Kaya, Grup Toplantısı'nda şunları dile getirdi: 

Dün bu Meclis çatısı altında bir utanca bir hukuksuzluğa imza atıldı. Bu utancın ve bu hukuksuzluğun iki baş mimarı vardı.

Biri Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş diğeri de görevli Meclis Başkanvekili Sayın Bekir Bozdağ.

Siyasette yola çıkarken ettikleri büyük lafları, geçmiş mücadelelerini adeta çöpe atarak bir anayasa tanımazlığa birlikte imza attılar. Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş bu filmde talimat alan baş aktördü. Sayın Bekir Bozdağ da bu filmde anayasayı çiğneme ihalesi üzerine kalan aktördü. 

Maalesef ikisi de bu oyunda mahcup birer oyuncuydu. Sayın Numan Kurtulmuş mahcubiyetinden yurt dışına kaçmış ve bir dizi temas adı altında bu anayasayı imha eden bombayı Sayın Bekir Bozdağ’ın eline tutuşturarak soluğu yurt dışında almıştı. Sayın Bekir Bozdağ da ihale üzerine kalan Meclis Başkanvekili olarak tam bir görev adamı olarak duygularını, inandığı değerleri bir tarafa bırakarak bu ihalenin gereğini mahcup bir şekilde yerine getirdi. Bütün itirazlara ve TBMM’de çalışma ortamı kalmamış olmasına rağmen mahcup bir şekilde vazifesini ifa ederek gündemi tamamlamadan meclisi kapatıp adeta kaçarak genel kurulu terketti.

Ama emin olun bu utanç her ikisinin de yakasını ister yurt dışına gitsinler ister yurt içinde kalsınlar bırakmayacaktır. Bu günler gelir geçer ama bu hukuksuzluklar ve utançlar sahiplerinin boyunda bir yük olarak geleceğe taşınır.

Sayın Numan Kurtulmuş; hani size 17/25 yolsuzluk operasyonlarının baş mimarlarından olan ve daha sonra Amerika’da itirafçı olarak hayatına devam eden Rıza Zarrab’a İhracat Şampiyonu diye ödül verdirip onunla fotoğraf çektirerek yolsuzlukla mücadele algınızı yerle bir etmişlerdi ya ! İşte dün de Anayasayı yok sayma işini yine size yaptırarak, demokrasi, ösgürlük, hukuk devleti iddianızı da yerle bir ettiler.

Artık bize yeni ve sivil bir Anayasa yapalım diye gelmenize gerek yok. Uğruna Anayasayı bile çiğnemeyi göze aldığınız o makamın keyfini çıkarın. Boşverin süslü lafları. Nasıl olsa bu anayasayı yok sayan göreviniz ile ikinci dönem de Meclis Başkanlığı'na seçilme hakkını şimdiden elde ettiniz. Ama maalesef ne çok şey kaybettiğinizi zaman ile göreceksiniz İddianız idealiniz bittikten sonra Meclis Başkanı olsanız ne olur olmasanız ne olur. Onun için makamınızın keyfini çıkarın lütfen, aman ha iyi saatte olsunları da rahatsız etmeyin.

Maalesef sizler bu hukuk tanımaz davranışlarınız sebebi ile sadece kendi iddialarınızı tüketmiyorsunuz. İçinden çıktığınız koca bir camianın omuzlarına da bu yükü, alınlarına da bu kara lekeyi çalıyorsunuz. İşte biz Saadet Ve Gelecek Partililer olarak bu iddiayı bu idealleri sizin şahsi hırslarınıza kurban etmemek için buradayız. Bu mücadele tarihini sizin şahsi emellerinize kurban etmemek için buradayız.

Uzun uzun Can Atalay kararının süreçlerini burada anlatmayacağım. Ama yapılmak istenen şey nedir biliyor musunuz? Bizzat demokrasi, hukuk insan hakları diye yola çıkanlara, hukuksuz kararlara ve vesayet odaklarına karşı mücadele etmekle övünenlere bugün otoriter bir rejimi bizzat inşa ettiriyorlar. Dün mücadele ettiğiniz her kötülüğü bugün AK Partililer olarak sizlere yaptırıyorlar. Bu yeni otoriter rejimi bizzat size inşa ettirdikten sonra da sizi de tasfiye ederek bu otoriter rejimi sizden daha iyi işletecek bir aktöre bu ülkeyi yönettirmek istiyorlar. İşte asıl o zaman eyvah kazanımlarımız diye feryat edeceksiniz ama korkarım ki iş işten geçmiş olacak!

Buradan AK Parti'deki vicdan sahibi milletvekilleri ile yöneticilere sesleniyorum. Bu dönüştürülmek istendiğiniz canavar siz olmamalısınız. Bu duruma en çok siz karşı çıkmalısınız. Biz vazifemizi yapıyoruz ve demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden, adaletten yana tavır koyuyoruz. Korktuklarınız varsa korkularınızdan emin kılacak bir destek ve mücadele için işte buradayız. Yeter ki bu canavara dönüşmeyi reddedin. Gelin hukukun, adaletin, vicdanın yolunu hep birlikte açalım.

Müsadenizle sözlerimin bu kısmında Anayasa Mahkemesi Başkanının bir konuşmasından alıntılar yaparak bugünkü durumu değerlendirmek istiyorum.

Bilindiği üzere devlet kurallar, kurumlar ve kişiler bütünüdür. Devletin temeli bağlayıcı kurallardan oluşan hukuktur.  Bu kuralları ihdas etme, uygulama ve ortaya çıkan uyuşmazlıkları karara bağlama görevi kurumlara aittir. Bu anlamda modern devletlerde kurumlar yasama, yürütme ve yargıdan oluşmaktadır.

Kişiler ise hem devletin en önemli unsuru olan halkı (yönetilenleri) hem de onun içinden çıkan ve kamu gücü kullanan yöneticileri kapsar. Devletin kurumlarında görev yapan kişilerin kalitesi, kuralların ve kurumların kalitesini belirleyecektir. Onun için liyakat, onun için ehliyet, onun için emaneti ehlime vermekten bahsediyoruz. Bu anlamda devletin hukuk devleti olarak varlığını sürdürmesi, kurallar, kurumlar ve kişilerin insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi değerleri benimsemesine ve hayata geçirmesine bağlıdır.

Kurallar, kurumlar ve kişilere yönelik kalite konusu karşımıza Akıl, ahlak ve adalet kavramını çıkarır.

Akıl doğruyu yanlıştan, faydalı olanı zararlıdan ayırma kabiliyetidir. Akıl insanlarda olduğu gibi devlet aklı diye tabir edilen şekli ile devletlerde de olur. Akıl rasyonel olan yolu izlemektir. Yani bir işin sonunu düşünmektir. Akıl aynı zamanda vesayet altında olmamayı, tercihlerini kendi iradenizle yapabilmeyi ve özgür olmayı gerektirir. Bu da cesareti gerektirir.

Aklını kullanmak başkalarının sizin yerinize düşünmesine ve aklınıza ipotek koymasına asla izin vermemektir. Lideriniz, grup başkan ve başkanvekilleriniz tarafından dayatılan ambalajlanmış doğruları değil, sorguladığımız ve muhakeme süzgecinden geçirdiğimiz doğruları tercih etmektir.

Akıl sahibi olmak, aynı zamanda ahlaki ilkeleri benimsemeyi gerektirir. Akıllı kişi ahlaklı kişidir. Bu bağlamda en temel ahlaki ilke “İnsan olmak ve insan kalabilmektir."

İnsan olmak nedir ? İnsan olmak, kendimize hak gördüğümüzü başkası için de hak olarak görmeyi, kendimize yapılmasını istemediğimizi başkalarına reva görmemeyi gerektirir. İnsan olmak, insanı, amaçlarımızın ya da menfaatlerimizin aracı olarak değil, onu kendi içinde amaç ve kendinde değer olarak kabul etmeyi gerektirir. İnsan olmak, bizden farklı olanı da insan olarak kabul etmeyi gerektirir.

İnsan kalabilmek nedir ve neyi gerektirir? İnsan kalabilmek de zor zamanda adaleti savunmayı ve hakkı tutup yüceltmeyi gerektirir. İnsan kalabilmek, size en büyük zulmü yapanlara, mabetlerinizi bombalayıp çocuklarınızı ve kadınlarınızı katledenlere, geçmişte size haksızlık ve hukuksuzluk yapanlara bile karşı Aliya gibi “Onlar bizim öğretmenimiz değil, düşmanlarımıza tek borcumuz adalettir.” diyebilecek bir asil duruşu sergilemeyi gerektirir.

Kuşkusuz, her şeyin ve herkesin üzerinize geldiği bir ortamda, kalabalıklara karşı durarak insan olmak da insan kalabilmek de kolay değildir. İşte Saadet Ve Gelecek Partililer olarak bütün bu çabalarımız ve gayretlerimiz insan olmak ve insan kalabilmektir.

Akıl ve ahlakın yanında üçüncü değer de adalettir. Adalet toplumun en temel erdemi, onun örgütlü şekli olan devletin de temelidir. “Adalet mülkün temelidir.” sözü adliyelerin duvarlarını süslemek için değil bir devletin esası olarak benimsenmelidi.

Adaletin tesisi de kolay değildir. Zira adalet söz değil davranış, söylem değil eylemdir. Bu da her şeyden önce vesayet altında olmayan bir aklı ve kirlenmemiş hür bir vicdanı gerektirir. Adaleti büyük düşünür Mevlana her şeyi yerli yerine koymak olarak tanımlamıştır. Bunu günümüzün hukuk diline çevirdiğimizde adalet, en genel anlamda “herkese hakkını ve hak ettiğini vermek”tir. Dolayısıyla insanın temel haklarının korunması adaletin ete kemiğe bürünmüş hâlidir.

Ülkemizde bu konuda atılmış en önemli adımlardan biri 2010 anayasa değişikliğiyle bireysel başvurunun kabul edilmesidir. Anayasa koyucu biri ilkesel diğeri de pratik olmak üzere iki temel gerekçeyle bireysel başvuruyu kabul etmiştir.

İlkesel gerekçe temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunması, bu konudaki standardın yükseltilmesiydi. Bireysel başvurunun getirilmesindeki pratik gerekçe ise hak ihlali iddialarının ülke sınırları içinde ele alınmasını sağlamak, bu suretle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) ülkemiz aleyhine yapılan başvuru ve verilen ihlal sayısını azaltmaktı.

Anayasa değişikliği gerekçesinde ifade edildiği üzere bireysel başvuruyla birlikte “Anayasa Mahkemesine, özgürlükleri koruma ve geliştirme misyonu” yüklenmiştir.

Anayasa Mahkemesine 23 Eylül 2012’den bu yana toplam 580 bin civarında başvuru yapılmış, bunun 485 bin kadarı yani yaklaşık yüzde 84’ü sonuçlandırılmıştır.

Diğer yandan Anayasa Mahkemesi şu ana kadar toplam yaklaşık 74 bin ihlal kararı vermiştir. Bunun yaklaşık 57 bini makul sürede yargılanma hakkına ilişkindir. Geriye kalan 17 bin kadar ihlal kararının ilk üç sırasında adil yargılanma hakkı (%24,7), mülkiyet hakkı (%24,5) ve ifade özgürlüğü (%23,9) bulunmaktadır. 

Bireysel başvurunun başarılı ve etkili bir hak arama yolu olarak yoluna devam etmesi ihlale neden olan yapısal sorunların çözümlenmesine, ihlal kaynaklarının ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Bunun için ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmesi, bilhassa da yeniden yargılamaya ilişkin olarak verilen kararların uygulanması hayati derecede önemlidir.

Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararlarına uyulmamasının gerekçesi olarak iki gerekçe ileri sürülmektedir.

Birincisi, adli ve idari yargı sisteminde nihai ve bağlayıcı kararları verme yetkisinin ilgili yüksek mahkemelere ait olduğu, dolayısıyla kesinleşmiş kararları ortadan kaldırmaya yönelik ihlal kararları verilemeyeceği ileri sürülmektedir. Bu görüşün anayasal veya yasal hiçbir dayanağı olmadığı gibi bireysel başvuru kurumunun doğasıyla da bağdaşmaz.

Anayasa’nın 148. maddesine göre bireysel başvuru kural olarak olağan kanun yolları tüketildikten, başka bir ifadeyle nihai karardan yani temyize tabi bir karar ise temyizden de sonra kullanılabilen bir hak arama yoludur. Anayasa koyucunun 148. maddeye ilişkin gerekçesinde de “Bireysel başvuru ya da anayasa şikâyeti, kamu gücü tarafından, temel hak ve özgürlükleri ihlâl edilen bireylerin başvurdukları olağanüstü bir kanun yolu olarak tanımlanmaktadır”.

Kendini yere atan AK Partili meclis üyesi hakkında disiplin soruşturması Kendini yere atan AK Partili meclis üyesi hakkında disiplin soruşturması

Diğer yandan adli ve idari yargıda temyiz incelemesinden geçtikten sonra yapılan başvurularda ihlale karar verildiğinde ihlalin ve sonuçlarının giderilmesi çoğu kez yeniden yargılama sürecinin başlatılmasını ve kesinleşmiş kararın kaldırılmasını gerektirmektedir.

Uygulamada bu konuda da genel olarak sorun bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin makul süre yargılamaları dışında verdiği 17 bin civarındaki ihlal kararının çok büyük bir kısmını -yaklaşık %60’ını- temyizden geçerek kesinleşen kararlar oluşturmaktadır.

İhlal kararlarına uyulmamasının bir diğer gerekçesi olarak mahkemeler arasındaki çatışma yani “yorum farklılığı” gösterilmektedir. Elbette, yüksek mahkemeler dâhil kamu gücü kullanan tüm organlar Anayasa’yı yorumlama yetkisine sahiptir. Dahası kamu gücü kullanan tüm organlar anayasal ve yasal hükümlere uygun olarak karar vermek durumunda olduklarından doğal ve zorunlu olarak Anayasa’yı yorumlamaları gerekebilmektedir.

Ancak bu yorumların yol açtığı uyuşmazlıklar norm denetimi veya bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine taşındığında Anayasa’yı nihai ve bağlayıcı şekilde yorumlayarak uyuşmazlığı karara bağlama yetkisi Anayasa Mahkemesine verilmiştir.

Tam da bu nedenle Anayasa’nın 153. maddesi Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını özel olarak düzenlemiştir. Buna göre Anayasa Mahkemesi kararları kesindir ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri, kısacası herkesi ve her kurumu bağlar.

Anayasa Mahkemesi, bir konuda karar verdikten ve son sözü söyledikten sonra katılmasak da buna uymak zorundayız. Bir yargı kararına katılmamak farklı, ona uymamak farklıdır. Birincisi meşru, ikincisi ise meşru değildir. Mahkeme kararları hatasız veya doğru olduğu yahut beğendiğimiz için değil, mahkeme kararı olduğu için uygulanmak zorundadır.

Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin nihai ve bağlayıcı kararından sonra artık mahkemeler ya da anayasal organlar arasında ortaya çıkabilecek görüş, yorum veya yaklaşım farklılıkları sadece eleştiri konusu olabilir. Ancak bu farklılıklar Anayasa Mahkemesi kararının icra edilmemesinin hiçbir şekilde gerekçesi olamaz.

Anayasa ve kanunlarda uyuşmazlıkların nasıl karara bağlanacağı belirtilmiştir. Bu çerçevede anayasal uyuşmazlıklar söz konusu olduğunda Anayasa Mahkemesinin konumu uyuşmazlığı çözen karar mercii iken diğer kamu makamlarının konumu uyuşmazlığın tarafı olmaktan ibarettir. Herhangi bir yargısal uyuşmazlıkta tarafların yorumunun uyuşmazlığı çözen mahkemenin yorumundan üstün olduğu düşünülemeyeceği gibi bunun en temel hukuk mantığıyla bağdaştırılması da mümkün değildir.

Öte yandan Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere Anayasa hiçbir kurum veya kişiye Anayasa Mahkemesinin kararlarını Anayasa’ya uygunluk konusunda denetleme görevi vermemektedir. Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ve uygulanması konusunda Anayasa’nın 153. maddesinde veya başka herhangi bir maddesinde yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlara ait herhangi bir takdir yetkisine veya istisnaya yer verilmemiştir.

Kısacası Anayasa ve kanunların açık hükümleri karşısında Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmamasının hiçbir gerekçesi ve geçerliliği olamaz.

Bireysel başvuruda verilen ihlal kararlarına uyulmamasıyla verilen zarar sadece başvurucuların haklarından mahrum bırakılmasıyla sınırlı değildir. İhlal kararlarının icra edilmemesi, aynı zamanda ülkemiz için büyük bir kazanım olan bireysel başvuru yolunu etkisiz kılabilecek nitelikte vahim bir olaydır.

Bir mahkemenin veya kişi ya da kurumun, bireysel başvurulara ilişkin olarak nihai ve bağlayıcı kararlar verme yetkileriyle donatılmış bir anayasa mahkemesinin yetkilerini sorgulaması, hukuk devleti ve hukuki güvenlik temel ilkelerine aykırıdır”.

Dolayısıyla 2012 yılından bu yana etkili ve başarılı bir hak arama yolu olarak uygulanan bireysel başvurunun etkililiğini kaybetmesi ihtimali bile başta milletvekilleri olmak üzere ,hepimizi teyakkuza geçirmelidir. Zira bu durumda insanımızın temel hak ve özgürlüklerinin korunması bakımından büyük bir kazanım olan bireysel başvuru kurumunun zarar göreceği izahtan varestedir.

Diğer yandan Anayasa’ya aykırı her türlü tutum ve davranışın toplumun hukuka ve devlete olan güvenini sarsacağı, devlet organlarının kullandıkları gücün meşruiyetini zedeleyeceği açıktır. Devlet organlarının görev ve yetkileri, bunların denetlenmesi ve bireylerin hakları toplum sözleşmesi mahiyetindeki anayasada düzenlenmektedir. Anayasa’nın 6. maddesine göre hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.

Bu sebeple anayasal kurumların meşruiyetini zedeleyecek, ülkeyi hukuktan uzaklaştırıp kuralsızlık girdabına sürükleyecek ve her açıdan hepimize zarar verecek keyfî tutum ve davranışlardan kaçınmak ortak sorumluluğumuzdur. Aklıselimle hareket ederek ihlal kararlarının etkili icrası dâhil tüm meselelerimizi sadece hukuk zemininde kalmak suretiyle çözmek zorundayız.

Bunu başararak yüzüncü yılını geride bıraktığımız Cumhuriyet’imizi insan haklarına dayanan demokratik bir hukuk devleti olarak gelecek kuşaklara taşıma görevimizi yerine getirmiş oluruz.