Genel kaidedir, insanların konuşarak anlaşması, birbirini anlaması. İlahi buyruk da bunu öğretir bize “Onlar sözü dinler ve en güzeline uyar”. Konuşarak kendimizi, fikrimizi, perspektifimizi anlatır, tanınmamızı anlaşılmamızı kolaylaştırırız. Sözü tükettiğimizde ise muhatabımız bizi tanımak yerine tanımlamaya başlar ya da başkalarının tanımlaması üzerine kanaat oluşturur.

Sözü bitirdiğinizde çatışma başlar, çünkü anlama kaygısı yerini bazen savunmaya bazen de taarruza bırakır. Savunma ve taarruz bir savaş psikolojisidir tarafların kazanan ve kaybeden olarak kategorize edildiği, tüm planlamaların buna göre şekillendirildiği bir psikoloji.

Savaşın olduğu yerde şiddet, gözyaşı ve kan olur. Savaşın olduğu yerde dost ya da düşman olur. Savaşın olduğu yerde empati olmaz, muhatabınızın ne düşündüğü ile ilgilenmez kaybetmesine odaklanırsınız. Kazanayım da muhatabım varsın yok olsun, dersiniz. Bu yüzden arzu edilmez savaş ve bu yüzden arzu etmediğiniz halde savaşmakla emrolunursunuz bazen.

Aynı coğrafyada, aynı dertleri kederleri, sıkıntıları ve umutları taşıyan insanlar, savaşmak yerine konuşmayı tercih etmelidir. Kendi varlığını diğerinin yokluğuna endekslemeden yaşamak. Siyaset bunun için vardır. Savaş kan dökülen bir siyaset ise, siyaset de kan dökmeden savaşabilmek, bedenleri değil fikirleri çarpıştırabilmektir.

Türkiye siyaseti geçmişte bedenleri çarpıştırmaktan, kardeş kanı dökmekten çok yara aldı. Toplumun arasına sokulan nifaklar aynı bahçede gözyaşı dökenlere inat, kahkaha attırdı diğerlerine. Yedi düvele karşı omuz omuza direnen bir neslin torunları, gülümsemesini diğerinin kahretmesine bağlar oldu. Hep beraber yükselme hedefinin yerini, “ben yükselmesem de diğeri alçalsa kafi” refleksi aldı.

Bu toprakların hak etmediği bir manzara bu.

Diyaloğun, münazaranın, konuşmanın önü tıkandığında yerini bağırtılar ve hakaretler alır.

Bu zaviyeden geçtiğimiz gün AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu arasında geçen görüşme önemlidir, kıymetlidir. Siyasetin sağır eden gürültüsü ve hakaretleri arasında muhatabını anlayabilme çabasıdır.

Bu görüşmeyi “pazarlık” basitliğine indirgemek haksızlık olur. Türkiye’nin en çok oy alan parti liderinin, içinden neşet ettiği siyasi görüşün şu anki lideri ile görüşmesi tribün gürültülerinden uzak bir anlama, anlamlandırma kaygısı olarak adlandırılmalıdır. Ülkenin bugünü ve yarınına dair fikirlerin, çözüm önerilerinin paylaşıldığı görüşmeler burada kalmamalı, farklı siyasi partilerle de bu görüşmeler sürdürülmelidir. Problemin kaynağının tek bir perspektiften kaynaklanmadığını unutmamalı ve çözümün de tek bir perspektif ile olamayacağı akıllardan çıkarılmamalıdır.

Güzel vatanımızın çocuklarına daha iyi, müreffeh ve yaşanılabilir bir Türkiye bırakabilmek, tüm siyasi parti liderlerinin karşılıklı konuşabilmelerinden, birbirlerini anlama çabalarından, problemleri ve çözümlerini bağırmadan görüşebilmelerinden geçtiği, akıllardan çıkarılmamalıdır.

Bu ülkedeki her siyasi görüşün toplumda bir karşılığı vardır ve toplumun tüm kesimleri varlığını diğerinin yokluğuna endeksleyemeyecek kadar birbiri ile iç içedir, yaşanmışlıklara sahiptir.

Geçmişin gözyaşları üzerine kin tohumları ekmek yerine tüm siyasi partilerin liderleri toplumsal uzlaşının çabası içerisinde olmalıdır.

Geçmişin, Türk-Kürt, seküler-muhafazakar, ilerici-gerici, Sünni-Alevi, laik-anti laik çatışmaları üzerinden gelecek tasavvuru yapmak güzel ülkemizi özgürleştirmek yerine, geçmişin zindanlarına hapsetmek olur.