Konya’da yaşanan katliamda hayatını kaybeden Dedeoğlu ailesine, Allah’tan Rahmet, yakınlarına sabır diliyorum. Resmî makamlar, ‘Husumet kaynaklı’ olduğunu açıklasa da, aile fertlerinin önceki açıklamaları ve katliam sonrası akrabalarının beyanına göre ırkçı duygularla yapılmış, bu saldırıyı lânetliyorum.

Bu olay, çok acil olarak tüm yönleriyle aydınlatılmalı, failleri hukuk önünde hesap vermelidir.

Sebebi ne olursa olsun, bir ailenin böylesine acımasız ve vahşice katledilmesi kabul edilemez. Bunlara nasıl bir kin ve nefret duygusu yüklenmiş ki, mayıs ayında 60 kişi gelip bu aileye saldıracak ve bugün de biri veya birileri gelip, kadın erkek demeden, 7 kişiyi gözünü kırpmadan öldürecek, sonra otomobilinden benzin bidonunu alıp evi ateşe verecek!

Bu ne vahşet?

Bu ne acımasızlık?

Bu ne kin ve nefret?

Bu nasıl bir husumet?

Bir insan, nasıl böyle acımasız olabilir?

Bu olay ve benzerlerini, eğitim müfredatından ekonomik şartlara, siyasî parti liderlerinin konuşmalarından medyadaki açık oturumlara, tartışma programlarına, haberlerin sunum şeklinden, filimler ve dizilere, istihbarattan güvenlik tedbirlerine kadar, ilgili kişiler çok detaylı ele almalıdır ki doğru teşhisler yapılabilsin, kısa ve uzun vadeli doğru tedbirler alınsın ve böyle vahşetler bir daha yaşanmasın.

Ayrıca tehdit, adam yaralama ve ırkçı saldırılara ciddi cezalar getirilmelidir. Cezasızlık politikası veya mevcut kanunlardaki basit cezalar, caydırıcı olmadığı için daha büyük suçların işlenmesine neden oluyor.

Şunu da söylemek gerekir ki, bu zemini hazırlayanlar ve gerekli tedbirleri almayanlar, manevî olarak bu katliama ortak ve sorumludurlar.

Peygamber Efendimiz, bir hadisi şerifte;

“İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayrılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey noksanlaşmaz.” (Müslim, Zekât 69. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 64) buyurmuştur.

Daha önce ‘husumet’ olduğunun bilindiği İzmir, Konya, Ankara ve Afyon’daki saldırılar, daha sıcaklığını koruduğu halde, Dedeoğlu ailesi için herhangi bir koruma tedbirinin alınmaması ciddi bir güvenlik ihmalinin olduğunu göstermektedir.

Her vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamak, devletin aslî görevlerindendir.

Türkü, Kürdü, Çerkezi, Lazı, Arabı… Irkı, rengi ve dini ne olursa olsun, ülkemizdeki bütün vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği, emniyet mensuplarına emanettir. İhmali bulunanların görevden el çektirilmesi beklenirken, bu ihmaller zincirinin başında bulunan İçişleri Bakanının, sosyal medyadaki paylaşımlarla ilgilenmesi düşündürücüdür.

Elbette sosyal medya üzerinde suça teşvik, yalan, iftira, hakaret ve olayları provoke etmeye müsaade etmemek gerekir. Ama siz görevinizi lâyıkıyla yapmış olsaydınız bu art niyetli kişilerin eline malzeme vermiş olmazdınız.

Kaldı ki sosyal medyada, gerçekleri paylaşmayı, olayların doğru anlaşılmasına katkı sağlamayı, olayların üstünü örtmemeyi, ‘olayları provoke etmek’ olarak değerlendirmek yanlıştır. Çünkü siz olayın üstünü örterseniz, yeni olaylara davetiye çıkarmış olursunuz.

Hukuk devleti olan bir ülkede hiç kimse, dil, ırk, örf ve adetlerinden dolayı kınanamaz, aşağılanamaz, hakarete maruz kalamaz, istenmeyen kişi veya herhangi bir il veya ilçeden dışlanamaz.

Bu tür olaylar, elbette kendiliğinde gelişmez. Bunun ilmik ilmik dokunuşu vardır. Her ne kadar iki aile arasında husumet sonucu olduğu iddia edilse de bunun altında ırkçılığın da olduğu “Kürtleri burada barındırmayız” tehditlerinden de anlaşılıyor. Bu ırkçı anlayışın, Cumhur ittifakının söylemlerinden yeşerdiği, güçlendiği ve cesaret aldığını söylemek mümkündür.

Maalesef, iktidar ve küçük ortağı, kin ve nefreti besleyen, öfkeyi arttıran, insanımızı insanımıza düşman haline getiren bir dil ve üslûp kullanmaktadır. Her hafta yapılan grup toplantılarında, topluma sürekli kin, nefret ve milliyetçi duygular yüklenmektedir. Bu da kişinin söylem ve eylemlerini etkilemektedir. Etkisini şu örnekle izah edebiliriz:

Sizin otomobilinize çarpan birinin sevdiğiniz bir dostunuz veya sevmediğiniz hatta kendisinden nefret ettiğiniz bir kişinin olduğunu düşünün. Bu her ikisine karşı tavrınız, tepkiniz nasıl olurdu? Bunu tahmin etmek zor olmasa gerek.

İktidar ve küçük ortağı neden böyle davranır? Yapılan anketlerde, Cumhur İttifakı’nın oy oranlarının sürekli düşüşte olduğu görülmektedir. İktidar ve küçük ortağı, bunu çevirmenin yolunu, daha çok milliyetçi söylemler, kendileriyle olmayanları gayri millî olmakla suçlamaları, saldırgan, hedef gösteren, ötekileştirici, kutuplaştırıcı, kin ve nefret dili kullanmasında görüyor ki bu üslûbu kullanıyor. Bu da tabanda muhalif gazetecilere, muhalefetin önde gelen yetkililerine ve Kürt ailelerine saldırıya dönüşüyor.

Bundan dolayı siyasetçiler, kullandıkları dil ve söylemin toplumda ne gibi bir etki yaratabileceğini hesaba katarak konuşmaları gerekir. Siyasetçi, her ağzına geleni söyleme sorumsuzluğunda bulunamaz.

Meselâ, İstanbul seçimlerinin tekrarında, insanların coştuğu ve akıllarıyla değil, duygularıyla hareket ettiği bir miting alanında, İçişleri Bakanı Soylu’nun, “Temel Karamollaoğlu PKK ile sözleşme imzalamıştır” demesi üzerine, orada bulunan 2 vatandaş “Yalan söylüyorsun!” diye tepki vermişti. O anda duygularına teslim olmuş bu kitle, iki vatandaşa yönelip linç etseydi kim engelleyebilirdi ve sorumlusu kim olurdu? Bir siyasetçi böyle sorumsuzca konuşabilir mi?

Peki, yeri gelmişken sormazlar mı, üzerinde 3 yıl geçti, nerede bu sözleşme?

Son birkaç yıldır özellikle 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası, Cumhur İttifakı’nın, başta HDP olmak üzere, muhalefet partilerine karşı “zillet”, “illet”, “dış mihraklar” ve “terör örgütü işbirlikçisi” gibi çok ağır, keskin, kin, nefret ve tahrik edici bir dil kullandığına hepimiz şahit olduk. Bu zehirli dil, maalesef toplumu da zehirledi ve zehirlenen bazı kişiler, çeşitli saldırılarla zehirlerini akıtırlar.

Cumhur İttifakı’nın önde gelen yetkilileri, yandaş gazeteciler ve yorumcuları, “HDP=PKK” iddialarını sürekli gündemde tuttular. Mecliste olan ve Meclis Başkan Vekilliğini de yapan HDP’yi, PKK üzerinden suçlayıp hedef gösteriyorlar. Bunun sonucunda da aşırı ırkçı ve milliyetçilerde, “Kürtler HDP’ye oy verdiğine göre, tüm Kürtler potansiyel suçlu” algısı oluştu. Dolayısıyla bu saldırı, ırkçı bir zihniyetle yapılmışsa, birinci müsebbibi Cumhur İttifakı’nın yetkilileri ve yandaşlarının kullandıkları dil ve üslûptur. 1 oy fazla almak ve milliyetçi oyları konsolide etmek uğruna, birlik ve beraberliğe, huzura, barışa ve kardeşliğe verebilecekleri zararı hiç önemsemediler. Elbette suç işleyen, şiddete teşvik eden HDP’li veya farklı bir partiden birileri olursa, kanunlar belli, gereği yapılır; ama genel suçlama yapmak, herkesi hedef göstermektir.

Ateş çemberi içinde olan bir ülke olarak ırkımız, dilimiz, dinimiz, inancımız, mezhebimiz ve yaşam tarzımız ne olursa olsun, bütün farklılıklarımızla bir arada yaşama iradesini ortaya koymak zorundayız. Bunun için de kin, nefret, intikam, öfke ve ırkçı duygularla değil, aklı selim, hak, hukuk, adalet, insan hakları, özgürlükler ve eşitlik çerçevesinde hareket ederek, birlik ve beraberliğimizi pekiştirmek zorunda olduğumuz gerçeğini kabul etmemiz gerekir.

Bu, bunun sağlanmasından birinci derecede sorumlu olan Cumhur İttifakı yetkililerinin, nefret ve ötekileştirici dilinden vazgeçmeleriyle, herkesi kucaklayan barış ve sevgi dilini kullanmalarıyla olur.

Her şeye rağmen, Konya’daki katliam veya başka benzer olaylarda “husumet veya ırkçı”, sebep ne olursa olsun, Türkü ve Kürt’üyle soğukkanlı olmak, aklı selim ile düşünmek; huzura, barışa, birlik ve beraberliğe zarar verecek ve yeni olaylara sebep olabilecek provokasyonlara gelmemek gerekir.

Vesselâm.