Bir önceki yazımızda siyasetin önemi ve ekonomik alandaki etkilerini yazmıştık. Bu yazımızda da bir önceki yazımızın devamı olarak, siyasilerin yaklaşım ve uygulamaları neticesinde ülkemizin en önemli sorunu haline gelen Kürt meselesini değerlendireceğiz.

Kürt meselesi, doğudan batıya, kuzeyden güneye, ülkemizdeki bütün vatandaşlarımızı etkileyen, yaklaşık 50 bin insanımızın hayatına mal olan, Türkiye’yi baştan başa, yeniden imar edebilecek bir serveti, dağa ve taşa bomba olarak atan, barış ve huzur ortamının önündeki en önemli meseledir.

Küresel bir boyut haline gelmiş olan Kürt meselesinin, ancak Ankara, Tahran, Bağdat, Erbil ve Şam’ın diyaloğunda, hak ve adalet ekseninde çözüleceğine inanıyorum. Türkiye, buna öncülük etmelidir. Tabi ki, bu meseleyi doğru analiz edecek ve çözümler üretebilecek siyasilere ihtiyaç vardır.

Siyasilerin sadece Diyarbakır veya Şırnak’a yani Doğu illerine gittikleri zaman “Kürt meselesi benim meselemdir” demeleri veya birkaç kelime Kürtçe konuşmaları meseleyi eksik anladıklarının en büyük göstergesidir. 

Bu meseleyi, sadece Diyarbakır veya Hakkâri’de konuşacak bir mesele olarak görmemek lâzım. Çünkü Türkiye’nin en çok Kürdün yaşadığı şehir Diyarbakır, Şırnak veya Hakkâri değil, İstanbul’dur. Yaklaşık 3-4 milyon Kürt’ün İstanbul’da yaşadığını söyleyebiliriz. Bunun yanında, Akdeniz, Ege ve Marmara Bölgesinde de yoğun Kürt nüfusu yaşamaktadır. Hatay, Adana, Mersin, Antalya, Muğla, Aydın, İzmir, Manisa, Bursa, Kocaeli hatta Tekirdağ’da bile, Kürt seçmenin iradesinin, ağırlığının açıkça hissedildiği batı illerinden bazılarıdır.

Kaldı ki Kürt meselesi, bir oy meselesi değil, hak ve adalet meselesidir. Siyasilerin bu meseleye yaklaşım şekli, hak ve özgürlüklerden veya statükodan yana mı olduklarını gösteren bir meseledir.

Yine siyasilerin çok kullandığı ama hukuki olarak hiçbir karşılığı olmayan, “biz kardeşiz”, “etle tırnak gibiyiz”, “Çanakkale’de beraber savaştık” gibi söylemlerin, Kürtler üzerinde bir ağırlığı kalmadığı gibi itici de olabiliyor. Çünkü bu sözlerin, laftan ileri gitmediği görülmektedir. Bunu anayasanın aşağıdaki ilgili maddelerinde de rahatlıkla görebiliyoruz.

Herkesi Türk olarak nitelendiren, Türkçeden başka ana dil tanımayan, hep Türklüğü öne çıkaran, başka ırk, kavim ve etnik grupları yok sayan bir Anayasaya sahibiz. Bunu 1921 Anayasası hariç sonradan hazırlanan 1924, 1961 ve sonrasındaki tüm anayasalarda görmek mümkündür.

İşte mevcut Anayasamızdaki bazı maddelerden örnekler:

“Başlangıç metni, anayasanın 6, 42, 66, 81, 103, 104, 134 ve 174. maddelerinde olduğu gibi Türklük öne çıkarılmış, Kürt halkı başta olmak üzere, diğer ırkların görülmediği bir Anayasa’da, haliyle 10. Madde de anlamsız ve sembolik kalmış oluyor.

Eski Türkiye olsun bugünkü Türkiye olsun hakim zihniyetin sebep olduğu temel mesele, Kürt halkının inkârı, asimilasyonu ve tek tipleştirilmesi meselesidir. Maalesef, yıllar değişmiş, şahıs ve partiler değişmiş, ama halen tek parti ve tek tipleştirme zihniyeti değişmemiştir. Tek parti, tek millet… tek…, tek…,

Ama şu hakikati kaçırıyoruz. Eğer “Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı.” (Maide 48) Ama yapmamış, çok farklı ırk ve kabileler olarak yaratmış. Elbette bu farklı ırk ve kabile olmak ayrışma ve çatışma sebebi değil, tanışma sebebidir.

Çoğulculuk ve farklılıklar Allah’ın (cc) bir takdiridir. (Rum 22) Bu farklılıkları, bir ayrışma, çatışma, bölünme sebebi değil, birbirinin meziyetlerinden istifade edecek, birer nimet ve zenginlik olarak görmek gerekir.

Irkçılık ve ırka bağlı milliyetçilik, Peygamber Efendimizin tabiriyle, “ayağımızın altındadır.” Tabi bunu söylemde değil, uygulamada göstermek lâzım.

Hiç kimse anne, baba, ırk, renk ve kavmini seçmediğine göre, bunları kendisi için bir değer ve üstünlük göremez (Hucurat 13) ve diğer kavimleri de aşağılayamaz. Kişi için değer ve üstünlük kazandıran, ırkı veya dili değil, sahip olduğu doğru bir iman, salih amel, hakkı ve sabrı tavsiye etmesidir. (Asr 3)

Yine, ırk ve milliyetçiliğin öncelendiğini gösteren, diğer bir örnek verecek olursak, Kuzey Kıbrıs Türklerinin uğradığı zulüm ve katliamları durdurmak için, haklı bir müdahale yapılmış ve devletleşmeleri sağlanmıştır. Yunanistan, Bulgaristan, Irak ve Suriye’deki Türkmenlerin, uğradıkları haksızlık ve zulümlere karşı, haklı olarak hakları zaman zaman savunulurken, diğer taraftan “Kürtler bizim kardeşimiz” deyip hem Irak ve hem de Suriye’deki Kürtlerin temel hak ve özgürlükler noktasındaki taleplerini tehdit olarak algılamak, çelişki olup, tutarlı bir yaklaşım ve kardeşliğin gerekliliği değildir.

Elbette her ülke, kendisine yönelik bir saldırı olsa kendini savunmak ve sınırlarını korumak için gerekli tedbirleri alacaktır. Ancak burada elinde silah olanla vatandaşı birbirinden ayırmak gerekir. Elindeki silahla sınır ihlâli yapan ile mücadele ederken, sade vatandaşın temel hak ve özgürlüklerini kaybetmelerine sebep olmamak gerekir.

Türkiye, diğer ülkelerdeki Türkmenlere sahip çıktığı gibi Kuzey Irak ve Suriye’deki Kürt halkına sahip çıkması, zalim Esad ve kafa kesen IŞİD’e karşı Kürtleri korumaya alması ve Kürtleri ABD ve Rusya’nın korumasına muhtaç bırakmaması, daha isabetli bir adım olurdu.

ABD ve Rusya’nın silah sanayilerini geliştirmeleri için, çatışma, savaş ve savaşacak kabile, örgüt ve devletler lâzım. Rusya Savunma Bakanı Şoygu: “Suriye’de 320’den fazla silahı test ettik” dedi. (16.7.2021 Independent) Bunun için, tabiatı gereği, “emperyalist, sömürgeci ve saldırgan olan küresel kapitalizm”, (Fikret Başkaya) Irk, kabile, din, mezhep ve ülkeler arasında hep savaş, çatışma ve düşmanlıkları derinleştirmek isterler. Bunu gözden kaçırmamak lâzımdır.

Aslında, milliyetçi Arap, Fars ve Türklerin, “kendileri için istediklerini Kürt halkı için de istemeleri, kendilerine yapılmasını istemediklerini Kürt halkına yapmamaları” durumunda, bu meselenin çok daha kolay çözüleceği kesindir.

Bu meselesinin temelinde, Kürt halkının;

·       Kimlik sorunu-vatandaşlık hakkı, (Bu konuda hep “Kürtler de öğretmen, doktor, milletvekili, başbakan… her şey olabiliyor” deniliyor. Doğrudur, olabiliyor; ama Türk vatandaşı olarak oluyor),

·       Anadilde eğitim, öğretim ve kullanım hakkı ve

·       Kültürel hakların anayasal güvence altına alınma talepleridir.

Yani bir Türk, Arap veya Fars halkı için, hak ve helâl kabul edilen ne varsa, Kürt halkı için de hak ve helâl kabul edilmesidir.

Rahatlıkla anlaşılacağı gibi, anayasaları, yönetmelik ve kararnameleri hazırlayan, düzenleyen ve uygulayanlar siyasilerdir. Tabi bu yasa ve icraatlar, siyasilerin sahip oldukları zihniyete göre şekillenir ve uygulanır.

Bundan dolayı ülkemizin birlik ve beraberliğini sağlamlaştıracak, sevgi ve barış ortamını artıracak, dürüst, adil, haktan ve adaletten yana, kutuplaştırıcı değil kucaklayan, ötekileştiren değil birleştiren, siyasetçi ve siyasi anlayışın önemini bize açık ve net göstermektedir.

Bundan dolayı, ülke ve millet olarak yaşadığımız tüm meseleleri doğru, hak ve adaletten yana çözmek için siyaset gereklidir ve siyaset alanını temiz tutmak için de siyaseti kirli kişilere bırakmamak, sağlam ve dürüst kişilerin siyasette söz sahibi olmasının hayati bir mesele olduğunu söylüyoruz.

Vesselâm.