Fesih Bozan, "Nasıl bir dönemde yaşıyoruz?" başlık yazı kaleme aldı işte yazının tamamı...

“Gerek toplumu oluşturan bireylerin kendi aralarında ve gerekse de bireyler ve kamu hizmeti sunucuları olan idareler arasındaki ilişkilerin bir uyum ve düzen içerisinde sürdürülebilmesi, hak ve hürriyetlerin korunması ve gözetilmesi için üzerinde mutabakata varılmış değerler setine dayalı bir kamu yönetimi anlayışının inşa edilmesi ve geliştirilmesi beklenir. Bugün “etik değerler” olarak nitelendirilen “adalet”, “liyakat”, “tarafsızlık”, “gizlilik”, “şeffaflık”, hesap verebilirlik”, “kamu yararı” vb. kavramlar kamu hizmeti ve kamu yönetimi açısından ele alındığında, kamu hizmeti üretim ve sunumunda takip edilmesi ve göz önünde bulundurulması gereken, bireylere ve devlet görevlilerine rehberlik etmesi beklenen temel yön levhalarıdır. Bireysel ve toplumsal yaşamın bir düzen içerisinde devam ettirilmesi ve yöneten yönetilen ilişkilerinin “kamu yararı”, “kamu itibarı”, “hak ve hürriyetlerin yaşanması ve yaşatılması” ekseninde sürdürülebilmesi açısından söz konusu değerler, etik yönetim anlayışına sahip bir devletin “olmazsa olmaz” yönetim vasıfları olarak nitelendirilebilir.” (Alıntı)

Bugün böyle bir dönem yaşıyor muyuz? Maalesef hayır. Kısaca resmedersek;

Adalet, insan hakları, barış ve eşitlikten yana olanların suçlu görüldüğü, dürüst, doğru, hakkı savunan ve devletin veya başkasının hakkına el uzatmayanların saf görüldüğü, hatta alay edilip yerildiği, zalim ve güçlü olanların desteklendiği, çete ve mafya babalarıyla, yalancı, dönek ve dilbazların, itibar ve destek gördüğü, kirli kişi ve kirli işlerin, güç kazandığı bir dönemi yaşıyoruz.

Mal sahibinin hırsız, hırsızın mal sahibi sayıldığı, yerli ve milli olanların dış güçlerle işbirlikçi, işbirlikçilerin ise yerli ve milli görüldüğü, batılın hak, düşmanın dost, yalan ve iftiraların gerçek görüldüğü ve her şeyin ters yüz edildiği bir dönemi yaşıyoruz.

Emekçinin hakkını alamadığı, alın teri ve emeğin sömürüldüğü, zam, faiz, geçiş garantileri gibi farklı yollarla, fakirden alınıp sermaye sahiplerine servet transferinin yapıldığı, fabrika yapanların değil, fabrika satanların alkışlandığı, bir dönemi yaşıyoruz,

 “Devletin malı deniz yemeyen domuz” zihniyetine sahip kişilerin, kamunun malını yolsuzluk ve hırsızlık yoluyla çaldığı, kara paranın itibarla aklandığı, insanlar için paranın araç değil, amaç haline geldiği, bunun için de her yolun mubah görüldüğü ve bu yollarla büyük servetler kazanıldığı, ahlaksız, yüzsüz, dolandırıcı ve üçkağıtçıların, “işini biliyor” diye imrenildiği, bir dönemi yaşıyoruz.

Gerçekleri ve doğruları yazanların susturulduğu, kiralık kalemler ve satılmış medya tarafından yalan haber, asparagas ve manipülasyonlarla insanların algılar üzerinden yönetildiği ve beyinlerin işgal altında olduğu bir dönemi yaşıyoruz.

Ehliyet, liyakat, bilgi ve tecrübenin değil, yalakalığın, yağcılığın, ilkesizliğin, itaat ve adamcılığın önemsendiği bir dönemi yaşıyoruz.

İlke ve prensiplerin ayaklar altına alındığı, “dün dündür bugün bugündür” anlayışının ilke haline geldiği, zikzakların ve U dönüşlerin sıradanlaştığı ve bunu yapanlarının hiç de yüzlerinin kızarmadığı bir dönemi yaşıyoruz.

Hak, hukuk, insan hakları ve adaleti savunanların, baskılarla sesinin kesildiği, mağdur ve mazlumların çığlıklarının duyulmadığı, hukuksuzluk ve adaletsizliğin sıradanlaştığı, yargı mekanizmasının siyasallaştığı, güçlünün hukuku ve kişiye göre hukukun uygulandığı bir dönemi yaşıyoruz.

İnancından, ilke, prensip ve davasından taviz vermeyen, her türlü fedakarlığı yapan ve bu uğurda bedel ödeyenlerin itibar ve destek görmediği, makam, çıkar ve menfaat için milli ve manevi değerleri, fütursuzca suistimal edenlerin, itibar ve destek gördüğü bir dönemi yaşıyoruz,

Tabi ki bu örnekleri, daha da çoğaltmak mümkündür.

Peki böyle gelmiş böyle mi gidecek?

Elbette hayır. Bütün bu sıkıntılardan kurtulabilmek için, önce teşhisi doğru koymak gerekir.

Çünkü, teşhisi doğru koymak, çözümün yarısıdır. Öyleyse sorumlu kim? İşte cevabı;

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.” (Şura 30)

Demek ki sorunun kaynağı biziz. Öyle ise, toplum olarak yaşadığımız bütün bu olumsuzluklardan kurtulmak yine elimizde.

Vatandaşlar olarak, başımıza yönetici seçerken, “inadına” veya “futbol takımı tutar gibi” değil, ehliyet ve liyakat sahibi sözü ve özü doğru, dürüst, adil ve ahlaklı olan kişileri seçmeliyiz.

“… Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez…” (Rad 11)

“İnsanlardan iki sınıf  var ki, onlar salâha ererse insanlar da salâha erer; onlar fesada girerse insanlar da fesada girer: âlimler ve âmirler/yöneticiler.” (bk. Kenzu’l-ummal, 10/191)

Bu yozlaşma ve çürümüşlüğe, şahıs ve kanun devleti yerine, hukuk devleti olmakla, hukuk önünde herkesi eşit tutmakla ve her alanda adaletli sağlamakla başlayabiliriz.

Ve gelecekte yaşayacaklarımız, ayeti kerimede belirtildiğinden farklı olmayacaktır.

“İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm 39)

Vesselam