Doksanaltı’nın Kasım soğuğunda, yaklaşan her beyaz torosun ardında bir faili meçhul bıraktığı, dışarısı buz keserken yüreklere ateş düşürdüğü günlerde patlak vermişti Susurluk skandalı.

Devlet-Siyaset-Mayfa ilişkisinin tüm kirleri bir bagajdan ortalığa saçılmıştı. Toplumun hemen her kesimin hissettiği ama ifade etmek için bedel ödediği, somut delillere ulaşmak isteyenlerin engellendiği dönemlerde susurluk kazası toplumun bu kirli ilişkilerden kurtulma taleplerinin işaret fişeği olmuştu.

3 Kasım 1996’daki susurluk kazasına toplumsal baskı nedeniyle devlet sessiz kalamamış, içerikleri tartışmalardan bağımsız olmamakla birlikte başta MİT, dönemin Başbakanlığı ve TBMM komisyonu olmak üzere üç ayrı Susurluk Raporu hazırlanmıştı. Kaza ile ortaya dökülen pisliğin kokusu o kadar ağırdı ki dönemin içişleri bakanı olan Mehmet Ağar bile 5 gün sonra görevinden istifa etmek zorunda kalmıştı.

Aradan geçti 25 yıl. Tüm bu yozlaşmaya, kirli ilişkiler üzerinden rant devşirme operasyonlarına, yasadışı çetelerin “irtica-laiklik-terör örgütleri vb” argümanlarının arkasına sığınarak siyaseti ve milletin geleceğini şekillendirme çabalarına engel olma adına yeni siyasi yapılar ortaya çıktı. Ak Parti, toplumun bu feryadı üzerinden çözüm üretme alternatifi olarak belirdi. İmparatorluk bakiyesina kalan bir ülkenin aydınlık yarınlarını, alnı secdelilerin kuracağına dair ortak bir konsensüs haline gelmişti Ak Parti. Bu yüzden neredeyse her iki kişiden birinin desteğini aldı ve çeyrek asra yakın iktidarda kalabilmeyi başardı.

İbret alınmadığında tekerrür eden tarihi yanılgılar, tarihe geçecek yeni dönüşümleri de yaşatırlar.

Tüm Türkiye neredeyse bir aya yakın süredir, devletin içinde-devlet için operasyonlar yaptığını iddia eden birinin, yasadışı bir çete liderinin, açıklamalarıyla sarsılıyor. İş adamlarına kumpastan emlak yolsuzluğuna, gasptan uyuşturucuya, zorbalıktan cinayete, kayıtlara faili meçhul diye geçen olaylardan para alan siyasilere kadar, neredeyse her bir iddianın deprem etkisi oluşturacağı açıklamalara kitlenmiş durumda ülke.

Terörle mücadele için; daha evvel terör örgütü mensubu olanların “gizli tanık” sıfatıyla verdiği ifadelerden binlerce soruşturmanın açıldığı bir ülkede, canlı kanlı, etli butlu birinin “Açık Tanık” sıfatıyla yer, tarih, şahıs belirterek ortaya koyduğu iddialara karşı, adalet mekanizması henüz bir adım atmadı. Venezuela’daki karışıklıklardan Almanya’daki ırkçılığa, balık sezonu açılışından uzaya gönderilecek insana kadar, hemen her konuda açıklama yapan siyasi iktidarın, içinde İçişleri bakanının da geçtiği iddialar karşısında sessiz kalması bir hikmetin sonucu değil, çaresizliğin ifadesidir.

Anadolu Ajansı’nın eski muhabirinin "Narko bürokrasi ile ilgili iddialar, ülkemizi uluslararası arenada zora soktu mu? Hükümetin buna ilişkin bir planı var mı? Sayın Soylu kabine toplantısında buna ilişkin bir açıklama, savunma yaptı mı?” şeklinde iki bakana yönelttiği sorular ise toplumun geniş kesimlerinin hislerinin bir yansımasıdır.

Bundan çeyrek asır önce, yaşanan benzeri bir sıkandal karşısında görevinden istifa eden bir içişleri bakanı örneği hafızalarda dururken; halen görevine devam sayın bakanın bu konuda sadra şifa bir aksiyon almamış olması toplumu yaralamaktadır.

İddialar bir çete liderinin hezeyanları olarak tanımlamanın ötesine geçmiştir. Mesele; sadece siyasi iktidarın, bir bakanını görevden alması ya da olaya karışan vekiller, yetkililer hakkında adım atması değildir. Mesele; ülkeye çöreklenmiş gayri meşru ilişkiler yumağının çözümlenmesi ve hesabının sorulmasıdır.

Güneydoğu’da hatta sınır ötesinde kahramanca mücadele edip şehit olanların aileleri, gazi kalan vatan evlatları, bu ekonomik koşullarda pula dönmüş maaşlarıyla hayatlarını ikame ettirmeye çalışırken; birilerinin çıkıp milyar dolarlık servetlerin üzerine çökmesini “devlete hizmetin karşılığı” pişkinliği ile sunması yaralayıcıdır.

Yaşanan rezaleti ifade etmeye kalkanlara “Yedirmeyiz, Ezdirmeyiz, Birlikteyiz” refleksi ile cevap vermek ise vatan savunması değil, ya siyasi aymazlık ya da suç ortaklığının açığa çıkmama kaygısıdır.

Vefa-sadakat ilkeler, doğruluk ve adalet temelli olmalı ve bu ilkelerin yaşatıldığı sürece sürmesi gerektiği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Kirli çarklarında iş adamlarını, devlet görevlilerini “doğrayan”, halkın malını çalanlara karşı artık adım atılmalıdır.

Adalet taleplerinin Devleti yıkma girişimi değil, kirli düzenin çarkına çomak sokulması talebi olduğu unutulmamalıdır.

Hele hele Cumhurbaşkanını savunma adına, mafyatik ilişkileri sahiplenme aymazlığına düşülmemelidir. Bu en çok hem Cumhurbaşkanının şahsını hem de temsil ettiği makamı zedeler.

Bu ülke hepimizin, kirli ilişkileri temizlemek de hepimizin görevidir.