ABD,  küresel finans sisteminin jandarmasıdır. 180 kadar ülkede, bin kadar askeri üste, en az 200 bin civarında ABD askeri bulunmaktadır. Almanya ve Japonya, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana, ABD haricinde en çok ABD askeri bulunduran iki ülkedir.

40’a yakın ABD ya da NATO üssünün bulunduğu Türkiye, Mısır’la birlikte ABD’nin İslam coğrafyasındaki en önemli müttefiklerinden biridir. Katar, Bahreyn, Kuveyt, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Irak, Ürdün, Umman, İran’la İsrail arasında yer alan ABD üslerinin bulunduğu bölge ülkeleridir. Hiç kuşkusuz İsrail’in bölgedeki varlığının en önemli güvencesi de ABD’dir.

Mart 2011’de Suriye’de başlayan /başlatılan karışıklığın /çatışma ortamının ardından ABD, Suriye topraklarında da kendine en az 18 askeri üs kurdu.  ABD, Suriye’deki varlık sebebini tüm dünyaya IŞİD ile mücadele olarak deklare etti. Hatırlarsanız Pentagon’un ilk açıklaması IŞİD ile mücadelenin 3-4 yıl süreceğine dair olmuştu. Ardından da bu süreyi yeterli bulmayan Pentagon, “IŞİD ile mücadelemiz 20-30 yıl sürebilir” açıklaması yaptı.

ABD’nin bazı ülkelerdeki sembolik, bazı ülkelerdeki esaslı varlığı, hiç kuşkusuz enerji kaynaklarının, enerji nakil yollarının ve okyanus ticaretinin küresel finans oligarşisinin isteği şekilde kontrol edilmesine yöneliktir.  Bir bölgede ABD bayrağının ve sembolik de olsa ABD askerinin olması, oraya yapılan saldırının bizzat ABD’ye yapıldığı anlamına gelmektedir.

Bir ülkede ya da bölgede ABD’ye ait üslerin olması, ABD’nin o ülkeyle ya da bölgedeki unsurlara müttefik olması, iyi günde de kötü günde de devam edecek olan bir ortaklık demek değildir. Önemli olan küresel finans oligarşisinin çıkarlarıdır. ABD, Güney Asya- Kuzey Afrika hattında, İsrail haricinde hiçbir ülkeyle ya da örgütle duygusal bağlar içeren ortaklıklar kurmamıştır.

İki müttefikinin birbirleriyle problem yaşaması ABD’yi pek de üzmez. Hatta arabuluculuk vasfıyla, hem iki müttefik üzerindeki nüfuzunu artırır hem de problemin kalıcı olarak çözülmemesi için gerekli tedbirleri alır. ABD, hem bir ülkeyle hem de o ülkeyle çatışan bir örgütle aynı anda müttefik olabilir. Bu küresel finans oligarşisinin kazanımlarını tehlikeye düşürüyor değildir.

Nimet-külfet paylaşımında nüfusunun çoğunluğu dünyanın kahrını yüklenen halklardan oluşan coğrafyalara baktığınızda ABD’yle müttefikleri arasında üç tip ilişki göze çarpar. Birinci ilişki ABD’yle ülkeler arasındaki ilişkidir. ABD, müttefik edindiği ülkelere uçak, tank, füze gibi ağrı silahlar verir. İkinci ilişki ABD’yle örgütler arasındaki ilişkidir. ABD, müttefik edindiği örgütlere uzun namlulu silah, roketatar, patlayıcı verir. Üçüncü ilişki de ABD’yle silahsız unsurlar arasındadır. ABD, bu unsurlara da bir gün birlikte çalışabileceklerine dair umut verir. 

ABD’den uçak, tank, füze alan ülkeler,  ABD’nin, istenmeyen örgütlere uzun namlulu silah, roketatar, patlayıcı verdiğini tespit etseler de ABD’yle kurdukları ilişkiyi sorgulamak yerine, o örgütlere karşı mücadele etmenin daha rasyonel olduğunu düşünürler. ABD üslerinin bulunduğu ülkelerde kolay kolay hiçbir hükümet ABD’yi karşısına almak istemez. Bu yüzden ABD’yi hiç suçlamadan direkt, ABD’nin desteklediği örgütle ya da örgütlerle mücadeleye girilir. Bu mücadelenin de neticesi bellidir. ABD her iki tarafa daha çok silah satmaya devam edecektir.

80’lerdeki İran-Irak Savaşı da 90’larda başlayan Afganistan’daki karışıklık da ABD’nin kazanç hanesine yazılmıştır. Somali’de, Libya’da ya da Yemen’de yaşanılanlardan dolayı ABD mutsuz değildir. Müslümanların Müslümanları öldürmesi küresel finans oligarşisinin Güney Asya- Kuzey Avrupa hattında hegemonyasını perçinler. I. Dünya Savaşı sonunda sınırlar çizilirken Kürt nüfusun beş sınırla dört ülkeye ayrılması, Müslüman halklar arasında çatışma zemini oluşturmak her zaman için elverişli bir durum olmuştur. Derenin kuşu, çoğu kez derenin taşı ile vurulmuştur.

Sünnilerin Şiilerle, Arapların Farisilerle, Arapların Türklerle, Arapların Kürtlerle, Farisilerin Türklerle, Farisilerin Kürtlerle ya da Türklerin Kürtlerle bir savaşa tutuşması ya da çatışmaya girmesi küresel finans oligarşisi için her yönden kazançtır. Ülkeleri savaşın kaçınılmazlığına ikna edemediklerinde ülkeler adına vekâlet savaşlarına hazır örgütleri karşı karşıya getirmekle yetinirler. Neticede bunun da bir maliyeti vardır ve oligarşi, maliyeti karşılayan değil kazanan taraftır.

Türkler, Kürtler, Araplar, Farisiler; Sünniler, Şiiler, Aleviler; bölgenin Müslüman ve gayrimüslim unsurları, ABD’yi kendi aralarındaki meselelere karıştırmandan, barışı, güvenliği ve geleceği inşa etmenin, bölgeyi yaşanılabilir kılmanın bir yolunu bulamıyorlarsa, kimsenin bütün bunlardan ötürü ABD’yi suçlamaya da hakkı yoktur. Kendi halklarını, akrabalarını, inanç ve kültürel bağlarının olduğunun kardeşlerini, bin yılları aşkın komşuluk ilişkilerini düşünemeyenlerin ABD’nin peşinde, ABD’nin de doğal olarak kendi çıkarlarının peşinde olduğu bir coğrafya iflah olmaz.

Hem ABD ile iş tutulup hem de Büyük Ortadoğu Projesi’ne ya da Büyük İsrail Projesi’ne karşı hamle yapıyormuş pozu verilmesi pek de inandırıcı değildir. Ayrıca İran hariç bölgedeki her ülkede ABD üsleri varken, hep Kürtlerin İsrail’in oyununa geldiğini söylemek de anlaşılır değildir.

İnsanlarını Akdeniz sularında yitiren bu coğrafyanın, kaçınılmaz savaşlara ya da çatışmalara değil kalıcı barışa ihtiyacı vardır. Öncelikle birbirimizle konuşabilmeyi başarmalıyız.