Yıl: 2009
Yer: Van/Merkez
Bir baba tane tane anlatıyor. O günü, dün gibi hatırlıyorum.
"Bir çocuğum var, şehirde okuyor; Bir çocuğum var, o dağda. O şehre döndüğünde diğeri gidecek."

Yıl: 2014
Yer: Şırnak/Silopi
8-10 yaşlarındaki birkaç çocuk anlatıyor, tıpkı 50 yaşındaki adamlar gibi.
"Biz hakkımızı istiyoruz, bizimde sizin gibi haklarımız olsun istiyoruz. Bunun nesi kötü."

O tarihi anları çok uzun uzadıya anlatabilirim. Ancak o anları bana unutturmayan şeylerin, "8-10 yaşlarındaki çocukların 50 yaşlarındaki insanlarla aynı istikamette hem de bir kitabın sayfasından dökülen cümleler gibi aynı şeyleri ifade etmesi" ile "her şey doğalmış gibi anlatan kişinin, bir evladını çatışmaya diğerini okumaya sevk ettiğini anlatması" olduğunu özetlemeliyim. Bu iki örneği sizlere aktarırken tabi ki değinmek istediğim nokta bir partinin kapatılması veya kapatılmamasıdır. Tartıştığımız şeyi düşünebiliyor musunuz?

Açık ve net diyorum ki; birbirimizle konuşabileceğimiz imkan varken birbirimizi birbirimizden koparacak yollar açmamalıyız. Daha önce olduğu gibi bir takım insanımızı birilerinin kontrolündeki dünyaya teslim etmemeliyiz. Örneğin, yine siyasilerin etkilediği yollarla Aydın'da üniversite ikinci sınıfta okuyan gencin, ailesinden koparak ölüme gitmesi hiçbirimizi mutlu etmez.

Eskiden koyun kırpma günleri vardı, sanıyorum ki yine vardır. Ama bazı yerlerde o günlerde şehir ve dağ buluşurdu. Dağ hasta ve sakatını bırakır, şehir genç ve dinamik olanı yolcu ederdi. Tamam, çocukları kaçırılan veya aldatılanda var, kabul ediyorum ama şunu da kabul etmeliyiz, insanların konuşabilme haklarını elinden almak onları şiddetli konuşmalara sevk etmenin yolunu açmaz mı?

Yıl: 17 Aralık 2012
Yer: Konya/CHP Konya İl Başkanlığı
Sayın Kılıçdaroğlu yayınımıza konuk oldu. Daha önce Deniz Baykal'ın çarşaflı kadınlara rozet taktığı günler aklımdaydı, samimiyet barındırmıyordu. Gerilen toplumun derdini kendisine net bir dille anlatmak istedim. Ama kırmadan. Neyse, öğrendim ki, kendisinin doğum günü. Kendisine benim için kıymetli olan Esmaül Hüsna kitapçığı ile el de okumalık olan Kur'an'ı ve eşi hanımefendiye de bir başörtüsünü takdim ettim. O gün tanıdım Sayın Kılıçdaroğlu'nu. Sayın Baykal gibi değildi. Nezaketi, saygınlığı ve samimiyeti kesinlikle kusursuza yakındı. Ve daha sonra, meclise başörtülü kadınlar geldiğinde de samimiyetini göstermişti.

Yıl: 17 Haziran 2014
Yer: Ankara/TBMM
Bir grup AK Parti'li ile grup toplantısına katıldık. Tevafuken okumak için yeni aldığım "Davam" kitabı ile meclise girdim. O an, fırsat bu fırsat düşüncesi ile de fotoğraf töreninde Sayın Erdoğan'a hediye ettim. Nezaketle, istikametinin doğru olmadığını ifade ettim, bir damla gözyaşına şahit oldum. Anladı mı anlamadı mı o başka bir şey.

Peki bu anları veyahut anıları neden anlattım. Bazı şeyleri anlayabilmek için yaşamı anlamlandırabilmeliyiz. Bunun için;

Hem partileri kapatalım hem de silahları susturalım demek, ne kadar doğru olabilir?
10 yaşındaki bir çocuğun düşüncesine veya ezberine neden düşüncemizle yol gösteremiyoruz?
Zamanında birilerinin yaptığı hatalar sebebi ile neden bugün birilerini ya da kitleleri suçluyoruz?
Herhangi bir insanı bir tercihte bulunduğu veya istemediğimizi yaptığı için eleştirirken ölçümüzü neden kaybediyoruz?

Türkiye, sağı-solu farketmeksizin çok değerli bir ülke. Bu ülkeyi değerli kılan şey ise içinde barındırdığı insanımız... Biz birlikte güzeliz ve daha güzel olabiliriz.

İktidara karşı muhalif olan herkes her eleştiri konusunu farklı dilde gerçekleştirebiliyor. Kimileri bunu bir üst kültür yapısı ile ortaya koyabiliyor ve geliştirebiliyor. Bugün, her birimizin kültürümüzü yansıtmaya ve bunu en üst seviyede yapmaya ihtiyacımız var. Bu ihtiyacında sadece bizim değil, bireyin ve toplumun olduğu kadar Türkiyemizin genel bir ihtiyacı olduğunu önemsemeliyiz.

Bu doğrultuda, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugüne kadar hep kazanmış ve nasıl kazanacağı noktasında büyük stratejiler ortaya koymuş bir lider. Ancak katlanarak büyüyen kazanımlarının içinde kaybedebilme olgusuna sahip biri değil. İnsanları anlamak için kendimizde konumlandırabileceğimiz bir empati modelini, bugün korkuları veyahut endişeleri olan insanlar için düşünebilmeliyiz. Sayın Erdoğan'ın, geride kalan yıllarıda göze alarak artık endişe duyduğu ya da bu nasıl olacak dediği bir husus olabilir. Sanıyorum ki o da artık görevi nasıl bırakacağını bilememesi... Bu doğrultuda toplumun kendisine yardımcı olması gerekmekmez mi?

Endişerini anlıyorum, tedirgin olmasında da haklılık payı var, tıpkı bizlerin kendisinden endişe duyduğumuz zamanlar gibi... Türkiye'nin sağduyulu bir hukuk devleti olduğunu önce biz hissetmeliyiz, bize hissettirilmesede. Bu hissiyatında oluşturacağı yaklaşım, halkın, "kendisini en güzel köşesinde konumlandıracağını" idrak etmesine vesile olabilir.

Birbirimize sunacağımız bu hayat, ülkemizin huzur ve geleceğini konumlandırmakta oldukça kıymetli. Bu vesile ile Türkiye'nin İhtiyacı'nın samimiyet ve güvene dayalı bir "Geçiş Hükümeti" olduğu kanaatindeyim. Hatta bu konuda Milletvekili Sayın N. Cihangir İslam, bir "Hakem Cumhurbaşkanı"na ihtiyacımız olduğunu ifade etti. Farklı kelimelerle anlamlandırılmış bu ifadelerle düşüncemiz örtüşüyor. Ama bu düşünceyi hem somutlaştırmak önemli hem de kırılmaları büyük olabilecek bu istikametin yollarını nakış nakış işlemeli.

Sözün özü;
Türkiye bir yılda iki seçim yaşamıştı. Ya bendensin ya değilsin denilen bir süreçti. Referandumda böyle bir şeydi. Kabul ediyorum diğer yıllarda pek farksız değildi ama hiçbiri bu süreçler kadar keskin ve uçurumun kenarında değildi. O günlerde birileri çıktı ve dedi ki, biz senden değiliz. Demekle yetinmedi, kendilerine yapılan bütün teklifleri reddetti ve zor ama hakikat olanı tercih etti. İşte bugün, kendisi için yaşamayan insanların öncülük edeceği bir "Geçiş Hükümeti"ne ihtiyacımız var.

Geçiş Hükümeti nedir? Rayından çıkan, huzursuz ve tedirgin yolcuların seyahat ettiği treni, yolcusundan mürettabatına kimsenin canı yanmadan güvenli ellerle istasyona ulaştırmak.