İstanbul’un Belediye Başkanı kim olacak? Belli ki, çetin bir mücadele olacak... Neyin mücadelesi? Yaşam mücadelesi!

İşine gitmek için yola çıkan bir İstanbullu gününün 2 ila 4 saatini trafikte hayaller kurarak geçiriyor. Ben bazen sincap oluyorum mesela, bazen de uzak yol gemi kaptanı… Ortalama bir İstanbullu her gün uzaklara dalıp ‘kendini kurtarmayı’ hayal ediyor.

‘’İstanbul’un en sevdiğiniz ve sevmediğiniz yanı ne?’’ sorusunun cevabı artık aynı: KAOS

Kaos ile birlikte, dünyanın en güzel şehirlerinden, kadim medeniyetlerin sembolü İstanbul’a sadece hayatta kalma mücadelemiz ile kilitlendik. Medeniyet, şehrin ruhu.. milyonlarca insan için bunların çok da bir şey ifade etmediği bir zaman diliminin sakinleriyiz.

Deniz görmeyen, müze gezmemiş, sinemaya tiyatroya gitmemiş, sadece birkaç gününü cami cami, saray saray dolaşmaya ayırmamış, Çamlıca Tepesi’nden şehre hiç bakmamış; kültürel ve sosyal birikime ortak olmanın keyfini yaşamamış, birbirinden habersiz, birbirine düşman milyonlarca insan..

..kendine en yakın semt parkında bir banka oturup sadece aldığın nefes için şükretmenin bile bedeli var.

Artık İstanbul’a ‘dokunmak’ için ne bütçemiz yetiyor ne da zamanımız. Bunun için hevesimiz de kalmadı.

Raylara temas etmeden hızla hareket eden trenler gibi evden işe, işten eve koşturuyoruz.

Günde ortalama 3 saatini trafiğe yediren bir İstanbullu, her 8. gününün tamamını kalabalığa, gürültüye… kaosa feda etmiş oluyor.  

İşe gidiyor.. eve geliyor.. işe gidiyor.. eve geliyor.. işe gidiyor… Hayatını yollara döküyor.

Kaçacak yer yok!. Gitmeye, kalmaya para yok...

Sadece yaşam mücadelesi veriyoruz.

İstanbul’da ortalama kira 25 bin, ortalama kahve 100 küsur lira.

Ortalama bir İstanbullu, artık İstanbullu değil; aklı başka yerlerde.

*

İstanbul Belediye Başkanı kim olacak; İstanbul Belediye Başkanı ne yapacak?

Büyük projeler vaat etmeye gerek yok. Büyük projeler zamanın, çağın ruhuyla kendi kendini geliştiriyor zaten. İhtiyaçtan, öncelik sırasına girmeden kendi kendine şekilleniyor.

Bizim, öncelikle ‘yaşadığımızı hissetmeye’ ihtiyacımız var.

Varlığını billboardlarda, reklam panolarında tescilletecek değil, gündelik hayatlarımızı basit dokunuşlarla kolaylaştırarak, şehri özümseyerek yaşamak için bize alanlar açacak bir ‘şehir yönetimine’ ihtiyacımız var.

Kar amacı taşıyarak, beton bazlı kent faydacılığı ile hareket eden, şirket anlayışına değil.. ülke tarihinin en büyük krizini bizimle paylaşacak, içimizi ferahlatacak bir sosyal belediyecilik hareketine ihtiyacımız var.

Yaşadığımızı bilmeye ihtiyacımız var.

*

hqdefault-1

En son ne zaman vapura bindin?

Kadıköy’den Beşiktaş’a, Eminönü’nden Üsküdar’a, Kabataş’tan Büyükada’ya… en son, kendine ne zaman kendin kadar sen ayırdın?

Bir fincan salep, bir bardak çay, belki simit, belki bir parça kek… ve motor pervanesinde köpüren deniz. Eşsiz manzarayı tamamlayan martı telaşı… ve bir köşede kitabını okuyan delikanlı. Belki bir kemancı, belki en sevdiğin parçayı denk getiren amatör bir şarkıcı.

Mevsim belki yaz, belki sonbahar; en son ne zaman, hangi iskeleden vapur düdüğüne heyecanını bıraktın?

En son ne zaman güneşi vapurda batırdın; ne zaman gökyüzüne merdiven uzattın? En son hangi karşının rüzgarına yüzünü dayadın?

En son ne zaman kendine İstanbul kadar zaman ayırdın?