Hayatı

Tanzimat edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Ziyâ Paşa, 1829 yılında İstanbul’da Kandilli’de dünyaya geldi. Babası, Galata Gümrük kâtiplerinden Feridun Efendi, annesi Itır Hanım’dır. Asıl adı "Abdülhamid Ziyâeddin" olan Ziyâ Paşa, Beyazıt Rüşdiyesi’ni bitirir ve sonrasında aldığı özel derslerle Arapçasını ve Farsçasını geliştirir. Bir süre Sadâret Mektub-ı Kalemi’nde çalışır ve burada Fatin Efendi’den aruz öğrenir. 1856 yılında Sadrazam Mustafa Reşit Paşa vasıtasıyla sarayda Mâbeyin Katipliği’ne atanır. Burada Fransızca öğrenerek Batı kültürünü ve edebiyatını yakından tanımaya başlar. Arkadaşı İbrahim Edhem Paşa’nın Fransızcadan çevirmeye başladığı Endülüs Tarihi’nin tercümesini onun teşvikiyle tamamlar ve arkasından Engizisyon Tarihi’ni tercüme eder. Hâmisi Mustafa Reşid Paşa’nın 1858’de ölümü üzerine saraydaki itibarı biraz sarsılsa da Haziran 1861’de Sultan Abdülaziz’in tahta çıkışıyla birlikte padişaha sunduğu kasidelerle tekrar göze girmeyi başarır. Ancak Âlî Paşa ile anlaşamadığı için saraydan uzaklaştırılır. Bu dönemde Âlî Paşa aleyhine yaptığı hareketleri dikkat çekerken Paşa’nın azli sonrasında yerine gelen Fuad Paşa döneminde de sabırsızlığı ve yükselme hırsı yüzünden önce Mâbeyn’den sonra İstanbul’dan uzaklaştırılır. Bir süreliğine Kıbrıs mutasarrıfı olarak görev yapar, ancak oğlunun sağlık sorunlarını ve babasının ölümünü öne sürerek İstanbul’a geri döner. Bir müddet sonra Amasya mutasarrıflığına tayin ettirilir. Amasya’da kaldığı süre boyunca önemli bir imar hareketine girişir, halkın sevgi ve saygısını kazanır. Amasya’nın merkezine ve beş kazasına altı hükümet konağı, altı mektep, bir idâdî, altı saat kulesi, bir hapishane binası, bir bedesten ve iş yerleri inşa ettirir, ayrıca şehir merkezinde yeni yollar açtırır. “Amasya ıslahatları” olarak anılan bu faaliyetleri bir kısım eşrafın çıkarına dokunduğu için kendisi hakkında söylentiler yayılır. Buradan ayrılır ve bir süre Canik mutasarrıfı olarak görev yaptıktan sonra Ekim 1865’te Meclis-i Vâlâ âzalığı ile tekrar İstanbul’a döner. Muhbir gazetesinde Bâbıâli’nin iç ve dış politikalarını açıkça eleştiren yazılar yazmaya başlar. Bu dönemde Bâbıâli, memurların gazetecilik yapmasını hoş karşılamaz ve Ziya Paşa açıktan bu fikre karşı çıkar. Bu esnada meşrûtiyeti getirmek maksadıyla gizlice kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne Muhbir’deki yazılarıyla iştirak eder. Bu durum anlaşılınca da Mustafa Fazıl Paşa’nın davetlisi olarak Paris’e kaçar (1867). Avrupa’da bulunduğu süre içerisinde Yeni Osmanlılar davasını üstlenen Ziyâ Paşa, 1868 yılında Londra’ya geçerek Namık Kemal ile Hürriyet gazetesini yayımlar. Namık Kemal’in İstanbul’a dönmesinin ardından, doğrudan doğruya Âlî Paşa’yı hedef alan ve ağır suçlamalarda bulunan makaleler yayımlamaya başlar. Hâmisi Mustafa Fazıl Paşa, Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahati sırasında kendisiyle anlaşır ve cemiyet mensuplarına verdiği maddi desteği geri çeker. Bundan sonra Ziyâ Paşa, Mustafa Fâzıl Paşa’nın siyasî rakibi Hidiv İsmâil Paşa’yı öven yazılar yazmaya başlar. Nâmık Kemal’in İstanbul’a dönmesinin ardından Avrupa’da kalan cemiyet mensuplarından sadece Reşad ve Nuri beylerle ilişkilerini sürdürür.

Âlî Paşa’nın ölümünün ardından yeni sadrazam Mahmud Nedim Paşa aracılığıyla Sultan Abdülaziz’e sunduğu bir kasidenin yumuşattığı havadan yararlanıp 1872 yılında İstanbul’a döner. Ancak bir süre sonra gençlik yıllarından itibaren kendisine büyük bir sevgi beslediği ve bağışlanmasını sağlayan Mahmud Nedim Paşa tarafından görevinden azledilir. II. Abdülhamid’in tahta çıkışından sonra padişah tarafından Nâmık Kemal’le birlikte bir süre Kânûn-ı Esâsî Encümeni’nde görevlendirilir. Bu dönemde saray tarafından “pek ziyâde hâris-i ikbâl” olarak görülür. II. Abdülhamid’in, Doksanüç Harbi’ni bahane ederek Şubat 1878’de Meclis-i Meb‘ûsan’ı süresiz kapatmasından kısa süre önce İstanbul mebusluğuna aday olacağı söylentileri üzerine vezir rütbesi ve paşa unvanıyla Suriye valiliğine tayin edilir (1877). Buradaki görevinde hem Müslüman hem de Hıristiyan ve Yahudi tebaa ile arası açılır ve altı ay gibi kısa bir süre sonra 1878 yılında Adana valiliğine tayin edilir. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin üyelerinden olduğu için sürekli sürgün hayatı yaşayan Ziya Paşa, 17 Mayıs 1880’de Adana’da siroz hastalığı nedeniyle vefat eder. Tanpınar’ın da belirttiği gibi Ziya Paşa’nın “velveleli ömrü” mizacı ile ihtirasları ve fikirleri arasında perişan olur, bütün hayatı ve eserleri tıpkı yaşadığı devir gibi acayip bir ikilik içerisinde geçer.

İslam Düşünürleri

Öğretisi

Ziyâ Paşa çağdaşı olduğu Şinasi ve Namık Kemal gibi Tanzimat edebiyatının önde gelen yazar ve şairlerindendir. Ancak modern Türk edebiyatına şiirlerinden çok düşünceleriyle katkı sağlar. Edebiyatçı kimliğine ek olarak yaşadığı devrin aydın sorumluluğunu da üstlenmiş, memleketin içine düştüğü kötü gidişatı durdurmak üzere fikirsel bir arayış ve siyasî bir mücadele içerisine girmiş, eserlerini de bu temayül doğrultusunda şekillendirmiştir. Tanzimat’ın “ikilik” halinin bireylerde oluşturduğu Doğu-Batı/eski-yeni çatışmasının izleri onun hem hayatında hem de eserlerinde görülür. Düşünsel olarak Batı’nın yanında olmakla birlikte, duygusal olarak “buraya” ait olan değerlerden vazgeçmez.

Küçük yaşlardan itibaren şiire ilgisi olan Ziyâ Paşa Harabat mukaddimesinde ilk şiir zevkini lalasından aldığını söyler. Bu yaşlarda halk edebiyatı sanatçılarıyla ve eserleriyle tanışır ve böylece şiir zevkini halk edebiyatı ile beslemiş olur. İlerleyen yaşlarda ise Divan edebiyatına ilgi duymaya ve bu türde şiirler yazmaya başlar. Ancak Divan şiirine olan bağlılığını 1868 yılında Londra’da iken yayımladığı Hürriyet gazetesinde yazmış olduğu Şiir ve İnşa makalesinde koparmaya çalışır.

Hayatta iken daha ziyade Tercî-i Bend (1859) ve Terkîb-i Bend manzumeleriyle şöhret kazanır. Tercî-i Bend şiirinde felek, kader, tabiat, aklın yüce olanın karşısındaki yetersizliği gibi konuları işlerken, Divan şiirinin kaynaklarından ve hayal dünyasından istifade eder. Nitekim bu eserin Türk şiirinde Nâbî’den beri devam eden bir geleneğin son halkası olduğu ileri sürülür. Terkîb-i Bend şiirinde ise vali olarak yaptığı seyahatlerin de etkisiyle halkın karşılaştığı sorunları bir “adalet fikri” bağlamında işler. Böylece insana dair sorunların mesuliyetini üstlenmiş olur.

Ziya Paşa’nın edebî şahsiyetinin oluşmasında nazımları öne çıkarken, mensur eserlerinde siyasî dehasıyla edebî yeteneğini buluşturduğu görülür. Edebiyat eleştirisine en büyük katkısı Hürriyet gazetesinde 1869 yılında yayımladığı Şiir ve İnşa makalesi ile Harabat mukaddimesidir. Başka bir deyişle Ziya Paşa edebiyatımız hakkında iki defa ayrıntılı bir şekilde konuşur ve bu yazıları onu Türk edebiyatının en büyük yol açıcılarından biri yapar. Şiir ve İnşa makalesinde Divan edebiyatını sorgular ve Divan edebiyatının ünlü şairleri Necâtî Bey, Bâkî ve Nef‘î’nin divanlarındaki manzumelerle Nedîm’in ve Enderunlu Vâsıf’ın şarkılarını bu anlayış doğrultusunda Türk şiiri kabul etmez. Buna karşılık Türk edebiyatının kaynaklarının halk edebiyatında aranması gerektiğini savunur ve ilk defa gerçek Türk şiirinin halk şiiri olduğunu ileri sürer. Divan şiirini taklitçi olmakla itham ettiği bu makaleyle birlikte edebî anlamda yeniliğe açık bir tavra sahip olduğunu gösterir. Ancak Tanzimat döneminin yarattığı “ikilik” hali, Ziyâ Paşa’nın edebî kişiliğine de yansır ve fikirlerinin Harabat (1874) mukaddimesinde tamamıyla değiştiği görülür. Bu makalede Şiir ve İnşâ’da eleştirdiği Divan şairlerinden Necâtî Bey ile Ahmed Paşa’nın ve Zâtî’nin Türk dilinin temellerini attıklarını söylemesi, buna karşılık halk şairlerinin eserlerini eşek anırmasına (nühak) benzetmesi, Nâmık Kemal ile birlikte yeni edebiyatı savunan yazarlar tarafından uzun süre ağır biçimde eleştirilmesine yol açar. Namık Kemal, “Eskiyi hortlatmışsın, onu beraber gömmeye azmetmiştik” diye kendisini eleştirir ve ona cevaben Tahrib-i Harabat ve Takib-i Harabat adlı eserlerini kaleme alır. Kısacası teknik olarak Divan şiiri kalıplarına bağlı kalan, eserlerinde eski edebiyatın mazmunlarını ve hayal dünyasını işleyen Ziyâ Paşa, bu yönleriyle kimi eleştirmenler tarafından modern Türk edebiyatının tam bir temsilcisi olarak görülmez.

Siyasî Görüşleri

Ziya Paşa’nın Bâbıâli ile sürekli bir siyasî mücadele içerisinde olduğu görülür. Bunun dışında siyasî ve fikrî içerikli makalelerinde Avrupa’da edindiği tecrübenin izlerine de rastlanmaktadır. Özellikle Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazılarında hak, hukuk, adalet, kanun hakimiyeti ve eşitlik gibi, çoğu Tanzimat Fermanı ile birlikte Osmanlı toplumunun gündemini meydana getiren belli başlı meseleler üzerinde durduğu görülür. Ziya Paşa’nın siyasî mücadelesinde önemli yeri olan eserlerinden biri Zafernâme, diğeri de Rüyâ’dır. Oldukça şiddetli siyasî bir hiciv olan Zafernâme’de ve Rüyâ’da devrin sadrazamı Âlî Paşa’yı hedef alır. Ziya Paşa bu eserlerinde, Hürriyet’te Paşa aleyhine yayımladığı makalelerinden daha şiddetli bir şekilde devrin siyasî tablosunun meydana getirdiği sorunlara karşı çıkar.

Tanpınar’ın, “Ziya Paşa, ikinci Tanzimat devri aydınının en tipik numunesini verir. Bütün hayatı ve eseri tıpkı devri gibi acayip bir ikilik içindedir.” şeklinde özetlediği bu tezadın sebebini, onun zaman zaman değişen siyasî hayatındaki dalgalanmalarda aramak pek de yanlış olmaz. Rıza Tevfik, memlekete doğrudan doğruya meşrutî bir rejim getirmek amacıyla kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti mensubu olarak dört beş yıl Avrupa’da bulunması dolayısıyla Ziya Paşa’nın adının Şinasi, Nâmık Kemal ve Abdülhak Hâmid’le birlikte anılmasının isabetli olmadığını söylese de Ziya Paşa özellikle bir kısım manzumeleriyle yenileşme dönemi Türk şiirinde felsefî düşüncenin ilk tohumlarını atmış olması bakımından ayrı bir önem taşır.

Temel Soruları

  • Türk milletinin gerçek anlamda saf bir dili var mıdır?

  • Türk edebiyatının temelini ne oluşturmaktadır?

  • Halk şiirinin Türk şiiri içerisindeki konumu nedir?

  • İslam kültürüne ve medeniyetine ait unsurlar ile Batılılaşma meselesi arasında nasıl bir ilişki kurulabilir?

Öne Çıkan Eserleri

  • Eş‘âr-ı Ziyâ: Külliyât-ı Ziyâ Paşa, İstanbul 1924.

  • Tercî-i Bend: haz. Hüseyin Yorulmaz, İstanbul 1992.

  • Terkîb-i Bend: haz. Hüseyin Yorulmaz, İstanbul 1992.

  • Zâfernâme: haz. Fikret Şahoğlu, İstanbul, 1975.

  • Rüyâ: İstanbul 1910.

  • Harâbât: İstanbul 1874-1875.

  • Endülüs Tarihi: nşr. Yasemin Ödük, Kâzım Masumi ve Fatma Şahin, İstanbul 2004.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu