Öncelikle; "Kürt babanın Türk oğlu" başlığını seçme ihtimalim olduğu veyahut "Sorun; Kürt sorunu değil Türk sorunu" başlığını tercih ettiğim için özür dilerim. Ancak sosyal medya kanununun hakim olmaya başladığı ülkemizde geçmişte yazılmasını planlandığım ancak yayımlayamadığım bir yazıyı başka türlü sunmakta neredeyse imkansızdı. Meseleyi anlatabilmek için önce uyandırmak gerekiyordu.

Bizim memleket Konya. Anam Erzurum, anamın anası Ağrı/Patnos/Hacılar, anamın babası Erzurum/Hasankale ve Pasinler/Marifet mahallesi, babam Van'ın Özalp ve Saray'dan (Mehmûdî), hatta babamın babası ve anası da Zincirkıran ve Sırımlı mahallelerinden. Ötesini hiç sormayın, yoksa Şanlıurfa ve Diyarbakır kırsalından adımlar, Mezopotamya'da kaybolabiliriz.

İşte bu çeşitliliğe bu başlık yakışmadığı için özür diliyorum aslında.

2009 yılının temmuz ayında akrabalarla Van'ı geziyoruz. Akdamar Kilisesi'nde; güvenlik görevlisine 'esselamu aleyküm' dediğim için, 'burada Türkçe konuşamazsın' diye azar işitiyorum. Büyüğümüz misafire böyle davranamazsın diye araya giriyor. Ve o güvenlik görevlisi, verilen selamın Arapça (dil) olduğunu öğrenemeden hayatına devam ediyor olmalı. Üzülüyorum böyle adamlara...

Mesela, babamla mesleğin verdiği imkanla bir televizyon programı yapmayı isterdim. Ancak Türkiye'nin bunu kaldırabileceğini düşünmediğim için hep aklımın ucunda bırakıyor, asla öteye taşımıyorum. Sanırım babama sorsak, o da aynısını söylerdi.

Mesela, Türkiye Cumhuriyeti'nin eski bir vekili olan Altan Tan, bir kitabının adını "Kürt Sorunu" koymuştu. Kendisi ile yaptığımız canlı yayında da buna karşı çıktım. Çünkü bu ifade, benim bu yazıya attığım başlık kadar yanlıştı. Çünkü bu ülkede, ne Kürt ne de Türk sorun olabilirdi. Ama Tan, babasının eziyet gördüğü cezaevinin müze olmasına karşı çıkmakla da çok ama çok o haklıydı.

Şimdi bu durum, Sayın Tan veya babam gibi geçmişte mağdur olmuş ve aile büyükleri zarar görmüş insanların haklı olduğu önemli bir husus. Tabi, haksız oldukları bir hususu da görmemezlikten gelemeyiz.

Sayın Tan ve babam gibi insanlar şöyle düşünüyor, yapılan bu zulmü Türkiye Cumhuriyeti Devleti yapmıştır. Bendeniz ise, bu ifadenin, bu ülkede nefes alan ve zulmü hissedemeyenlerce düşmanlık sebebi oluşturacağını düşünüyorum.

Örneğin; 15 Temmuz'da askeri üniformayı giyen birilerince halka zarar verildi. Şimdi, hepimizin gözleri önünde cereyan eden bu olaylara ilişkin, "Türkiye Cumhuriyeti zalimdir" diyebiliriz miyiz? Hayır. Kanatimce, zalim ve zulmedeni, bu ülkede o üniformayı giyen hainler olarak nitelendirmek daha doğru olacaktır.

Biz, sanıyorum ki, baba-oğul 7 yıl kadar, küs gibi kavgalı gibi bir hayat yaşadık. Neden? Çünkü, düşünce ikliminde çatışma yaşıyorduk. Derdimiz bir, acımız bir ama feryadımız farklı. Televizyonlarda yayınlanan filmlerin kimlik siyaseti bizi de etkilemişti. Tıpkı bugün, sosyal medya kanununun devreye girmesi gibi.

Askerlerin yer aldığı filmlerde devamlı hain olan birileri öldürülüyor, öldürülenler de Kürtçe konuşan insanlardan oluşuyordu. Bugünde, bir asker, üzerinde forması olsun olmasın bir istismara sebep oluyor, intihara sürüklenen kız kimliği ne olursa olsun Kürt olarak nitelendiriliyor.

14 yıllık bir gazeteci olarak, olayın ilk duyulduğu anda servis edilen haberin gerçeği yansıtmadığını çalışma arkadaşlarıma ifade ettim. Onlarda bu düşünceme tepki gösterdi. Bunu kamuoyuna dile getirmek o kadar zor ki. Kimse, kimseyi dinlemeden önce linç etmeyi tercih ediyor.

Örneğin, bu olayı duyuran bir gazeteci olsaydım, "Türk askerinin tecavüz ettiği 18 yaşındaki Kürt kızı intihar etti" ifadelerine başvurmak yerine; mesleği askerlik olan kişinin de gönüllü birliktelik yaşadığı ve intihar ettiği iddia edilen kişinin de ilk ifadelerini yayınlamayı tercih ederdim. Çünkü bu dosya, bir gazeteci tarafından kamuoyuna duyurulmuş olsa idi, sosyal medyada adalet arayanlar; şahısların gönüllü birliktelik yaşadığını, İ.E'nin ifadelerinin çeliştiğini, şikayet ve intihar iddiasının arasında şüpheli durumların tespit edildiğini, intihar ettiği iddia edilen kişinin de av tüfeği ile ölümünün gerçekleştiğini öğrenebilirdi.

Özetle; genç bir kızın duyguları ile hayatının karartılmasını onaylamadığım gibi, bir başkasınında dosya hakkında detaylarını bilmeyen bir kamuoyu tarafından linç edilmesini doğru bulmuyorum. Örneğin, yarın bu olayın bir cinayet olduğunu öğrenseniz, ilk tepkinizi nasıl geri alabilir, açtığınız yaraları nasıl temizleyebilirsiniz?

Hangisinin Türk hangisinin Kürt olduğunu dile getirmekle, toplumsal bir kutuplaşmayı ya da askeriyeyi veyahut devlet kurumlarını hedef almayı da tabi ki hiç ama hiç doğru bulmuyorum. Ancak, buna alet olanları da kabullenmek mümkün değil.

Şunu unutmamalıyız ki, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında birlikte yaşıyor, ülkemizin başına gelebilecek en ufak bir hadisede de yine aynı safta yer alabiliyoruz, ki aldık yine yer alırız. Umuyorum ki, dağılması için hedeflenen mevcut birlikteliğimizin, saflarını koruyabilir ve daha da güçlenmesini sağlayabiliriz.