Hayatı

1243/1831 yılının sonlarında İstanbul –Eyüp’te doğdu. Asıl adı Mehmed Ârif’tir. Babası Eyüp Mahkeme-i Şer’iyyesi başkâtiplerinden Ebûbekir Efendi’dir. Sıbyan Mektebi’nde mûsikîye olan kabiliyeti ve sesinin güzelliğiyle dikkati çekti. Onun bu özellikleri ilk olarak aynı mektebin kalfalarından, (geleceğin büyük mûsikî üstâdı) Mehmed Zekâî (Dede) tarafından sezildi ve ilk mûsikî bilgilerini ondan aldı. Daha sonra Şâhinbeyzâde Mehmed Bey ve Hamâmîzâde İsmail Dede’den dersler aldı. Mektebi bitirdikten sonra (1844) hocası Mehmed Bey’in delâletiyle Bâb-ı Seraskerî (günümüzde Millî Savunma Bakanlığı) kalemlerinden birinde kâtip yardmcısı olarak görev aldı. Bu arada irâde-i seniyye ile Muzika-i Hümâyun’un Türk mûsikîsi bölümüne alınan Ârif Bey burada, Saray Fasıl Topluluğu serhânendesi Hâşim Bey’den de meşketme imkânı buldu. Bu dönemde Sultan Abdülmecid Han’dan çok yakın ilgi gördü ve yirmi yaşlarında ona mâbeyinci oldu. Uzun süre Harem-i Hümâyun’da meşk hocalığı yapmasının ardından Muzika-i Hümâyun’dan ayrılıp Şûrâ-yı Devlet (günümüzde Danıştay)’te kâtiplik ve Beykoz’da Maliye Müdürlüğü görevlerinde bulundu ise de II. Abdülhamit’in tahta çıkışının ilk yıllarında yeniden Muzika-i Hümâyun’a alındı ve hayatının sonuna kadar bu görevini sürdürdü. 28 Haziran 1885 tarihinde Muzika-i Hümâyun’daki odasında kalp krizinden vefat etti. Beşiktaş’taki Yahya Efendi Dergâhı hazîresine defnedilmişse de bugün bu hazîrede onun mezar taşına maalesef rastlanılmamaktadır.

İslam Düşünürleri

Mûsikî Sanatındaki Yeri

Herhangi bir enstrüman çalmadığı, hatta nota yazısını dahi öğrenmediği halde özellikle bestekârlık dehâsı ve sesinin güzelliği ile Hacı Ârif Bey, XIX. yüzyılın mûsikîşinasları arasında müstesna bir yere sahip olmuştur. “Şarkı” formunda açtığı çığırla ritim çeşitliliği, melodi renkliliği ve zenginliğinin ön plana geçtiği eserlerinde; sanatından hiçbir şey kaybetmeden, her düzeyde insana hitap etmiştir. Geçmiş dönem bestelerindeki “terennüm”lere yer verilmeyen Hacı Ârif Bey’in şarkılarında yeni bir yapılanma dikkati çeker. Onun ruhunda, zengin ve kıvrak motiflerle süslü, usûl geçkileri bulunan uzun güfteli şarkılar besteleme zevki hâkimdir. Bu yönüyle kendisinden sonraki hemen bütün şarkı bestecilerini etkilemiş, yüzyılın ikinci yarısına ait pek çok beste ve semâîde, hatta bazı ilâhi ve tevşîhlerde bile onun şarkı üslubu hissedilmiştir. Prens Saîd Halim Paşa’nın “Şarkılar, Hacı Ârif Bey’den sonra şarkı oldu. Ondan evvel beste halinde idi” ifadesi, onun üslup ve tavrının açık bir izahıdır. Hacı Ârif Bey’in çok süratle beste yaptığı söylenir. Sultan Abdülaziz’in, bestelemesi için kendisine gönderdiği bir şarkı güftesini, bir saat içinde yedi ayrı makamda besteleyip padişahın beğenisini kazandığı; bir gece uykusu kaçtığında sabahsa kadar yedi tane karcığar makamında şarkı bestelediği nakledilir. Şarkılarının güftelerinin bir kısmı kendisine ait olmasına rağmen çoğunun güftesi yakın dostu Mehmed Sâdi Bey tarafından kaleme alınmıştır. Klâsik anlayışın ötesinde, his ve duygunun daha fazla önem kazandığı, şâirâne ifadeler arama akımı demek olan “romantizm”, Hacı Ârif Bey’in şarkılarında üstün seviyede kendini gösterir. Sultan III. Selim, Hamâmîzâde İsmail Dede, Şâkir Ağa vd. gibi ondan önceki bestekârların başarılı şarkıları göz önüne alındığında Ârif Bey, şarkı formunun gerçek anlamda “ihyâ edicisi” kabul edilmelidir. 1000’in üzerinde şarkı ve 100 civarında ilâhi ve çeşitli formlarda eser bestelediği ifade edilmesine rağmen bunlardan ancak 400’e yakını günümüze ulaşabilmiştir.

Hacı Ârif Bey terkîp ettiği “kürdîlîhicazkâr” makamı, düzenlediği sekiz zamanlı “müsemmen/katikofti” adlı usül ile unutulmaya yüz tutmuş “karcığar” makamını yeniden canlandırmasıyla, mûsikî nazariyatı sahasında da söz sahibi olduğunu ortaya koymuştur. Ses güzelliği ve üstün mûsikî kabiliyeti, kuvvetli bir hâfıza ile birleşince “hânende Hacı Ârif Bey” profili ortaya çıkıyor. Muzika-i Hümâyun’un “fasl-ı atîk” kadrosunda yer alan Hacı Ârif Bey, okuyuşundaki özel tavrı ile tanınmıştır. Sultan Abdülaziz zamanında, İran Şâhı Nâsıruddîn’in İstanbul’a yaptığı ziyaretlerinde Hacı Ârif Bey’in, Beylerbeyi Sarayı’nda Hâfız-ı Şîrâzî’nin mısraları üzerine okuduğu gazeli çok beğenen şah, duyduğu memnuniyeti, dördüncü rütbe şîr-i hurşîd nişanı göndererek ifade etmiştir. Ayrıca kendisinden önceki diğer padişahlar kadar Türk mûsikîsine ilgi duymamasına rağmen Sultan II. Abdülhamid’in, Hacı Ârif Bey’in şarkılarından ve okuyuşundan büyük keyif aldığı söylenir.

XIX. yüzyılın son çeyreğinde, seri/diziler halinde başlayan nota yayımcılığına paralel olarak güfte mecmuası, repertuar ve antoloji çalışmaları hız kazanmaya başladı. Hacı Ârif Bey de bu çalışmalara, Mecmûa-i Ârifî adını verdiği bir güfte mecmuası tertip ederek katıldı (İstanbul 1290 [1873]). 

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu