmanlı Bankası’nın şubelerinde kullanılmak üzere bu binada yetiştiriliyordu.

Bulgur Palas’ın tam ortasında da bir havuz bulunuyordu. Banka çalışanlarının oturduğu zamanlarda bu havuzlarda rengârenk balıklar yüzmekteydi.

Yapı içinde üç daire, çalışanlar ve ailelerinin ikametine tahsis edilmişti. 1955 yılına gelindiğinde Bulgur Palas’ta bir bekçinin yanı sıra, biri Bulgaristan göçmeni, diğeri ise Doğu Anadolu’dan gelen iki ailenin yanı sıra, İtalyan ve Rum kökenli bir karı-koca ikamet etmekteydi. Bulgur Palas, hem Osmanlı Bankası’nın malı olması hem de içinde gayrimüslim bir çifti barındırması nedeniyle ne yazık ki 6-7 Eylül olayları sırasında yağmacıların hedefi olmuş, yüksek duvarları yapıyı nispeten korumuştu.

Kiremit renkli bu yapı, günümüzde Osmanlı Bankası’nın arşivi olarak hizmet vermektedir. Söz konusu arşiv, ülkemizin en önemli kurumsal arşivlerinden birini oluşturmaktadır. Kaba tasnifi 1994’de tamamlanan arşiv, bankanın 1856’da başlayan tarihinin yanı sıra İstanbul merkezli olarak Osmanlı imparatorluk tarihine de ışık tutuyor. Ancak arşivin asıl sistemli bir hâle getirilmesi, 1892’de Voyvoda Caddesi’ndeki genel müdürlük binasına taşınılması ile başlamıştır. Bugün banka arşivinden hareketle ülkemizin bankacılık, hukuk, sosyal yaşam alanlarına dair önemli verilere ulaşılabilmektedir.

Bulgur Palas’a bugün Cerrahpaşa semtinde, Canbaziye Camisi’nden aşağıya doğru inen Kargı Sokağı’ndan ulaşılıyor. Bu yolun biraz altında, yapının abidevî giriş kapısı bulunuyor; ancak hemen belirtelim ki söz konusu kapı, günümüzde kullanılmıyor. Yapının girişi, yaklaşık 70 metre kadar daha aşağıda bulunan yeni bir kapıdan sağlanıyor. Bu kapının üzerinde de “Osmanlı Bankasının Arşiv girişidir, park yapılmaz” yazısı açıkça okunuyor.

Orijinal mimarisi ile varlığını bir asırdan beri devam ettiren Bulgur Palas, hem mimarî üslûbu hem de içinde barındırdığı arşiv ile ülke tarihimize ışık tutan yapılardan biri olmaya devam ediyor.”