Gözlerim her yeni gün yeni bir Vahşi'yi arıyor.
O kadar çok isterdim ki, her yeni gün sadece Vahşi'yi hatırlamayı.

Bilirsiniz ki; Vahşi, peygamberimizin amcasını şehit ederek kölelikten kurtulmuş, daha sonra Müslümanlığa kadar uzanan bir hayatı tecrübe etmiştir. Vahşi'nin hayatında bize kalan ne varsa, her anı için farklı hissiyatları paylaşabilirim. Ancak, bu hayatın en önemli mesajlarından birinin, “Hz. Peygamber'in, onu, yaşadığı ve hissettiği duygular nedeniyle görmek istememesi”, olarak görüyorum.

Hz. Hamza'nın ölümü, inen ayetler, Vahşi'nin müslüman oluşu, inanıyorum ki her biri ayrı bir yaklaşım kazandırır insan hayatına. Ancak, onun gözden ırak edilmesi başka bir şey, en azından benim için bambaşka. Tarifi imkansız değil ama tarifi her yeni gün acı veren bir şey.

İnsan hayatının bazen kabul etmesi gereken şeyler var, doğum ve ölüm kadar basit bir şey. Küçük ama önemli bir örnekle nitelendirmek gerekirse, çocuktum; öğretmenimin Atatürk'ü ilah yaptığı, kimi arkadaşımın sevdiği ve kimi arkadaşımında galiz sözler söylediği bir dönemdi. Döndüm kendime ve dedim ki; ne ondanım ne de ondan. Sağın ve solun ortasında kaldığım ilk andı belkide. Sonra, o Kürt idi bu Türk idi, peki biz kim idik. Bildiğinden kaçmak ne acı bir şeydi. Ve iyi mi, biz yine ortada kaldık.

Birbirinden farklı bu olaylar karşısında ortada kalmayı tercih ettiğim günler, “ne sağcıyım ne solcuyum arkadaş” dediğim ilk günlerdi. Hatta Milli Görüş'ün lideri Necmettin Erbakan'ı da bu vesile ile tanıdım. Günlerden bir gün, bu sözü bir yerlerde görünce, “biri benim sözümü çalmış” diye düşündüm ve anladım ki, ya ben onun sözünü duymuştum ya da aynı hissiyatları paylaşmıştık. Bize o sözleri hissettiren şey ortadayken, “Erbakan'a o sözleri söyleten şey neydi?” diye düşünmüyor değilim. Kanaatim şu ki; her birimizin aynı hissiyatları yaşadığı birçok yaşanmışlıklarımız var.

Bütün bunları neden anlattım ya da Vahşi, Atatürk, Erbakan veya bir başka hususu neden dile getirme ihtiyacı hissettim. Neyse...

Dünyamızda; hakikatin ehli olan insanlar, hakikati yaşa(ya)mayan veyahut yanından bile geçmeyen nice insanlar tarafından yerilir. Bu yeri gelir şiddetli yeri gelir latifeli olur. Ama gün gelir; hakikat ehli ölür, taşlayan övündüğü ile kalır.

Ve gün gelir; acı bir ızdırap başlar. İnsanın ilk kıyameti de orada ilk adımını atar. Ancak geriye dönüş olmaz. Zaman tükenmiştir, vakit kıymetin kaybına şahittir. Ne her şey ilk günkü gibi olabilir, ne de herşey yeniden hayat bulabilir.

İnsanımızın ve ülkemizin böyle bir sorunu olduğu kanaatindeyim. O nedenle, zaman zaman bir sokak çocuğunu, bir tv izleyicisini, bir muhalefet veya iktidar temsilcisini görsem, gözümden ırak olmasını dilerim. Ne zaman kendinden başkası için yaşayan yapıcı eleştirmenler görsem, kulak kabartıp dinlemek isterim.

İnanıyorum ki, günün birinde insanımız, söylem ile eylem/ icraat arasındaki o kalın çizgiyi ve doğrunun üslubu ile hayat bulabileceğini idrak edecektir.

Mehmet Akif Ersoy'un dili ile bu hayattan anladığım şey; Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek: sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek”