Hayatı

Semerkand’da doğmuştur. Merv, Tirmiz, Belh ve Kûfe gibi İslâm coğrafyasının kültürel açıdan önemli merkezlerinde bulunmuş, buralarda farklı dinî ve felsefî akımlara mensup kişilerle iletişim kurmuştur. Bir müddet Tirmiz’de ikamet etmiş, ardından Kûfe’ye giderek burada Ca‘d b. Dirhem ile görüşmüştür. Onun ilahî sıfatlar konusundaki görüşlerinden büyük oranda etkilenmiştir. Belh’te Mukâtil b. Süleymân’la tartışmalar yapmıştır.

Cehm, Emevîler’e karşı isyan başlatarak Horasan’ın doğu bölgesini ele geçiren Haris b. Süreyc’in bir süre katipliği ve yardımcılığını yaptı. Emevîler’in son Horasan valisi Nasr b. Seyyar ile Hâris b. Süreyc arasında meydana gelen çatışmada Sâlim b. Ahvâz el-Mâzenî tarafından öldürüldü.

Öğretisi

Cehm’in ilgilendiği konuların başında ilahî sıfatlar, tevil, insan fiilleri sorunları geliyordu. Cehm b. Safvân, Tanrı ile âlem arasındaki mutlak ayrılık düşüncesinden hareketle Tanrı’ya yaratılanların nitelendiği hiçbir sıfatın verilemeyeceğini düşündü. Cehm’e göre Tanrı hakkında “O, şeydir” denilemez. Çünkü “şey”, benzeri olan mahlûktur. Böylece Cehm, “şey” terimini, cisim anlamında kullanıyordu. O, Tanrı dışındaki her şeyin cisim olduğunu, cisim olmayan tek varlığın ise Tanrı olduğunu öne sürerek, O’na benzeyen hiçbir şeyin olmayacağını düşünüyordu. Cehm, Allah’a “vücûd” sıfatını bile atfetmekten kaçınacak derecede aşırı bir tenzîh anlayışına sahipti. O, daha önce Ca‘d b. Dirhem tarafından dile getirilen Allah’ın mütekellim olmadığını da benzer gerekçelerle ileri sürmüştü.

Cehm b. Safvân’ın “şey”, “mevcûd” ve “mütekellim” gibi Tanrı hakkında kullanılacak yüklemleri nefyederken, “dilin tek anlamlılığı”nı savunuyordu. Buna göre, insana ve Tanrı’ya yüklenen nitelikler aynı anlamı îmâ ediyordu. Bu sebeple Tanrı’ya verilecek nitelikler, O’nunla diğer şeyler arasında bir tür benzerlik bulunduğunu çağrıştıracağı için kabul edilemezdi.

Muhtemelen Cehm b. Safvân’ın insanın failliğini yadsıması da bu düşüncenin bir sonucuydu. Zira Cehm, Tanrı ile Tanrı dışındaki şeyler arasındaki mutlak farklılık düşüncesiyle tek fâilin Tanrı olduğunu düşünüyordu. Çünkü ona göre insanın gerçek anlamda fâil olduğunu söylemek, Tanrı ile insan arasında teşbîhi gerektirecektir. Teşbîh düşüncesinden kurtulmak için Cehm, insanın irâdeye sahip olmadığını söyledi. Cehm b. Safvân’a göre teşbîhten kurtulmak için, ilâhî sıfatlar olarak adlandırılacak manaları Tanrı’dan soyutlamak dışında başka bir yol yoktu.

Cehm’e göre Tanrı’nın ezelde (lem yezel) âlim olduğu da söylenemezdi. Çünkü ona göre Tanrı, ezelde henüz kendisi dışında hiçbir şey yokken neyi bilecek ve neye kâdir olacaktı? Sözgelimi şâyet Tanrı ezelde bilen olarak vasıflanabiliyorsa, bu durumda bilinirlerin ezeliyyeti problemi nasıl çözülecekti? Bu sebeple ya Tanrı’nın ezelde âlim olmadığı ya da bilinirlerin ezelî olduğu kabul edilecektir. Bu ikilemden kurtulmak için Cehm b. Safvân Allah’ın ezelde âlim olduğunu kabul etmedi. Cehm, Tanrı’nın ma‘dûmu bilmesini imkânsız görüyordu; çünkü Tanrı, bir şeyi ancak hâdis olduktan sonra (fi hâli hudûsihi) bilebilirdi.

Cehm b. Safvân’ın Tanrı’ya ilişkin bilginin nasıl elde edileceği sorusuyla da ilgilendiği anlaşılmaktadır. İbnü’l-Murtazâ’nın aktardığı bir pasajda Sümeniyye’ye mensup bir grup Cehm’e gelerek Tanrı hakkında tartışmak (tekelleme) istemiş ve Cehm’e: “beş duyuyla elde edilen bilgilerin dışında herhangi bir bilgi olup olmadığı”nı sormuştur. Başlangıçta Cehm bu soruya “Hayır!” diye cevap vermiş; ancak Sümenîlerin “Öyleyse Tanrı’ya ilişkin bilgi iddiasında nasıl bulunabiliyorsun?” şeklinde sorularına cevap bulamamıştır. Sonrasında Cehm’in bu soruyu Vâsıl b. Atâ’ya bildirdiği, Vâsıl’ın da Cehm’e beş duyunun yanı sıra, insanda temyîz gücünün bulunduğunu da ifade ettiği nakledilmektedir. Bu anlatıdan hareketle Cehm b. Safvân’ın kelâmın başlangıç döneminde bir şeye ilişkin bilginin elde edilmesinin muhtemel yollarının neler olduğu sorusuyla ilgilendiği ve neticede duyular ve akıl (istidlâl) olmak üzere insanın iki idrak gücünün olduğunu düşündüğünü söyleyebiliriz.

Cehm b. Safvân’a göre iman, bilgi (mârifet); küfür de bilgisizlik (cehl) demekti. O, aynı zamanda iman ve küfrün diğer organlarda değil de sadece kalpte bulunabileceğini ifade etmiştir. Bu görüşüyle bilginin, insanın idrak mekanizması olan kalbin bir fiili olduğunu söylemiş oluyordu.

Cehm b. Safvân, Ahmed b. Hanbel ve Dârîmî başta olmak üzere birçok ashâbu’l-hadis âlimi tarafından eleştirilmiştir. O’nun ilâhî sıfatları nefyetmesi ve imânı bilgi olarak tanımlamasıyla Mu’tezile’ye; insan irâdesini yadsıyan görüşleriyle de Cebriyye’ye önemli ölçüde tesir ettiğini söyleyebiliriz. Cehm b. Safvân’ın görüşleri daha sonraları Cehmiyye adı altında devam edecektir.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu